YOK OLAN NESNE
Edna O’Shaughnessy
Bu yazının konusu yok olan nesnenin önemidir. Bebeğin yaşamında bu ilk kez “memenin yok olması” şeklinde ortaya çıkar. Memenin yok olması memeyle kurulan ilişkide gerekli bir durumdur çünkü mantıksal olarak düşünüldüğünde, kişinin bazen diğer kişiyle birlikte bazen de ayrı olması ilişkinin özünde vardır. Henüz doğmamış olan bebeğin – bu durumda annesiyle bir bütündür – daha annesiyle ve onun bölümleri ile bir ilişkisi oluşmamıştır: bu ilişki doğumla birlikte başlar. Bu ilişki basit bir ortaklıktan farklıdır. Çünkü ortaklık taraflar ayrıldığında sona erer. Emzirilen bebeğin memeyle, katı bir iş ortaklığına benzeyen bir beslenme ortaklığı yoktur. Bebeğin memeyle bir ilişkisi vardır. Bu ilişki memenin fiziksel olarak varlığında da yokluğunda da devam eder.
Burada önemli olan ilk nokta, nesnenin yok olduğundaki özelliklerinin, var olduğundaki özelliklerine zıt olmasıdır. Nesne varken her şeyden önce iyi bir nesnedir. Zorlukları ne olursa olsun süt veren meme hayatın devamını sağlar. Buna karşılık memenin yokluğu ilk kez açken fark edilir (memeye gereksinim varken orada bulunmamaktadır). Kısacası, nesne yokken bebeğin açlıktan ölmesine sebep olacağı için kötü nesnedir. Ne olursa olsun nesnenin yok olması bebeğin yaşamının bir parçasıdır ve gelişim sürecinde buna alışması gerekmektedir. Nesnenin yok olmasından kaynaklanan nefret, iyi içsel nesne kavramının yerleşmesinde büyük zorluğa neden olacaktır. Nesnenin yok olması gelişim sürecinde zorluğa neden olduğu gibi gelişime destek de olur. Katılığı nedeniyle çocuğu gerçekliğe zorlar. Çocuğu, bağımlılığını ve incinebilirliğini fark etmekten koruyan fanteziler dünyasından koparır. Çocuğun gerçekliği öğrenmesini sağlar.
Nesnenin yok olması özellikle düşünce gelişimini teşvik eder. Bu bizi şaşırtmamalıdır çünkü düşünce ve yokluk arasında mantıksal bir bağlantı vardır. Olmayan bir şeyi düşünmeniz istenebilir (diyelim ki galerideki bir tabloyu). Ancak bakmakta olduğunuz bir tabloyu düşünmeniz istenemez; bu durumda algı düşünceyi engeller. Var veya yok olan her şey hakkında düşünebilirsiniz (fikir yürütmek anlamında). Ama “bir şey hakkında” düşünebilmek için öncelikle “bir şeyi” düşünme becerisini geliştirmeniz gerekir. Bu son söylediğimiz konu temelde yok olan şeylerle bağlantılıdır (gelişimsel açıdan düşündüğümüzde, memenin yokluğuyla).
Psikanalitik teori daima, engellenmenin zihinsel gelişimi sağladığını savunur. Freud, “fiziksel gelişimin hızını hayatın gereklerine borçlu olduğunu” söyler ve şöyle devam eder: “Hayatın gerekleri ilk kez somatik ihtiyaçlar olarak ortaya çıkar” (1900). Freud’un temel ilgi alanı gelişimden çok gerileme (regresyon) olduğu için, zihinsel gelişimin koşulları ile ilgili fazla katkısı olmamıştır. Ve Freud’dan beri, engellenmenin fiziksel sistemdeki rolü ile ilgili ortak bir fikirde anlaşmaya varılamamıştır. Bu noktada aklımıza şu soru gelir: Bebek engellenmeyi ne şekilde yaşar? “yoğun somatik ihtiyaçları” olduğunda zihni ne durumda olur? Diğer bir deyişle, bebeğin “yoğun somatik ihtiyaçları” olduğunda zihnine nasıl bir fantezi hakim olur?
“Yaşayarak Öğrenmek” isimli kitabında W.R. Bion, bebekteki bu ihtiyaç yaşantısı üzerinde çalışmış ve aşağıdaki gibi bir değerlendirme yapmıştır. Bebek açken ve memeye ihtiyaç duyarken, doyurulmamış bir ihtiyacın farkındadır. Ona sunulan şey, açlığın verdiği acı yani bir engellenmedir ve o bunu kendisine kötü bir memenin sunulması gibi algılar. Bebek artık kritik bir yolun başındadır. Arzulanan meme aslında ona sunulan kötü bir meme değil, gerektiğinde orada bulunmayan iyi bir memedir. Bebeğin zaman içinde hem iç gerçekliği (gereksinimleri) hem de dış gerçekliği (orada bulunmayan iyi meme) ile tanışması gerekmektedir. Yani bebeğin, ihtiyaç duyduğu ve yok olan memeyi kendine sunulan kötü bir meme olarak algılamaktan, yok olan iyi ve gerçek bir meme olarak düşünme aşamasına ilerlemesi gerekir. Bebek aslında fantezisindeki kötü memenin onu açlıktan öldüreceğini hisseder, bu nedenle gelişimindeki bu nihai ilerleme zordur. Ancak yaşadığı engellenmenin verdiği acı ve korkuyu yeterince atlattığında, bunlar üzerine düşünme ve ihtiyacı olan şeyin yok olan iyi meme olduğunu anlama yetisine sahip olur. Böyle bir bilgi (düşüncedeki iyi meme) aynı zamanda onun muhtaç durumuna tahammül etmesini de sağlar. Düşüncenin gelişmesi için engellenme toleransı şart olduğundan, engellenmelerle yüzleşmekten kaçınan ve fantezide onlardan kurtulan bebek artık düşünmeyi zorlaştırıcı yöntemler uygulamaya başlar. Böylece zihinsel güçlerinin gelişimi en azından ketlenecek veya bölünecektir. Kısaca diyebiliriz ki, yok olan nesne çocuğa düşünceyle gerçeğe ulaşmak için ilk fırsatı verir ve engellenmeye tahammül etmesini teşvik eder.
Tedavideki bir çocuk, terapistinin varlığı ve yokluğundan yola çıkarak nesnesindeki dönüşümlülük durumunu tekrar yaşar. Bu anlamda terapi hayatı tekrar eder ve çocuğun kendine ait nesnelerin varlığında ve yokluğundaki hislerini gözlememize izin verir. Aslında baştan itibaren çocuğun tedavinin alıştığı düzenini bozan her ara verme durumuna tepki gösterdiği (yaz tatili, bayramlar ve yılbaşı tatili gibi) gözlemlenebilir. Bunun da ötesinde, baştan itibaren çocuk seansın sonlandırılmasında bile hassas olur; aynı haftada birden çok seansa giriyorsa tepkisi özellikle hafta sonlarında iyice sertleşir. Tedavinin başından itibaren terapistin varlığı ve yokluğu, iyi ve kötünün derinlerde yatan bir dönüşümü şeklinde yaşanır (meme varken iyi, yokken kötü olarak algılanması).
Dahası, Bion’un bu alandaki katkıları ile, bebeğin yok olan meme ile baş etme yollarının, düşünmenin gelişmesi açısından çok önemli olduğu anlaşılmıştır. Çocuğunun tedaviden fayda görmesi ayrılıklarla nasıl baş ettiği ile yakından ilgilidir. Asıl soru; terapistinin yokluğunun yarattığı gerginlik altında, terapistinin varlığında kazandığı içgörüyü ve düşünceleri ne denli koruyabildiğidir.
Tedavilerde sıkça rastlanan geliş ve gidişlerde hissedilen iyi ve kötü arasındaki gelgitler ve yokluğun acısının hissedilmesindeki güçlükler bu fenomene örnektir. Yaklaşmakta olan ayrılığa bağlı yoğun duygular, infantil düzeydeki muhtaç olma, korku ve nefret duygularının kabarmasına yol açacak ve yoğun savunmalara neden olacaktır. Daha ağır olgularda, yaklaşan ayrılığı fark edebilme kapasitesinin gelişmediği durumlarda, bu tarafın bölünerek uzaklaştırılmasına bağlı giderek fakirleşen bir iç dünya, kişiliğin zamanla daralmasına yol açacaktır. Yok olan nesne ile ilgili çocuğun yaşayacağı genel fanteziler bilinmektedir. Yok olan nesne, ihmalciliği, kabalığı ya da bencilliği nedeni ile fantezi düzeyinde çeşitli saldırılara uğrayacak ve kendine ya da tercih ettiği başkalarına zaman ayırdığından ötürü nefret edilecektir. Karmaşık kıskançlık ve hasetlik duygularının ötesinde, temeldeki duygu yok olan memenin onu ölüme terk ettiğidir. Paskalya tatilinden önceki görüşmeye benden “yok olan kötü huylu nesne” olacağımdan ötürü korkmuş şekilde gelen küçük oğlan çocuğunu dinleyelim. Kendi korkmuş kısmına söyle söylüyordu; “dinle” kendinden bahsediyor, “bayan bir şeyler söylemek istiyor, sana bir şey olmayacak, o sana içecek bir şey verecek. Ölüyor olmandan dolayı mutlu değil” Nesnenin yok olmasından ötürü en temel anksiyete tetiklenmiş ve ölümden korku tedavinin bu aşamasında ortaya çıkmıştır.
Şimdi, yok olan nesnenin yarattığı duygusal yoğunluğu tolere edemeyen bir olgu örneği vermek isterim. Meme ve bebeğin “bir” olduğu savunma amaçlı fantezisini harekete geçirerek ayrılık gerçeğinden kaçınmaya çalışmıştır. Yok olan nesne daha sonra ölüm tehdidi olarak algılanmış ve fantezide uzaklaştırılmıştır. Detayları verilen görüşmede çocuğun bunu durdurmaya ve bu durumla yüzleşmeye çalışmaktadır. Yok olan nesneye saldırmasına yol açan şeyi düşünmeye çalışırken kendi yalnızlığını da fark etmeye başlamıştır.
Bu görüşme, 12 yaşında, John adındaki erkek hastaya, ilk tatil arasını söylememden sonraki görüşmedir. Paskalya’dan 5 hafta önce haftada 4 kez olmak üzere analize başlamıştık. İlk hafta oyun odasında oldukça korkmuştu. Bir köşede durmuş, mobilyalara, duvarlara ve eşyaların arasındaki boşluklara bakıyordu, sanki oda parçacıklardan oluşmuştu. Hareket edemiyordu. Bazı zamanlar oldukça üzgün görünüyordu. Ancak 3. görüşmede çekmeceyi meraklı bir şekilde açabildi. Kabanını, çantasını ve eldivenlerini çekmecenin önünde bir engel oluşturacak şekilde masanın üzerine yerleştirdi. Daha sonra bunları devirdi ve emekleyerek çekmecenin altına girdi ve eliyle bir şey gösterdi. Daha sonra geri çıktı ve odaya bir göz attı. Genel izlenimim, sanki çekmeceye ulaşmak için bir şeylerin içine doğru emekliyordu. Bu izlenimim 2 gün sonra doğrulandı. Ayakkabılarını odanın dışında bırakarak oyun odasına girdi. Fantezide kendisini dışarıda bırakarak yeni bir ortama giriyordu. Çünkü içerisi: içerdiklerine ulaşmak için emekleyerek girdiği nesnenin içerisiydi. Ertesi gün odada akut klostrofobik bir atak geçirdi. Bağırıyor, çırpınıyor, sanki içinde hapis olduğu nesnenin içinde boğuluyordu. Sonraki birkaç görüşme klostrofobik anksiyetesi ile uğraşmakla geçti. Bahsedeceğim 11. görüşme, 2 hafta sonra paskalya tatili için ara vereceğimizi söylediğim görüşmedir. Pencerenin yanında durmuş dışarıya bakıyordu. Ona bu bilgiyi verince hızla başını çevirip bana baktı. Suratında inanamayan bir ifade vardı.
Ertesi gün bir karalama defteri getirdi. İlk sayfası neredeyse tamamen doldurulmuş bir çizimle kaplıydı ve onu tamamlamak için oturdu. Bir iç halka ve onu çevreleyen birbirinden itina ile ayrılmış dört halka vardı. En üstte sanki bir ok merkeze saplanmış ve 1. halkada bir delik açmıştı. En ortadakinde ve altındaki her bir halkada da delik açmıştı. Ondan resmini anlatmasını istedim. Kendine has konuşması ile “bu bir zamanlar birleşik olan İngiltere ve Fransa. Sonra bir volkan gelmiş ve ayrılmışlar. Ortası biraz batmış ve şimdi böyleler.” dedi ve kalemiyle dört halkanın batan kısımlarının nasıl uyuşmadığını gösterdi. “Sanırım sen ve beni İngiltere ve Fransa gibi hissediyorsun yani biz birleşmiştik. Paskalyada ara vermemiz gerektiğini söyleyene kadar bizi birleşmiş gibi hissediyordun. Bu sözler sanki bir ok gibi ortaya saplandı ve sonra sen bana öylece baktın. Sanırım bana bakarken beni uzaklaşan bir meme gibi görüyordun ve sonra gözünden çıkan bir volkan ile bu kötü memeyi kendi görüşünden çıkarıp bana gönderdin.” (bu yorumda “kötü anne” yerine “kötü meme” kullanılmıştır. Çünkü benimle kurduğu ilişkinin doğasının erken dönem kısmi nesne düzeyinde olduğunu düşünmekteydim.) “şimdi ayrıldığımızı ve birbirimize uymadığımızı düşünüyorsun.” John merkez halkayı boyuyordu. “Ortada bir yangın var, arka taraftan çıkmamalı” dedi. Kağıdın arkasını inceleyerek boyanın görünüp görünmediğine baktı. Gaz çıkarmaya başladı. “Resmin senin içini gösteriyor. Sanki beni içinde volkan olan bir meme gibi içine aldın – şimdi bu ortada yanıyor. Sanki bu yanan gazların diğer tarafından çıkmasına izin vermek istemiyorsun. Fakat buna rağmen bunlar popondan kötü koku olarak akıyor.”
Yeni bir sayfaya profilden üç kafa çizdi. Biri alçak alınlı, ikincisi yüksek alınlı, üçüncüsü yine yüksek alınlıydı. Birincisine “–1000”, ikincisine “şimdi”, üçüncüsüne “+1000” isimlerini koydu. Bunların sadece insan olduklarını söyledi. -1000 insanların beyni olmadığı 1000 yıl öncesi anlamına geliyormuş. Şimdi daha fazla beyne sahipmişler. 1000 yıl sonra hala fazla beyinleri olacakmış. Uzun saçları onu alçak alınlı yapıyordu ve “bu insanlar sensin gerçekte. Şimdi daha fazla beynin olduğunu düşünüyorsun. İçindeki memeye ve yok olan meme olarak bana ne yaptığını anlayabiliyorsun. Bu dünkünden farklı, dün hiçbir şey anlayamadın çünkü gözünün önünden uzaklaştırdın. Bu volkan metodu anlamaktan çok uzak görünüyor ve sanki dün 1000 yıl önceydi. Bu uzun zaman önce duygusunun nedeni; belki sen çok küçük bir bebekken, annenin yok olan memesini uzaklaştırmak için de volkan metodunu kullanıyordun. Bence de şimdi daha fazla beynin olduğunu hissetmen sana ileride daha fazla beynin olacağı umudunu veriyor.”
Bu seansın büyük kısmı yorumlanmadı ve burada üzerinde durulmadı. Bahsedilen kısım, çocuğun tatille ilgili kaygısının kapsamını ve çocuğun tepki durumunu açıklamaya yardımcı olarak kullanılmıştır. Tatille ilgili sözler çocuğun içine somut olarak işlemiştir: Çocuk bu sözlerin onu ortadan deldiğini hissetmiştir. Daha sonra ortaya çıkan “volkan”, ilk bakışta düşünüldüğü gibi bir öfke atağı değildir. Çocuk öfkelenmemiştir. Gözlerini öfkelendiği için değil, duyduklarına inanamamanın şokuyla kocaman açmıştır: Buna inanamamaktadır. Sonra bana uzun süre ifadesizce bakmıştır. Bu dakikalarda oluşan bilinçdışı fantezi, onun bu yok olan memeyi gözünün önünden volkan gibi püskürtmesidir.
Çocuk, çok küçük bir bebeğin benzer durumlardaki bakışının arkasında yatabilen bir deneyimi yaşıyordu. Bebekler meme ortadan kaybolduğunda sadece baktıkları için bazen onların memenin yok olmasını önemsemedikleri düşünülür. Ancak bazen de bebeğin yok olan memeye (açlık memesi) onu gözünün önünden bakışıyla uzaklaştırarak (John’un seansta, onu bırakacağımı duyduğunda bana yaptığı gibi) tepkisini gösterdiğini düşünebiliriz. Bunu şöyle açıklamaya çalışalım: Ölüm John’un gözünün içine bakar ve o bana bakmak için döndüğünde bakışlarıyla ölü memeyi bana doğru fırlattığına dair bir fantezisi vardır. Yani John, yok olma kaygısından kaçınmak için ilkel bir “düşünme – öncesi tepki” durumunu kullanmaktadır.
“Volkan” yöntemleriyle korkudan kurtulmak yerine beynini kullanıp düşünmenin onun için ne kadar zor olduğunu görebiliriz. Bu seansta biraz düşünmeyi başarmış olsa da, düşünmenin her aşaması ona asırlar gibi uzun gelmiştir. Seans sırasında aklı daha iyi çalışıyor gibi hissettiği dikkatimizi çekmiştir (iç dünyasında onu yakıp bitiren volkanik bir nesne olduğunu keşfeder). Şimdi kafası daha iyi çalışmaya başladığı için yaklaşan Paskalya tatilinin onu iyice zorlayacağını anlayabiliriz. Analiz, onun kendi deyimiyle 1000 yıl önce ayrılıkla ilgili anlamlandıramadığı şeyleri; ayrılığın yanı sıra nesne yok olduğunda yaşadığı gerginlik, tedaviye gelmeden önce yüzleşemediği ve belki artık tek başına yüzleşmekten dehşet duyacağı kaygıları anlamasına yardım etmiştir. Hastaların bir ara verme durumunda böyle kaygılarla baş edemedikleri ve kimi zaman tedaviden ayrıldıkları, kontrollerini kaybettikleri ve hatta suç işledikleri, sık görülen durumlardır.
Bu seansta bir de, çocuğun saldırgan güçlerinin olmayan memeden kurtulmak için nasıl harekete geçtiğini görüyoruz. Çocuğun kendisi de bunu “Bir volkan geldi” diyerek açıklamaktadır. Yani çocuk yalnızca memenin yok olması için uğraşmakla kalmamış, volkan ayın üzerine konduğunda büyük bir şiddetle (çocuğun hayalinde devam etmek üzere) onu kırmış ve parçalamıştır. Bu önemli bir olaydır, çünkü yeniden içselleştirilen memenin zarar gördüğü için gücünü yitirmeye başladığını gösterir. Bunun da ötesinde, küçük bebek için nesnenin olmadığı ilk açlık durumu açlıktan ölmek anlamını taşıdığı için dışarıya bu yok olma tehlikesi yansıtılır ve tekrar içselleştirilen nesnede aynı tehlikenin bulunacağı ve bu nesnenin kendi içinde öldüğü ve olmayan nesnenin yansıtma yoluyla ölü nesne haline geldiği düşünülür. Gelişim sırasında olgunlaşmanın tam gerçekleşmediği bir aşamada ilerleme büyük ölçüde bir dış nesnenin varlığına bağlıdır. Bu nedenle bu nesnenin yok olması süreklilik gösterdiğinde, çocuk gittikçe artan bir korku ve umutsuzluk yaşar.
Dışsal nesnenin yokluğunda içsel durumun da bozulması, gelişim sürecinde zorluğa yol açar. İçsel nesne canlı tutulmalıdır yoksa her “tekrar bir araya gelme” durumunda o kadar ciddi terslikler olur ki ilişkinin devamını sağlamak imkansız hale gelir. Bebeğin memenin varlığındaki sorumlulukları ile yokluğundaki sorumlulukları farklıdır. Memenin varlığında, kendi mizacı ve durumla ilgili zorlukları aşıp iyi memeyi içine alması gerekir. Memenin yokluğu halinde ise iyi memenin varlığını kabul etmeye devam etmesi gerekir (tıpkı tedavideki bir çocuğun terapistten uzak olduğunda da iç görüsünü koruması ve kullanması gerektiği gibi). Ancak genelde bunun tam aksine çocuğun durumu bozulmaya başlar. Nesne yokken ona duyulan ihtiyacın verdiği acı, John vakasında gördüğümüz gibi çocuğu ilkel mekanizmalarına dönmeye zorlayabilir. Çocuk kendi durumuyla yüzleşemediği için, bu acıyı hisseden bölümlerini nesnesinin içine (ona zarar verebilecek bir şiddetle) sokarak onlardan kurtulmaya çalışır. Yansıtmalı özdeşime daha çok başvurur. Sonuçta dışsal nesne orada bulunmadığı için, nesneyi öncekinden daha kötü bir halde (çünkü şimdi nesnenin içinde kendinden çıkmış saldırgan parçalar da vardır) içine alır ve iyileşmesi engellenir.
Yas ve Yasın Manik Depresif Durumlara Etkisi adlı yazısında Melanie Klein, böyle içsel anksiyeteleri aşabilmek için annenin dışsal varlığının gerekli olduğunu söyler. Annenin yok olması ile ilgili tek sorun çocuğunun yemek ve sevgi ihtiyacını karşılayamaması değildir. Anne daha sonra varlığıyla da çocuğu rahatlatamayacak ve güven veremeyecektir. Çocuk, kendisini yalnız bıraktığı için ona saldırırken zarar görmüş bir anneyi içselleştirir. Annenin dışsal varlığı çocuğun içsel durumuna açıkça bir zıtlık teşkil eder. Çocuk içsel nesnesini iyileştirmek amacıyla dışsal nesneyi içine yansıtabilir. Olmayan nesneye kavuştuğunda duyduğu sevinç biraz da bundan ileri gelir. Üstelik, nesneden ayrılmada zorluk yaşaması içsel olarak zarar görmüş bir nesneyle (onun dışsal varlığının verdiği güven olmadan) yalnız kalma korkusundan kaynaklanıyor olabilir.
Nesnenin yok olduğu durumda çocuk açısından kaybettiği bir özellik daha vardır: Nesne yokken, çocuğun istenmeyen bölümlerine ilgi gösterip onları alacak kimse de bulunmaz. Annenin çocuğuyla birlikte içinde bulunduğu hayal aleminde (W.R. Bion’un dediği gibi), annenin çocuğundan onun sahip olmak istemediği şeyleri alıp ona daha iyi bir şekilde geri verme yeteneği, duygusal düzlemde sevgi vermek kadar önemlidir (tıpkı fiziksel düzlemde, çiş ve kakanın temizlenmesinin çocuğun beslenmesi kadar önemli olması gibi). Çocuğun duygusal olarak istenmeyen parçalarını alacak kimse bulunmadığında, çocuk onları ya olduğu gibi içinde tutmak ya da dışarıya sızdırmak zorunda kalacak ve böylece bu istenmeyen parçalarla kirlenmiş bir ortamda yaşamak zorunda kalacaktır. Gereksiz derecede uzun bir ayrılığa maruz kalan çocukların durumlarının kötüye gitmesinin yanı sıra bu çocuklara bir durgunluk hakim olur. İçsel olarak bu; giriş ve çıkışların sona erdiğini gösterir çünkü çocuğun bakımını ve güvenini sağlayıp çocuğu anlayacak bir dışsal nesnenin sürekli olarak yokluğu söz konusudur. Böylece çocuğun içinde bulunduğu şartlar kendisini boğacak hale gelir.
Çocuğa sıkıntı veren bir başka durum da, benliğinin kötü bölümleri üzerinde bir dışsal kontrolün olmamasıdır. Özellikle de ego zayıfsa ve yıkıcı dürtüler güçlüyse dışsal bir sınırlandırmaya ihtiyaç duyulur. Sınırlandırıcı bir nesnenin yok olması sonucunda, çocuk kaderinin nesnenin yok olmasından kaynaklanan kıskançlık ve hasetin ellerinde olduğunu düşünür. Çocuk için nesne genelde yoktur, çünkü o sırada başka bir şeyle meşguldür (başka bir bebek, penis veya bencilce davranarak tamamen kendisiyle meşguldür). Şimdi vereceğim örnekte sekiz yaşında bir çocuğun tatil zamanı yaklaştıkça nasıl oyun oynadığını anlatacağım. “Çocuk bir kaseyi ters çevirip üzerine küçük kırmızı bir nesne koyarak memeyi ve meme ucunu yaptı. Kasenin altına birkaç tane araba koydu. Sonra vahşi hayvanlar alıp bu meme temsilinin etrafına dizdi. Başka bir arabayı bu hayvanların üzerine sürüp onlara vura vura geçti”. Burada, çocuğun ilkel bölümlerinin toplanıp, ondan uzaktayken başkalarına ev sahipliği yapacak olan memeye ve o memenin diğer sakinlerine fantezide saldırmaya çalıştığını görüyoruz.
İçsel nesneye yapılan bu saldırılar, dışsal nesnenin yokluğunda çocuğun içsel nesneyi muhafaza etmesini ve onu kullanmasını zorlaştırır. Yarattığı bu zorlukların dışında, nesnenin yok olması gelişim için zorunlu şarttır. Küçük bir örnek verelim: Nesnenin yok olması, John’un bir memede yaşama fantezisini bozmuştur ve iki seans arasındaki sürede onu (daha öncesinde bırakın resim çizmeyi, iletişim kurmakta bile zorlanan çocuğu) zihnindekileri bir kağıda dökmeye ve çizdiklerini analize getirmeye teşvik etmiştir.
Şimdi tekrar, düşünme ve yok olma arasındaki bağlantıyı ele almamız gerekir. Bu bağlantı bize gösterir ki, düşünme becerisi, yok olan bir nesneyi düşünmekle başlar. Yok olan nesne “kritik” bir seçimi ortaya koyar. Bu seçim, Dr. Bion’un deyimiyle “engellenmeden kaçınmak ile engellenmeyi değiştirmek” için yapılan işlemler arasındaki bir seçimdir (Yaşayarak Öğrenmek, sayfa 29). John’un ‘volkan’ yöntemi açıkça bir kaçınmadır. Volkanla ilgilenmemektedir ve bunu neler olduğunu anlatırken sergilediği tavırdan görebiliriz. “Bir volkan geldi” demesi, zihinsel kapasitesini düşünmek için kullanmak yerine, iç dünyasına bir şeylerin oluştuğunu hissettiğini göstermektedir. Çocuğun ilk tam olgunlaşmamış düşünceleri, onu engellenmeyle yüzleşmek ve zihnini ona yormak zorunda bırakmıştır.
Başlangıç aşamalarında, omnipotant bir düşünce şekliyle çocuk, orada olmayan bir nesneye bağımlı olduğunu iyice kavramak yerine bundan kaçınmak için durumunu değiştirmeye çalışabilir. Buna örnek olarak 12 yaşında bir kız çocuğunun yaz tatili hazırlıklarından söz edebiliriz. Bu hazırlıklar sırasında bu çocuk kendisini bütün ihtiyaçlarının omnipotant tedarikçisi gibi görmektedir. “Ağustos ayı için bir takvim hazırlayıp onu bir çay bahçesinin resmiyle süsledi. Resmin büyük bir bölümünde, ön plandaki masa görünüyordu. Masanın üzerinde içi dolu, uzun dondurma kapları vardı. Çocuğun çağrışımlarından şunu çıkartabiliriz: Annesi gibi gördüğü benden ağustos ayı boyunca ayrı olacağını inkar ediyordu. Bunun içinde fantezide kendisini çay bahçesinin sahibi olarak görüyordu. Böylece bütün özellikleriyle, özellikle de dondurmalarla – yani annesinin memeleriyle, annesinin yerine geçmiş oluyordu.
Tatil sırasında, benimle olamamakla ilgili gerçeklik durumu bu fanteziyi bozmuş ve onu yıkmıştır. Tekrar analize başlamamızdan birkaç gün önce bir rüya görmüş ve o rüyayı ilk seansta anlatmıştır: “Sahilin kenarında ayakta duruyordu ve kendisine denize girmesi tavsiye edilmişti. Denize baktığında, soğuk ve karanlık görünüyordu, hiç davetkar değildi. Bu nedenle girmemeye karar verdi. Bu bölüm rüyasındaki sahne değişiminden önceki bir başlangıçtı. Yeni sahnede, okuldan bir kız arkadaşıyla doldurulmuş bir küvetin içindeydi. Karnı çok büyüktü ve hamileydi. Karnının bir yerinden bir yumru çıkmıştı ve onun bebeğin kafası olduğunu düşünüyordu. Çocuğun çağrışımları ve rüyanın analizdeki genel pozisyonu, rüyanın şu şekilde anlaşılmasına sebep olmuştur: Rüyanın ikinci yarısında kendisini birdenbire hamile anne yapmıştır. Ebeveyn çift – çocuğun kendisi ve okul arkadaşı – doldurulmuş bir küvetin içindedir. Çocuk, kendisi olmanın vereceği acıyı inkar etmek için omnipotant bir fanteziyle kendisi dışında her şey olur. Eğer rüya sadece bu kadar olsaydı, hastanın omnipotant bir şekilde nesnenin yok oluşunu inkar etmesine bir örnek teşkil edecekti. Ancak rüyanın girişindeki bölüm, hastanın tatil sırasında omnipotansına ilişkin bir içgörüye sahip olmaya ve onun amacını anlamaya başladığını gösterir. Omnipotan duygular, onu çay bahçesi fantezilerinden çıkıp davetkar olmayan gerçeklik denizine girmekten korur. Bu gerçeklik denizinde çocuğun, tedavisine ara verildiğinde sürekli onunla olan nesnenin onunla olmayacağını kabullenmesi gerekir. Rüyada bu aşama; o kadar soğuk, karanlık ve iticidir ki çocuk bunu denemekten vazgeçip omnipotansa sığınır. Bunun yanı sıra çocuk, analizin ona gerçekte suya girmeyi ‘tavsiye ettiğini’ anlar. Bu rüya sayesinde omnipotant düşüncenin amacının istenmeyen bir duruma karşı savunma teşkil etmek olduğunu anladığı andan itibaren omnipotant yöntemleri çok daha az kullanmaya başlamıştır. Görüldüğü kadarıyla tedavinin bölünmesi, yok olan nesne hakkında omnipotant değil de, gerçekçi düşünmeye doğru ilerlenmesi için bir uyaran olmuştur.
Burada, rüya gören çocuğun yok olan anneyi nasıl hayal ettiğini görmek ilginçtir. Çocuk denize girmesinin tavsiye edildiğini bilir. Ancak bu onun için itici, soğuk, karanlık ve ıssız bir deneyime sevk edilmek anlamını taşır. Bu yüzden denemeyi bile düşünmez. Ona bunu yapan anne kötüdür. Üstelik ilk kez acil ihtiyaç durumundayken ortaya çıkan ‘yok olan nesne’nin, ondan varlığının avantajlarını esirgediği için kötü bir nesne olduğu düşünür. Çocuğun nesnesiyle ilgili doğuştan var olan aç gözlülüğü, onun yok olmasına gücenmesine ve kıskançlık hisleri nesnesinin kendisinden başka kimseyle ilişki kurmasına izin vermemesine sebep olacaktır. Nesnesinin varlığının hizmet ettiği bazı sağlıksız işlevler de vardır (daha önce bahsettiğimiz “sürekli güven verme” gibi). Kronik olarak bir şey kaybettikleri hissine sahip olan çocukların nesnenin varlığına gereksinimi de bu hastalıklı kategoriye girer. Örneğin; küçük bir çocuğun devamlı bir şeyler kaybettiği söyleniyordu. Çocuk, hemen bulabileceği, kibrit çöpünün başı gibi şeyleri bile kaybediyordu. Bununla birlikte, çocuk ebeveynlerinden ayrıldığında güçlü bir anksiyete yaşıyordu. Bu vakada; çocuğun dışsal nesnelere (R.E. Money-Kyrle’nin deyimiyle ‘gerekli ilaveler’e) olan ihtiyacı, bu nesnelerin onun kayıp parçalarını içerdiğine ilişkin inancından kaynaklanmaktadır.
Bu; olmayan nesnenin nasıl kötü nesne haline dönüştüğü problemini gündeme getirir. Bunu, oldukça karışık ve yavaş bir işlemin genel çerçevesi takip eder. Mizacın isteklerine, normal ve marazlı gelişimin gereklerine – ki bütün bunlar çocuğun nesnesine iyice bağlanmasını sağlar – karşın çocukta nesnenin yok olmasına da ihtiyaç vardır. Yok olma, ilişkinin doğal ve gerekli bir şartıdır aksi takdirde ilişki kişilerin ayrı ayrı kimliklerinde zararlı bir simbiyoz haline gelecektir. Nesneyle yaşanan deneyimle ilgili duygusal bir bakış açısı kazanabilmek için nesneden ayrı zaman geçirmek gereklidir. Nesne yok olduğunda onunla ilgili takdir duyguları da güçlenir. Üstelik nesnenin sürekli varlığı da rahatsız edici olacaktır: Çocuk nesnenin kimliğine tecavüz ettiğini düşünecek ve nesnenin kendisine ait olduğunu ilan ettiği için suçluluk duygusuyla ağır bir yük altına girmiş olacaktır.
Çocuk sonuçta nesnenin yokluğuna gönülsüzce tahammül etmez; çünkü aslında onun yokluğuna ihtiyacı vardır. Kendi duygusal gelişimi, onu nesneye bağlayan güçlere karşı durmasını sağlayacaktır. Kendi başına ayakları üzerinde durabilme yolunda nesnenin varlığını yardımcı bir unsur olmaktan çok kaygı verici olarak algılayacaktır. Bir çocuk her zaman bir yanıyla sütten kesilmeyi bile ister. Daha sonra olgunlaştıkça ve suçunu daha çok kabullenmeye başladığında yok olan kötü bir nesneye olan ihtiyacı azalır. Artık nesne uzaktayken de iyi özeliklerini koruyabilir. Ayrıca eğer yokken de onun iyi olduğuna inanılırsa, ihtiyaç duyulduğunda geri döneceğine dair bir güven de oluşur. Diğer bir deyişle, olmayan nesnenin tarihsel gelişimi şöyledir: öncelikle var olan bir kötü memedir, sonra memenin kötü yanı ile ilgili bir düşüncedir, son olarak da orada bulunmayan iyi bir memedir.
Bu son aşamada, nesnenin yok olması, özlem yaşatsa da, kabul edilebilir ve istenen bir durumdur. Çocuk kendi hayatını yaşarken, nesnenin dinlenmesine ve kendi ilgi alanlarıyla uğraşmasına izin verir. Nesneyi saldırıdan korurken aç gözlülük, kıskançlık ve haset daha az, sevgi daha ön planda olacaktır. Yani çocuğun yeniden içselleştirdiği nesne güçsüzleşmemiştir. Canlıdır ve çocuğun dışsal nesnesinin yokluğunda kendi içinden desteklenmesini sağlar. Tedavide bu aşamaya ancak çocuk kendi kendisini anlama yetisini hayata geçirdiğinde ulaşılır.