DOĞUM ÖNCESİNDE VE SONRASINDA İKİZLER ÜZERİNE BİR İNCELEME
GİRİŞ
Zamanın başlangıcından bu yana ikizlerin insanlığın geri kalanının ilgisini bu kadar çok çekmesinin başlıca nedenlerinden biri, yalnızca ikizlerin sık görülen ve şaşırtıcı derecedeki birbirine benzerliği değil, aynı zamanda hamileliğin genellikle yalnız ve korunaklı geçen o önemli aylarını birlikte geçirmeleridir.
Efsanelerde, masallarda ve pek çok halk hikayesinde rahmin gizemli kovuğunda yapılan bu ortak yolculuğa önemli ve çoğunlukla değişmez anlamlar yüklenmekte ve genellikle bundan iki zıt ve aşırı uçta sonuç doğduğu görülmektedir. Bir yanda efsanelerde ve İncil’de Romulüs ve Remus veya Esauu ile Yakup gibi yalnızca nefret ettiği rakibini öldürerek ve ortadan kaldırarak huzura ulaştığı ve hayatta kaldığı, en vahşi ve tehlikeli kıskançlığın pençesinde sarsılan ikizlerden bahsedilmektedir. Öte yanda eşi olmaksızın hayatını sürdüremeyecek kadar birbirine bağlı görülen Castor ve Pollux gibi ikizler vardır. Castor ölüme mahkum olduğunda Pollux Zeus’a “Baba, sevgili kardeşimden daha uzun yaşamama izin verme!” diye yakarır; üstelik bu örnekte diğer ikiz ile olan ilişki başka bir insan temasının önemini ortadan kaldıracak kadar güçlü ve önemli görünmektedir. Bu tür ikizler neredeyse ayrı bir dünya yaratmış ve dünyada yaşayanlardan kilometrelerce uzakta, zamansız bir evrende sonsuza kadar birleşmiş “İkizler Takım Yıldızı”nda yaşıyormuş izlenimi vermektedir.
İkizlerin rahim içindeki eylemlerine dair de pek çok yaygın inanış vardır. İncil, Genesis 25’te Isaac’ın karısı Rebecca’nın zamanında da kavgadan bahsedilir; “Sed collidebantur in utero eius parvuli…” Ancak birbirlerini uyaran veya birbirlerine arkadaşlık eden ikizlerden de söz edilir. Bir başka yaygın inanış da, rahmin daracık alanında erkek ve kız kardeşler arasında zaten meydana gelen ve neredeyse kaçınılmaz olan ensestin varlığıdır.
Genel olarak bu görüşler genellikle daha pasif, özelliği olmayan ve birbirinden pek az farklı yaratıklar olarak görülen (ve kısmen de halen öyle olan) ikizlere, ikizi bulunmayan yalnız fetuslara yakıştırılandan çok daha canlı ve “yetişkin” bir yaşam yakıştırıldığını gösterir. Sanki hamileliğin dokuz ayının bir başkasıyla paylaşılması ikizlere özel nitelikler kazandırmaktadır.
Masallar, efsaneler ve halk hikayeleri her zaman olmasa da zaman zaman gerçek yaşamda da doğrulanmış görünür; çünkü kıskançlık ve duygusal karışıklık ve kimi zaman da çiftin dış dünyaya karşı kendini tamamen kapatması, günlük yaşamda da karşılaşılan olaylardır. Bu olayların büyük çoğunluğu çiftin yaradılışının derinliklerindeki bir şeyden ortaya çıkar.
Geçmişte pek çok bilim adamı ve akademisyen ikizler konusuyla ilgilenmiş olsa da; ikizlerin bilimsel alanda incelenmeye başlanması, Galton’un 1875 yılında yayınlanan “Yaradılışın ve yetiştirmenin (nature and nurture) bağıl güçlerinin bir kriteri olarak ikizlerin tarihçesi” başlıklı çalışması ile olmuştur. Hiç şüphesiz Francis Galton, kuzeni Darwin’in evrimci teorilerinden etkilenmiştir. Ancak Galton evrim üzerinde Darwin kadar durmamıştır. Galton daha çok insanlar arasındaki bireysel farklılıkların; bireyin yaradılışından mı, yoksa çevrenin nitelik ve özelliklerinden mi kaynaklandığını saptamak üzerine çalışmalar yapmıştır. Galton’un amacıyla ikizler alanındaki çalışmalar oldukça uygun düşmüştür. Galton, sezgisel bile olsa tek yumurta (TY) ve çift yumurta (ÇY) ikizleri arasındaki ayrımı ilk fark eden ve tanımlayan bilim adamıdır: tek yumurta ikizleri aynı döllenmiş yumurtanın ikiye ayrılmasıyla ortaya çıktığı için aynı genoma sahip olurken; çift yumurta ikizleri aynı anda döllenen iki farklı yumurtadan ortaya çıktığından genetik açıdan normal kardeşlerden farklı değildirler. Ancak TY ikizleri genellikle birlikte büyütüldüğünden; yalnızca aynı yaradılışı değil, aynı zamanda aynı yetiştirme şeklini de paylaşırlar; buna göre aralarındaki benzerliklerin pek çoğu ortak kültürel çevreleri ile açıklanabilir. Galton, TY ve ÇY ikizlerindeki belli fiziksel özellikler ile entelektüel olarak ayırıcı özelliklerin ortaya çıkışını karşılaştırmaya karar vermiştir. Aynı zamanda belli hastalıkların ve özellikle de zihinsel hastalıkların aynı anda ortaya çıkma olasılığı üzerine odaklanmıştır.
Galton’un zamanından bu yana onun yöntemi oldukça geliştirilerek eksiklikleri giderildi ve ikizler hakkında daha birçok araştırma yapıldı. Aslında “Gemellology” artık kendi başına bir bilim olarak kabul edilmekte; ancak ikizlerle ilgili araştırmaların çoğu hala ilk başlangıçtaki yaradılış ile yetiştirmeyi karşılaştıran tartışma üzerinde yoğunlaşmaktadır. Gerçek yaşamda yaradılış ve yetiştirmenin birbirinden ayrımının yapaylığı dışında; genellikle yaradılış terimi bireyin yalnızca genetik özellikleri ile ilişkili değilmiş gibi görünmektedir. Aynı zamanda doğum öncesi dönemle ilgili özellikler ile karıştırılmaktadır. Bryan ve Zazzo haricinde pek az araştırmacı, doğum öncesi ortamın bireyin gelecekteki oluşumu üzerinde potansiyel öneme sahip olabileceğini vurgulamaktadır. Bugüne değin, ikiz çalışmaları daha çok biyoloji, epidemiyoloji ve genetik üzerinde çalışan araştırmacıların ilgisini çekmiş ve Zazzo ve Burligham (1952) gibi birkaç istisna haricinde, psikologlar ve psikanalistler tarafından yalnızca marjinal olarak ele alınmıştır. Burada ikiz araştırmaları süresince ulaşılan, genellikle birbirine uymayan katkılardan ve sonuçlardan bahsetmeyeceğim. Bazı yazarlar çevreyi yalnızca bireyin genetik mirasının ortaya çıkmasını olası kılan basit bir katalizör olarak görürken; bazıları bireyi çevrenin üzerinde silinmez bir iz bırakan bir tür tabula rasa* olarak görmektedirler. Yine bazı yazarlar da yaşamı tamamen sınırlayıcı bir ışık altında, sanki bir defalığına ve tamamen genlerimiz tarafından belirleniyormuşuz gibi kabul etmektedirler. İkiz araştırmaları hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyenler, Gedda (1961), Mittler (1971), Bryan (1983) ve Zazzo’nun (1960) yazılarını okuyarak temel bilgileri öğrenebilirler.
Benim ikizler üzerinde çalışmayı tercih etmemin sebebi ise, pek çok araştırmacının ilgisini çekmiş ve çekmeye devam eden, “yaradılış mı – yetiştirme mi” (nature versus nurture) tartışmasından biraz farklıdır.
Psikanalitik hareketin en ateşli tartışmalarından biri, yeni doğanın psikolojik doğumudur. Yani bir başka ifade ile, yeni doğanın rahmin dar sınırlarından dışarıya çıktığında, dış dünyada zihinsel ve duygusal olarak yaşayabilme yeteneği üzerinde yoğunlaşır. Bir tarafta yeni doğanın, doğum sonrası yaşamının en azından ilk birkaç ayı boyunca psikolojik olarak doğmadığını düşünen ve onu hala bir tür ‘doğum sonrası rahim içinde yaşayan egosuz bir yaratık’ olarak gören analistler varken; diğer tarafta zihinsel yaşamın doğumdan itibaren var olduğunu düşünen ve çoğu doğum olayını zihinsel işlevi başlatan bir dönüm noktası olarak gören analistler de vardır. Onlar yeni doğanın yalnızca doğumdan sonra başka insanlarla karşılaştığında hissetmeye ve düşünmeye başladığını belirtmektedirler. Psikanalitik literatürde fetusun olası zihinsel yaşamı, ego işlevleri ve farkındalığından pek az bahsedilmektedir. Ayrıca önceki aşamanın, yani fetal yaşamın, yalnızca bireyin gelecekteki gelişimi üzerinde değil, aynı zamanda bebeğin zihinsel işlevleri üzerindeki olası etkilerinden de pek söz edilmemektedir.
Kısa bir süre önce hamilelik sırasında annenin fetus üzerindeki etkisine dair pek çok araştırma yapıldı. Pek çok psikanalist annenin duygularının ve hatta fantezilerinin fetus üzerinde kuvvetli bir etki yaratabileceğini ve bu şekilde gelecekteki kişiliğini, ruh sağlığını veya patolojisini etkileyebileceğini düşünmektedir. Ancak yine burada fetus neredeyse kimliksiz olarak görülmekte ve bu görüşün en uç noktasında ise, fetus annenin kendi izini bıraktığı tamamen şekillendirilebilir bir tabula rasa olarak kabul edilmektedir. Hamilelik de yalnızca annenin zihinsel durumu bakımından önemli sayılmaktadır. Zihinsel yaşamın kökenlerine dair yapılan tartışmaların tümü, bu konuda yapılan çalışmalar sırasında karşılaşılan nesnel güçlükler nedeni ile daha da sertleşmektedir.
ARAŞTIRMA
İşte bu noktada ikizlere geliyoruz. İkizlere uzun süreden beri ilgi duyuyordum.Ancak bu konu üzerinde, doğum öncesi ve sonrası yaşam arasındaki devamlılığa dair başka araştırmalar yaptıktan sonra; kariyerimin daha geç bir safhasında çalışma fırsatı bulabildim. Bu araştırmaların bazı ön sonuçları başka yayınlarda anlatılmıştı (Piontelli, 1987). İkizler üzerindeki araştırmamın nedenlerini açıklamadan önce bu sonuçlardan kısaca bahsedeceğim. Bu ilk araştırmalar sırasındaki amacım, bebek gözlemini ultrason yardımı ile doğum öncesi yaşamı da kapsayacak şekilde genişletmekti. Bu araştırmalarda çok sayıda tekli hamilelik, doğum öncesinde aylık aralıklarla ortalama 5 ultrason gözlemi ile izlenmişti. Aynı bebekler doğduktan sonra da bir yıl süre ile her hafta kendi evlerinin doğal ortamlarında, anneleri ile birlikteyken, Bick (1964) tarafından tanımlanan yöntemle gözlenmeye devam edilmiş ve tekrarlayan düzenli takipler yapılmıştı. Tüm bu gözlemlerde dikkatimi çeken şey, çocuğun gelecekteki huyunun bazı erken işaretlerinin rahimdeyken bile saptanabileceği olmuştu. Bu çocukların tamamı, şimdi 3 yaşında ve daha rahimdeyken onlar hakkındaki ilk izlenimlerimin çoğu daha sonraki gelişimleri ile doğrulandı.
Birkaç tane tekli hamileliği gözledikten sonra ikizler konusunu merak etmeye başladım: rahimde bir yerine iki fetus varken ne oluyordu? Aklıma pek çok soru ve sav geldi:
1) Eğer zihinsel yaşamın ve ilişkilerin ancak doğumdan sonra başka insanlarla karşılaşılmasıyla başladığı ileri sürülüyorsa, o zaman rahmin içinde benzer başka bir yaratığın bulunmasından ne gibi sonuçlar çıkarılabilir?
2) Fetus her koşulda fazlasıyla olgunlaşmamış bir organizma mıdır? Bu nedenle diğer ikizin varlığı gelecekteki zihinsel ve duygusal yaşamının gelişmesinden tamamen bağımsız mıdır?
3) Ya da bağımsız değilse, bu durum kendisine benzeyen ama farklı başka bir canlıyı zamanından önce fark etmeyi gerektirir mi?
4) Bir başka deyişle, bu durum psikolojik doğumu zamanından önce ortaya çıkarabilir mi?
5) Ayrıca, rahimde ikizler arasında bir ilişki gözlenebilir mi?
6) Bu ilişkinin zamanından önce oluşu gelecekteki herhangi bir ilişkiyi etkileyebilir mi? Hatta bazı uç durumlarda engelleyebilir mi?
7) İkizlerin doğum öncesi davranışları arasında benzerlikler ve/veya farklılıklar var mı?
8) Bu gibi zamanından önceki aşamalarda bireysellik tekli fetuslarda olduğu gibi açık mıdır? Yoksa aynı çevrede yaşamak bireysel ayrımı bir parça karmaşıklaştırıyor mu?
9) Tek yumurta ikizlerinde aynı genoma sahip olmak, aynı tepkileri ve aynı davranışları da kendiliğinden beraberinde mi getiriyor?
10) Annenin fantezilerinin, duygularının ve zihinsel durumunun fetus üzerinde önemli bir etkisi olabileceği savına göre; ikizlerin her ikisi de bu durumdan aynı şekilde mi etkileniyor? Hamilelik sırasında annenin zihinsel durumunun tamamen önemli olduğuna dair uç görüşün benimsenmesi durumunda her iki ikizde de aynı iz kalmalıdır.
11) Bu yolla yaradılışı ve gerçek yaşamı aşırı basitleştirmek olası mı?
İkizler üzerinde yaptığım gözlemler sırasında bu temel soruların tamamına yanıt bulduğumu düşünmüyorum. Ancak yaptığım çalışmalar en azından birkaç noktayı açıklığa kavuşturmama, zihinsel ve duygusal yaşamımızın uzak kökenlerini biraz daha anlama fırsatının ortaya çıkmasına yardımcı olmuştur.
Ultrason gözlemlerine tekli hamileliklerde olduğu gibi, hamileliğin on sekizinci haftasında başlandı ve hamileliğin sonuna kadar aylık aralıklarla devam edildi. Buna göre annelerin her biri ortalama birer saat süren 5 ultrason gözlemine tabi tutuldu. Gözlemler sırasında herhangi bir uyarana başvurulmadı. Her iki fetus üzerinde aynı anda yoğunlaşmanın ne kadar güç olduğu göz önüne alınarak, önce her ikisinin ayrı ayrı gözlemlenmesine, sonra da ikisi arasındaki ilişkiye odaklanılmasına karar verildi. 20-22. haftadan sonra her bir fetusun tüm gövdesini gözlemenin zorluğu düşünüldüğünde, her birinin gövdesinin kafatası kısmı üzerinde odaklanılması tercih edildi. İkizlerin hareketleri arasındaki olası ilişkiyi mümkün olduğunca gözleyebilmek için, bu kısımlar diğer ikizin vücudunun bazı küçük parçalarını da kapsayacak şekilde ayarlandı. İkizler temelde aşağıdaki dört ölçüte göre birbirinden ayrıldı: (1) mümkün olan durumlarda cinsiyet, (2) sunum, (3) yön ve pozisyon, (4) boyut. Bir çift tek yumurta, tek amniyotik ikizlerde olası tek ayırt edici etken boyuttu. Daha sonra gözlemler çocukların ilk yılı boyunca haftalık aralıklarla devam etti ve sonra da dönemlik takip gözlemleri yapıldı. Bu şekilde yalnızca her bir çocuğun davranışları ve ikizi ile ilişkisi değil; aynı zamanda çevrenin, büyüme ve gelişmeleri üzerindeki etkisi ayrıntılarıyla incelenebildi.
İkizleri gözlemenin iki kat dikkat gerektirdiği, bebek gözlemi için gözlemcinin çok fazla zaman ayırması ve çok fazla düşünmesi gerektiği bilinmektedir.Bu nedenle bu gibi ayrıntılı gözlemlere dayanan böyle bir araştırmanın; tıbbi, hatta psikolojik araştırma ile karşılaştırılabilir nitelikte sayı ve rakamlara ulaşmasının mümkün olabileceğini düşünmüyorum. Bebek gözlemi her bir bireyin dinamiği üzerinde yavaş ve zahmetli odaklanması nedeniyle psikanalitik araştırmaya daha yakındır. Bununla beraber gözlemin alışılmadık derinliği, görece nadirliğini telafi etmelidir.
Doğum öncesi yaşam gibi ilkel aşamalar üzerinde çalışan gözlemci, en azından hem çocuk gelişimi hem de dikkatli gözlem konusunda uzun süreli eğitim almış olmalıdır. Böylelikle hayal gücünün fazlaca çalışması engellenebilir. Pek çok hata ve yanlışa karşı bağışıklık kazanmamı sağlamasa da; bebek gözlemi ve çocuk analizi alanında (Piontelli, 1986) neredeyse yirmi yıl çalışmış biri olarak, uzun yıllar boyunca aldığım eğitimin gözlemlerime destek olduğunu düşünüyorum.
BULGULAR
İkizleri ultrason ile gözlemeye başladığımda dikkatimi çeken ilk şey, rahim içi ortam koşullarının çiftin her bir üyesi açısından ne kadar farklı olduğuydu. İlk olarak ikizlerden birinin durumunun genellikle diğerine göre daha zor olduğu, diğerinin neredeyse ‘onun pahasına’ büyüdüğü ve bu durumun bazı uç vakalarda ikizin ölümüne bile sebep olduğu genel olarak bilinen bir gerçektir. Bu durum tek yumurta ikizlerinde daha yaygın olmakla birlikte, çift yumurta ikizlerinde de ağırlıklar arasında farklılıklara sık rastlanmaktadır.Bizim yetişkin görüş açımızdan, rahim yalnızca dar ve ilginçlikten uzak, tekdüze bir boşluk olarak görülebilir. Ancak bir fetus açısından rahim tüm evreni temsil eder ve bu nedenle bizim için çok küçük olan farklılıklar fetus açısından olasılıkla çok büyük önem taşır. İkizlerin rahim içindeki yolculukları sırasında çevresel farklılıklar çok fazladır: pozisyonları farklıdır, farklı taraflarda dururlar, çoğu kez plasentaları farklıdır, kordonları genellikle farklıdır ve çoğu birbirinden ayırıcı bir zar ile ayrılırlar ve bu nedenle iki farklı amniyon kesesinde yaşarlar. Tahminen ikizlere ulaşan, gürültü, ses, nabız gibi hisler ya da dokunsal uyaranlar oldukça farklıdır. Bu nedenle tek yumurta ikizleri dahil olmak üzere tüm ikizlerin, en başından itibaren aslında farklı deneyimlere sahip olduğu ve bu durumun gelecekteki zihinsel ve fiziksel gelişimlerini etkilediği ileri sürülebilir.
İkizlerin ultrason gözlemi tekli hamileliklere göre çok daha karmaşıktır (ideal olarak, daha iyi görüntü almak amacıyla her bir ikiz için iki farklı ultrason ekipman seti ve iki farklı prob kullanılmalıdır. Maalesef bu durum, bu araştırma için elde bulunan sınırlı kaynakların çok ötesindeydi). Ayrıca ikizlerle çalışırken çiftin iki üyesi arasındaki bireysel huy farklılıklarını ilk aşamalardan itibaren fark etmek mümkündür. Bu açıdan ikizler, her biri kendi farklı huyuna sahip normal kardeşler gibi davranır görünmektedir. Bireysel farklılıkları, tercih ettikleri duruş, belli eylem ve paternlerin tekrarı, vücut hareketlerinin sıklığının az yada fazla oluşu ve niteliği gibi çeşitli somatik belirtiler ile sergilenmektedir. Bebek gözlemlerinde olduğu gibi, bu farklılıklar birden fazla ultrason seansı sırasında, tekrar tekrar tespit edilerek ilgi ve anlam kazanmıştır.
Bir başka çarpıcı durum ise çiftin diğer üyesine karşı bireysel tepkilerin çeşitliliğiydi. Bu açıdan ikizler bir kaç basit paterne göre davranmak ve tepki göstermekten çok uzaktılar. Bazıları en güçlü yumruk ve tekmelere karşı bile hiçbir tepki göstermiyordu. Bazıları teması algılayıp, çekilerek veya dönerek aktif tepki gösterir gibi görünüyordu. Bazıları temasa yanıt verirmiş gibi görünüyordu. Bazıları ise yalnızca temasa yanıt vermiyor, aktif olarak temas arıyor gibi görünüyordu.
Çiftin diğer üyesinden gelen temaslara yanıt verildiğinde de bu yanıtlar büyük farklılık gösteriyordu. Mesela yumuşak bir yanıt olabiliyor ve ikizler görünürde şefkatle yanaklarını birbirlerine sürtüyorlardı. Yada şiddetli olabiliyor ve her temas bir kavgayla sonlanıyor gibi görünüyordu. Kimi zamanlarda da temas anında bir karşı teması getiriyor, hemen arkasından aniden geri çekilme oluyor ve sanki ikiz dokunma sırasında elektrik çarpmasına benzer bir şeyle çarpılmış gibi görünüyordu.
Aslında her bir çift ilk aşamalardan itibaren hamilelik sırasında devam eden ve doğum sonrası yaşamda halen sürebilen belli bir ilişki özelliğine sahipmiş gibi görünüyordu. Bu nedenle ilk zamanlardan itibaren daha sonraki yaşamda da devam eden, bireysel ve çift paternlerinin ortaya çıkışı görülebiliyordu.
Bu noktaları göstermek için oldukça ayrıntılı iki örnek verilecektir. Durumu basitleştirmek amacıyla iki çift, çift yumurta ikizini örnek olarak seçtim. Çünkü tek yumurta ikizlerinde işler kesinlikle daha karmaşıktır. Ben bu araştırmada ele alınan konular gibi tartışmalı durumlarda adım adım ilerlemeyi tercih ediyorum.
BİRİNCİ GÖZLEM – Çift Yumurta ikizleri (1 erkek, 1 kız)
Yirmilerinin ortasında bir kadın olan Bayan C, ilk gözleme kendisi de yirmilerin ortasında olan kocası ile birlikte geldi. Oldukça uzun ve iri yapılı olan Bayan C, hiç makyajsız yüzü ve bir kuaföre uzaktan bile uğramamış haliyle solgun ve sade gözüküyordu. Giysileri belki de özellikle modası geçmiş gibi görünüyordu. Bu durum etrafın etkisiyle yerleşmiş, saygınlıkla birleşen bir tür çekingenlik izlenimi veriyordu. Bu haliyle 50’lerden kalma “iyi bir kız” gibi duruyordu. Sanki 60’ların cinsel devriminden veya 70’ler ve 80’lerin olaylarından etkilenmemiş gibiydi: aşık olabileceğiniz veya eğlenebileceğiniz bir kadın gibi değil de; evlenebileceğiniz klasik iyi aile kızı görüntüsündeydi. Aslında kocası eşine karşı herhangi bir şefkat belirtisi göstermiyor ve oldukça uzak duruyordu; hatta birkaç küçültücü imada da bulundu. Hemen kendisinin de işsiz olmasına karşın doktor olduğunu, karısının ise yalnızca bir hemşire olduğunu öğrenmemi sağladı.
Daha sonra kadın doğum doktorundan, İtalya’daki gençler arasında çok etkili olan, hedefine ulaşamamış ve fanatik üyelerine iş ve eş bulmalarında yardımcı olan aynı dini örgüt aracılığı ile tanıştıklarını öğrendim. Bay C çok yakışıklı olmasa da, biraz daha üstün olan ekonomik ve entelektüel temeline dayanarak eşini küçük görür gibiydi. Tüm bunlar sanki işleri çoktan bitmiş gibi üzücü ve sıkıcı bir izlenim veriyordu.
Kadın doğum uzmanları geldiğinde ve gözleme başladığımızda Bayan C ekrana daha çok bir görev duygusuyla bakarken; Bay C pek ilgilenmiyormuş gibi görünüyordu. Belki de yalnızca karısının pek sık sormadığı soru ve yorumlarla bizim doktorluk standartlarımıza yetişmesi gerektiği hakkında endişe duyuyordu. Bayan C o sırada 18 haftalık hamileydi ve çocukların cinsiyetleri ilk ölçümleri sırasında belirlenebilmişti: bir kız ve bir oğlan. Daha sonra Celia adı verilecek kız, kuşku verecek kadar küçük olan ve daha sonra Mark adı verilecek oğlandan çok daha canlı gözüküyordu. Kız ellerini, bacaklarını, kafasını, ayaklarını ve kollarını çok fazla hareket ettiriyordu: ayaklarını birbirine sürtüyor, esniyor, bacaklarını büküyor, arkaya atıyor, bacaklarını geriyor, ellerini birleştiriyor, parmaklarını ağzına koyuyor ve benzeri hareketler yapıyordu. O sırada aldığım notlarda şöyle diyordum: “Çok canlı görünüyor. Farklı hareketler, pozisyonlar, hisler denemekle ilgileniyor; etrafıyla ve yaşamla oldukça ilgilenecek biri gibi duruyor…” Ancak aynı canlılık ebeveynlerini sanki endişelendiriyordu. Nitekim her ikisi de şu yorumu yaptı: “Umarız doğumdan sonra durulur…”
Oğlan da çok hareket etmesine karşın bende tamamen farklı bir izlenim bıraktı: “Huzursuz görünüyor, sanki sürekli mümkün olmayan, hareketsiz bir huzur arıyor…”. Yüzünü elleriyle örterken dönüp duruyor ve bacaklarını sıkıca kapatıyordu. Kadın doğum uzmanlarından biri şöyle demişti: “Plasentasını tıpkı bir yastık gibi kullanıyor…bakın nasıl da kendisini içine gömmeye çalışıyor…”. Tekrar tekrar kafasını içine sokmaya çalıştı. Yine notlarıma baktığımda şöyle yazdığım görülüyor: “Herhangi bir uyaranın onu rahatsız ettiği izlenimi edindim…”. Aslında kız kardeşinden gelen herhangi bir uyarıya arkasını dönerek ve kafasını plasentanın uzak bir köşesine daha da gömerek yanıt verdi. Daha sonra kız kardeşi ayaklarının ve ellerinin daha yumuşak hareketleri ile onunla temas kurma girişimlerine devam ettiğinde, kız kardeşini şiddetli şekilde tekmeleyerek yanıtladı. Kız kardeşi de sanki bu güçten korkmuş gibi anında geri çekildi. Sonraki gözlemlerde de aynı paternler devam ediyordu: Mark kendisini plasenta yastığına giderek daha fazla gömerken, Celia aktifti ve zaten geniş hareket dağarcığına yenilerini ekledi. Celia erkek kardeşi ile temas kurmak için çalışmaya da devam etti ve yine her seferinde Mark kendisini geri çekti ve sık sık da Celia’yı yumrukladı.
Daha sonraki gözlemlerde Bayan C’ye bir teyzesi eşlik etti ve her ikisi de gözlemler boyunca çocuklar ve aileyle ilgili olaylardan bahsettiler. Bayan C işine en azından bir süre ara vermeye karar verdi ve gülerek mümkün olan en kısa zamanda yeni ikizler yapmayı umduğunu, çünkü geleneksel büyük ailelerden hoşlandığını ve ailesinde çok fazla ikiz olduğundan hedefine ulaşacağından emin olduğunu söyledi.
Bayan C benimle birlikteyken epeyce utangaç ve biraz mesafeliydi. Her zaman için benim varlığımdan hoşlansa da, biraz tehdit edici gördüğünü ve sanki onun güvenli ve iyi bilinen yaşam tarzından çok farklı birini yansıttığımı hissettim.
Bayan C hamileliğinin 27. haftasına geldiğinde kuvvetli kasılmalar hissettiği ve rahim boynu hafifçe açıldığı için hastaneye kaldırıldı. Kendisine tokolitik ilaçlar verildi ve neredeyse hamileliğinin sonuna kadar yatağa bağlı kaldı. Hastanedeki ilk birkaç gününe teslimiyet ile katlandı; ancak sonra giderek kaygılı ve huzursuz hale geldi. Kendisini birkaç kez ziyaret ettim. Bana evinin tanıdık ortamı dışında, hastanede olmaya dayanamadığını söyledi. Önceleri çocuklar konusunda çok endişeliydi ve hayatta kalmaları için en azından hamileliğin 34. haftasına kadar ulaşmayı hedefliyordu. Ancak zaman geçtikçe kaygısı giderek yayıldı ve aklını kaçırmaktan korkar hale geldi.
Kendisini ziyarete gittiğimde sürekli şöyle söylüyordu:“Buna daha fazla dayanamıyorum.. artık onları umursamıyorum… burada biraz daha kalırsam çıldırabilirim…” ve gerçekten de ciddi bir sinir krizinin eşiğinde gözüküyordu. Kocası kendisine hiç destek olmuyor, yalnızca meslektaşlarının kendisi hakkında ne düşündüğüyle ilgileniyordu. Kadın doğum uzmanlarıyla konuştum ve onlar da Bayan C’nin ruh halinden dolayı endişelendiler. Artık 34. haftaya ulaştığı ve açılma neredeyse aynı kaldığı için tedavisine evde devam etmesine izin verildi. Bayan C daha sonraları, hastanede kalışının ve o sıradaki ruh halinin çocuklar üzerinde yaratabileceği etkiden duyduğu endişeyi defalarca dile getirdi: “Hamilelik sırasındaki ruh halinin çocuğu etkilediğini söylüyorlar… o kadar endişelendim ki.. korkarım çok fazla acı çektiler…”.
Hastanede kaldığı süre içinde yaptığımız ultrason gözlemlerinde iki çocuğun da davranışları neredeyse hiç değişmedi. Belki biraz daha az hareket ediyorlardı, ancak bu durum olasılıkla, hareket edecek fazla yerlerinin kalmamış olmasından ileri geliyordu. Mark yüzünü plasentasına gömmeye ve yüzünü elleriyle gizlemeye devam ediyordu. Kimi zaman kordonuna sanki bir çapaya asılırmış gibi tutunuyordu. Bir keresinde de kordonunu yalar görünmüştü. Celia artık daha az hareket edebildiğinden yüzünün kaslarını daha çok oynatmaya başlamıştı ve çeşitli ifadeler seçilebiliyordu: gülüyor, esniyor, emiyor, kaşlarını çatıyor, dilini ve dudaklarını oynatıyordu. Ayrıca yoğun göz hareketi de vardı. Doğumdan önceki son gözlemde, Bayan C’nin hamileliğinin 38. haftasında bu hareket neredeyse hiç kesintisiz devam etti. Bu gözlem sırasında Celia’nın artık büyümesinin durduğu anlaşıldı ve doğumun bir an önce başlatılmasına karar verildi. İki gün sonra kadın doğum uzmanı telefon ederek çocukların doğduğunu ve durumlarının iyi olduğunu söyledi. Bana daha önceden telefon ederek doğum sırasında hazır olmama imkan tanıyamadığı için özür diledi ve her şeyin çok çabuk meydana geldiğini ekledi.
Ertesi gün Bayan C’yi hastanede ziyaret ettiğimde beni gördüğüne çok sevinmiş gözüktü. Hemen ve gururla “Şimdi oğlanı getiriyorlar!” dedi. Daha sonra bana doğumu anlattı. “Her şey çok hızlı oldu…inanamadım…doğumu onlar başlattılar…ne olduğunu anlayamadım bile…kadın doğum uzmanı bana itmemi söyledi…denedim…ama ne olduğunu anlayamıyordum…bacaklarımın arasında ılık bir şey hissettim…hala amniyon sıvısı olduğunu düşünüyordum…ama bebekmiş…oğlan…ona bakma fırsatım bile olmadı…benden aldılar…diğerini düşünmeliydim…kızı neredeyse unutmuştum…ama onu da iterek çıkarmam gerekiyordu…aslında birkaç dakika sonra o da çıktı…kız hemen ağlamaya başladı…oğlan ağlamadı…en azından çok uzun bir süre… karakterleri tamamen farklı…kız biraz sinirli bir tip, oğlan çok sessiz…orada olduğunu unutuyorsunuz. …”
Daha sonra kilolarında bile sorun olmadığını söyledi (Mark 2.800 gm ve Celia da 2200gm ağırlığında doğmuştu.“Neyse ki artık her şey bitti…cumartesi günü tamamen çıldırdım…pazartesi gününe kadar hastanede kalıp, kadın doğum uzmanının gelmesini beklemem gerektiğini söylediler… çıldırdım… bağırdım, hiç durmadan bağırdım…herkese küfrediyordum…yalnızca beni rahatsız etmemelerini istiyordum… o an bebekleri bile düşünmüyordum … onları düşünmeyi bırakmıştım…neyse ki artık her şey bitti.. 3-4 gün içinde oğlanla birlikte eve gidebileceğim…kızın kilosundan dolayı hastanede biraz daha kalması gerekiyor… ama yalnızca oğlanla eve gitmek bile bana yetecek…” Birkaç dakika sonra hemşire kucağında Mark ile birlikte geldi. Bayan C bebeği aldı ve gururla “Tıpkı babasına benziyor” diyerek bana gösterdi. Daha sonra da Mark’ın daha memenin ne olduğunun farkına varmadığını söyledi.” Memeyle oynuyor….dokunuyor ve asılıyor..kordonla yaptığı şeyi yapıyor…memenin ne olduğu hakkında hiçbir fikri yok… deniyorum…ancak büyük ihtimalle biberon vermek zorunda kalacağım…” Mark gerçekten de siyah saçları, küçük gözleri ve sivri burnu ile babasına çok benziyordu. Gözleri yarı kapalı ve alnı sürekli kırış kırıştı; bir şekilde sürekli yorgun ve yaşlı görünüyordu. Yüzünü sürekli elleriyle örtüyordu. Diğer şekilde tamamen hareketsizdi. Annesi memesinin ucunu ağzına sokmaya çalışıyor, ama Mark hemen geri çekiliyor ve ağlıyor, yüzünü ve ağzını daha da kapatıyordu. Anne iki veya üç kez tekrar deniyor ve yine bebek ağlıyor, geri çekiliyor ve yüzünü örtüyordu. Annesi diğer memeyi deniyor, Mark yüzünü memeye gömüyordu. Annesi “emmiyor… dayanıyor… biliyorsun, bu bir yastık değil” diyordu. Daha sonra anne denemekten vazgeçiyor ve “her halde bir faydası yok” diyor ve bacaklarının arasında bebek olduğu halde oturuyordu. Mark sanki gürültü, ışık, hareket vs. hepsi kendisine çok fazlaymış gibi yüzünde acı dolu bir ifadeyle gözlerini elleriyle kapatıyordu. Artık ayrılma zamanım geldi. Bayan C eve döndüğünde beni arayacağını söyledi. Orada olduğum sürece Celia’dan neredeyse hiç bahsedilmedi.
Celia’yı, Bayan C’yi evinde ziyarete gittiğimde gördüm. Bayan C kapıyı açarken kollarında Celia vardı. Celia’nın yoğun ve ilgi dolu bakışları hemen dikkatimi çekti. Gözlerini kocaman açmış bir halde etrafına bakınıyordu. Mark’dan çok daha canlı ve sevimli gözüküyordu. Bayan C: “Mark hala uyuyor…uyanması çok zaman alıyor…saatlerce esniyor, geriniyor ve dönüyor…uyanmak onun için çok zor…Celia farklı…kız çok daha uyanık…çok hareket ediyor ve etrafa bakmayı seviyor…oğlan her zaman üzgün ve ümitsiz gözüküyor…yalnızca kollarımda olmak istiyor..ancak..benim mi yoksa bir başkasının kolları mı olduğunu ayırabildiğini sanmam..kafasını birisinin göğsüne gömdüğü sürece keyfi yerinde…” dedi.
Mark’ın bu dünyaya uyanmakta yaşadığı zorluk sonraki aylarda da devam etti. Annesi sık sık şöyle diyordu: “Uyanmaktan nefret ediyor…saatlerce uyuyor… günde 36 saat…içeride olmayı seviyor..beşiğinde yada benim kollarımda…hep örtülü ve sarılı…kız ise tam tersi…içeride olmaktan nefret ediyor…dışarıya güzelce bakmasına izin vermediği için bebek arabasının kenarlarına bile dayanamıyor…oğlan tüm gün uyumayı seviyor…ışık bile onu rahatsız ediyor…evden çıkmak tahmin edeceğiniz gibi çok büyük bir sıkıntı…ışık onu rahatsız ediyor ve gürültü de keyfini kaçırıyor…Bu yüzden çocukları içeride tutuyordu. Ayrıca oğlan için “kesecik” adını verdiği bir taşıma çantası aldı. Evin içinde onunla taşıyor ve sıklıkla “Ben oğlanın yastığıyım…” diyordu. Bayan C eve geldikten sonra emzirmeyi bıraktı (Celia’yı emzirmeyi hiç denemedi) ve artık Mark gayet güzel yiyor ve kilo alıyordu. Ama beslenmesi tekdüze ve yarı hipnotik nitelikteydi. Gözlerini herhangi bir şeye odaklamadan veya tamamen kapalı tutarak biberona asılıyor ve saatlerce emiyordu. Her zaman aynı yavaş ve monoton sesi çıkarıyordu. Annesi “Onu beslerken uyuyakalıyorum…” diyordu.
Bayan C Mark’ı, fazla uyanık ve talep edici bulduğu Celia’dan daha çok seviyor (ancak Celia en azından ben varken hiçbir talepte bulunmadı) gibi görünüyordu. Bayan C ikizlere bakmanın zorluklarına, sessizce ve bir misyoner sabrı ile katlandı. Annesi ve kayınvalidesi evinin pırıl pırıl olmasına yardım ediyorlardı. Celia’yı da neredeyse sadece onlar kucaklarına alıyorlardı. Sanırım Celia’nın kız olması annesinin ona karşı daha uzak durmasında oldukça etkiliydi. Etrafta bir erkek olduğunda Bayan C’nin davranışı her zaman değişiyor ve dikkatini doğrudan oğlana yöneltiyordu. Bu arada Celia ve ben tamamen bir köşede kalıyorduk. Celia tüm bunlara rağmen erkek kardeşine karşı neredeyse hiç kıskançlık göstermiyor ve genellikle ona gülümseyerek bakıyordu. Zamanla Celia sanki bir temas kurmak için Mark’a dokunmaya çalışmaya başladı. Ancak Mark her zaman ya dönerek yada başka bir şekilde tepki gösteriyordu. Bayan C: “Ayırım yapmıyor…Celia ona dokunuyor.. o da Celia’nın elini yalıyor…her halde kendi eli olduğunu düşünüyor…” diyordu.
Mark 3 aylık olunca gözlerini biraz daha açmaya başladı; ancak bakışı her zaman boştu ve bir yere odaklanmıyordu. Yüzünün ifadesi de her zaman üzgün ve acılıydı. Annesi Mark’ın güçlü duygulara dayanamadığını anlattı: “Ne zaman gülse..veya bir şeye heyecanlansa … kusuyor…”, ancak anne bu konudan endişelenmiyordu. Aslında Mark ölü kişiliği ile evin geri kalanına, canlı kız kardeşinden çok daha fazla uyuyordu. Bayan C giderek yaşamdan daha fazla yoksun gözüküyordu. Her zaman tertemiz, derli toplu evi, koyu renkli ve büyük mobilyaları ile kasvetli ve tamamen ıssız görünüyordu. Eve gelenler ya yakın ilişkide olduğu ve sayıları oldukça çok olan aile üyeleri ya da aynı derecede kapalı, dini çevresinden olan kişilerdi. Başka her şeyden korkuyor ya da rahatsız oluyor gibiydi. Tüm canlılığı ve bastırılmış heyecanı adeta Celia’ya yansıyordu. Bayan C yalnızca insanlara gülümsediği ve dışarıya bakmayı sevdiği için Celia’yı sık sık “küçük orospu” diye çağırıyordu. Ayrıca Celia’nın erkek kardeşinin penisine çok fazla ilgi gösterdiğini söylüyordu. Bence Celia daha çok kardeşinin yüzüyle ilgilenir görünüyordu. Bayan C neredeyse tamamen evine kapalı yaşıyordu.
Bir keresinde yaşadığı küçük kasabadan yalnızca birkaç mil uzakta olmasına karşın Milano’ya hiç gitmediğini söyledi. Tüm yenilikleri, uyaranları ve belki de günaha teşvik eden çağrıları ile büyük şehir, olasılıkla Bayan C’nin kaldıramayacağı kadar büyük bir şeydi. Yaza doğru Bayan C olası bir tatil hakkında plan yapmaktan vazgeçti ve yazı evinde geçirmeyi tercih etti. Kocası giderek sahnede daha az görünüyor ve gittikçe daha fazla çalışıyordu. Kocası yaşlılara bakan hastaneleri ve yaşlı evlerini tercih etti. Sayısız ilişkisi olduğu ve Don Juan gibi davrandığı için herkesin kınadığı erkek kardeşine haset ediyordu; ancak daha az ölü bir yaşam yaşamayı düşünmekten bile tamamen aciz görünüyordu. Bir gün karısını göstererek şöyle demişti: “Sonsuza kadar bununla takılıp kaldım.”
Celia bir şekilde ailenin geri kalanına hiç uymuyordu; ancak yavaş yavaş canlılığının daha sığ hale geldiği izlenimini edindim. 8 aylık olduğunda ayağa kalkmaya ve yürümeye başladı. Mark kız kardeşinden çok daha güçlü olmasına karşın daha yavaş bir motor gelişim gösteriyordu. Celia genellikle ona yaklaşıyordu; ancak neredeyse her seferinde Mark onu itiyordu. Sonraları da sık sık onu düşürmeye başladı.
Bir yaşına geldiklerinde, Celia odadan odaya gitmeyi ve yeni şeylere ve yeni oyuncaklara dokunmayı ve onları keşfetmeyi sever hale geldi. Bu arada Mark da (artık yürüyebilmesine karşın) çoğunlukla annesinin kucağında oturuyordu. Annesi “İnatla hep aynı oyuncağa ve bana tutunuyor…ben tıpkı yastığı gibiyim…ben yoksam hemen başka bir tane buluyor…”diyordu.
İKİNCİ GÖZLEM – Çift Yumurta ikizleri (1 erkek, 1 kız)
Yirmilerinin sonuna gelmiş Bayan D ile ilk ultrason seansından birkaç gün önce tanıştım. Araştırmamız hakkında ayrıntılı bilgi almak için kadın doğum uzmanlarına benimle görüşmek istediğini söylemişti. Randevuya modası geçmiş bir giyim tarzı ve makyajla geldi. Bu durum, Bayan C’de olduğu gibi yarı ideolojik bir durumdan değil de; göreceli olarak daha mütevazı bir sosyal sınıftan gelmesinden kaynaklanıyordu. Bayan D, kısa açık mavi paltosu, uzun küpeleri, küçük görünen çantası ve uzun topuklu, sivri burunlu ayakkabıları ile Bayan C’nin sıkıcı utangaçlığından çok daha farklı bir izlenim bırakıyordu. Sıcak gülümsemesi, parlak ve şefkatli büyük mavi gözleri, zekası ve tok sözlülüğü sizi hemen sarıyordu. İlk olarak ultrasonların çocuklar için tehlikeli olmayacağından emin olmak istedi. Sonra da araştırmamla çok ilgili göründü. “Bebeklerin hepsi farklıdır…bunu en başından görebilirsiniz..fetusların da niye ayrı olmaması gerektiğini anlamıyorum…ve ikizler…tek yumurta ikizlerinde bile bazı farklılıklar olduğuna eminim..biz hepimiz farklıyız…” dedi.
Çocukların doğumundan sonra kendisini evinde ziyaret edeceğimi öğrenince çok rahatladı. “Benim için çok daha iyi…ikisiyle birlikte çok meşgul olacağıma eminim..üstelik bu benim için ilk olacak…” Daha sonra dört yıldır evli olduğunu ve çocuk yapmaya karar vermeden önce ‘Biraz özgürlüğün tadına vardığını’ anlattı. O ve kocası seyahat etmeyi seviyorlardı. Avrupa’da pek çok ülkeyi gezdiklerini anlattı:“Biliyorsunuz imkanlarımız kısıtlı…her zaman birkaç arkadaşımız ve motosikletimiz ile…… seyahat etmek ve yeni ülkeler görmek ve yeni insanlarla tanışmak çok eğlenceliydi…ancak çok yakında 30 olacağım…ve otuzdan önce çocuk sahibi olmanın daha iyi olduğunu söylüyorlar…bu yüzden yerleşik düzene geçmeye karar verdik…iki çocuk istiyorduk..işte şimdi de böyle…bu bize yetecek…ikiz beklediğimizi söylediklerinde inanamadık..ilk önce şok olduk…ama sonra aslında memnun olduk…belki de aynı zamanda biraz da sinirimiz bozuldu… sonra durumumuza çok güldük…”
Bayan D ertesi hafta ilk ultrason gözlemi için geldi. 20 haftalık hamileydi ve tek başınaydı. Beni görmüş olmaktan memnun görünüyordu. Oğlan kızdan daha küçükse de çocukların (artık cinsiyetlerini söyleyebiliyorduk) büyümesinin iyi olduğunu öğrenince çok rahatladı. Gözleme büyük bir dikkat ve zeki yorumları ile katıldı. Küçük oğlan (Luke) kızdan çok daha aktif görünüyordu. Dönüyor, tekmeliyor, pozisyonunu değiştiriyor, bacağını rahim duvarına doğru geriyordu ve Mark’ın gözlemlerinin tümündeki umutsuz huzursuzluktan hiç birini göstermiyordu. Annesi şöyle dedi: “Aman Tanrım…oğlana bakın…ne kadar küçük ve daha şimdiden orada kalmaktan sıkılmış görünüyor..” Bende de aynı izlenimi bıraktı ve notlarıma şöyle yazdım: “Oğlanı seyretmek birkaç aylık bebeği, yahut küçük bir yetişkini seyretmek gibi…neredeyse bir fetus olduğunu unutuyorsunuz…güçlü ve ilginç bir kişiliği var gibi gözüküyor…”
Zaman zaman motor faaliyetlerini kesiyor ve dikkatini kız kardeşine çeviriyor gibi görünüyordu. Elleriyle uzandı ve aradaki zardan kız kardeşinin yüzüne hafifçe dokundu. Kız kardeşi de yüzünü ona dönerek yanıt verdiğinde bir süre yumuşak, yanak yanağa birbirlerini okşar gibi bir tablo çizdiler. O andan itibaren onlara “nazik ikizler” adını taktık. Alicia kardeşinden çok daha hareketsiz gözüküyordu. Çoğu zaman uyuyor veya kafasını ve ellerini neredeyse anlaşılmayacak şekilde hafifçe hareket ettiriyordu; ancak erkek kardeşinin yumuşak uyarılarına her seferinde yanıt veriyordu. Ancak Luke kendi dönme, gerinme vs. eylemlerine geri döndüğünde, Alicia da hareketsiz haline ve/veya uykuya geri dönüyordu.
Sonraki gözlemlerimizde Luke aktif olmaya, Alicia da daha pasif olmaya devam etti. Luke, ilk gözlemde tanık olduğumuza çok benzer bir şekilde zaman zaman kız kardeşi ile yumuşak bir temas kurmaya çalıştı; önce kızın yüzüne uzandı, sonra da karşılıklı, yüz yüze okşamaya başladılar. Bay D de ikinci gözlemden itibaren hazır bulundu. Daha utangaç ve içe dönük yapısı yanı sıra belirgin mütevazı kişiliği ile Bay D, kendisine göre daha coşkulu olan eşine karşı çok nazik ve sevgi doluydu. Ayrıca çocuklarla da çok ilgiliydi. Çok zeki ve hassas yorumlar yapıyordu. O da Luke’un “olgunluğunu” fark etti. Çocukların özellikle de Luke’un hacmi büyüdükçe klostrofobik duygular hissedebileceğinden giderek daha fazla endişe duydu: “Zavallı şey.. orada çok sıkışmış gözüküyor… dışarıya çıkmak ister gibi duruyor…”
Birkaç gün sonra Bayan D bazı kasılmalar hissetti. Bir tedavi önerildi ve bir süre yatakta kalması istendi. Sonraki gözlemlere geldiğinde daha kaygılı görünüyordu ve her şeyin artık yolunda olduğunu öğrendiğinde çok rahatladı. İki çocuk arasında okşama temasları o gün özellikle belirgindi ve Bayan D şöyle dedi: “Birlikte sarılmış gözüküyorlar…oğlanın kızı nasıl okşadığına bakın..” Kocası da çocukların temaslarından etkilenmiş görünüyordu. Onlara bakarken bazı çok önemli metafizik sorunlarını, basit ancak akıllıca dile getiriyordu:“Orada başka bir kişi olduğunu bildiklerine…sınırları hissettiklerine…ve kendilerinden haberdar olduklarına inanıyorum…ama başkaları belki de kızın, oğlanın hareketinin kendisi dışında birinden geldiğini fark etmediğini söyleyebilir… veya belki de kendilerine o kadar dönüktürler ki kendileri dışında başka bir şey veya başka birinin varlığından haberdar olamayabilirler…ancak bu görüntüler çok ikna edici…”Daha sonra da şöyle dedi: “Tabii kanıtlayamam…ama bana daha şimdiden her biri kendi bireyselliğine sahip iki ayrı varlık olarak göründüler…”
Sonraki gözlemde Luke’un son seferinden bu yana çok az büyümüş olduğu ve Bayan D’nin kan basıncının biraz arttığı tespit edildi. Bayan D, o gün oldukça kaygılıydı ve kocası da eşi için çok endişeleniyor görünüyordu. Bay D gözlem boyunca sessizdi ve bir eliyle karısının elini tutarken, diğer eliyle de onun saçını ve yüzünü yavaş yavaş okşuyordu. Çocukların davranışlarında pek az değişiklik vardı ve pek çok kez kafa kafaya temas gözledik. Birkaç gün sonra Bayan D, kan basıncı hala yüksek olduğu için hastaneye yatırıldı. Kısa bir süre sonra doğum sancıları başladı ve çocuklar çabucak doğdular.
Ertesi gün hastanede ziyaretine gittiğimde, Bayan D beni gördüğüne çok memnun oldu ve heyecanla doğumu anlattı: “Önce oğlan geldi…sonra da kız geldi…kiloları arasındaki fark çok bariz…oğlan incecik, kemikli bir şey ve küçük bir kuşa benziyor…ve karakterleri, biliyorsunuz… tıpkı içeride gördüğümüz gibi…çok canlı ve uyanık…nasıl her zaman hareket edip, oynadığını hatırlıyorsunuz değil mi?…kız tamamen farklı…kız çok sakin…”
Daha sonra kocası ve babası içeri girdiler. Babasını benimle tanıştırdı. Babası kocaman elleri, rüzgar ve güneşin kırıştırdığı kalın derisi ile bir çiftlik işçisine benziyordu. Baba çok belirgin bir güney aksanı ile konuşuyordu. Sonra köye ait bir yorum yaptı: “Onları beslemek için bir inek, bir keçi ve pek çok ota ihtiyacımız olacak…”Daha sonra, her gün gelip kızının alışverişini yapan, gazeteleri getiren ve kızına çok yardımcı olan, çok kibar bir adam olduğunu öğrendim. Bay D de beni görmüş olmaktan memnun görünüyordu; o da aynı şeyi doğruladı: “Tıpkı rahimdeki gibiler…oğlan çok daha aktif ve uyanık…” Bebekleri yalnızca bulundukları bebek odasının camından görebildik. Bayan D kısa zamanda eve gitmeyi umduğunu söyledi: “İstersem Luke’u burada bırakıp, Alicia ile şimdi eve gidebileceğimi söylediler…ancak oğlanı burada yalnız başına bırakma düşüncesine katlanamıyorum…” Daha sonra her ikisinin de iyi olduğunu öğrenince rahatladığını söyledi; “Nefes alıyorlar… yiyorlar…ve iyi sindiriyorlar. .çok korkmuştum …hamileyken gerçekten kaygılıydım…hep onlar için endişeleniyordum…”
Sonraki hafta Bayan D hala hastanedeydi. Bana tekrar Alicia ile eve gitmesini önerdiklerini söyledi. “Ama kabul etmedim…oğlanı burada tek başına bırakma düşüncesine dayanamıyordum…”Orada olduğum süre içinde Luke’u beslemeye çalışıyordu (kendi sütü ile dolu bir biberon kullanıyordu). Luke gerçekten çok küçük görünüyordu ve inanılmaz büyük mavi gözleri vardı. Çok uyanıktı ve boyut olarak olmasa da yaşından çok büyük görünüyordu. Bakışı ve ifadesi ilginç bir yoğunluk ve bir çeşit asalet taşıyordu; sanki kendisine acınmasını veya ayrıcalıklı bir özen gösterilmesini istemeyen, bir birey gibi davranılmasını isteyen biri gibiydi. Bayan D onları hemşirelerle birlikte sırayla beslediğini anlattı: “Adaletsiz davranmak istemiyorum…bu yüzden bir seferinde oğlanı besliyorum…diğer seferinde ise kızı…” Bana ayrıca her zaman nasıl onların yanında olmaya çalıştığını anlattı. “Oğlan kuvözdeyken… onların yanına gittim… onlara dokundum ve onlarla konuştum…”
Sonraki birkaç ay Bayan D’yi evinde ziyaret ettiğimde çocukları nadiren gördüm. Çünkü çoğunlukla ben geldiğimde uyuyorlardı. Bayan D’nin benim orada olmamı, özellikle kendisi ihtiyaç duyduğu için istediği izlenimine kapıldım. Çocuklar kreşe gidecek kadar büyüyene dek işi bırakmaya karar vermişti. Bana izolasyonun (ailesinden izole değildi; ailesi her zaman orada ve yardıma hazırdı) ve çocukların bitmeyen isteklerini yerine getirmesinin, hayli ağır bir yük olduğunu; ancak yine de onlarla olmaktan mutlu olduğunu söyledi. Onu ziyaret ettiğim her seferinde bana ailesinden ve yaşamından söz etti. Bana kahve ve küçük köyünden gelen birkaç şişe lezzetli zeytinyağı ikram etti. Ayrıca benim hakkımda, çocuklarım, ailem ve işim hakkında da sorular soruyordu. Ancak özel hayatıma girilmiş olduğunu hissetmekten daha çok, sıcaklığını, kendiliğindenliğini ve cömertliğini çok dokunaklı buldum. Yaşamı zor geçmişti. Buna karşın Bayan D bu zorluklardan vakurla bahsedebiliyordu. Her zaman bu zorlukları büyük bir cesaret ve inanç ile karşılamıştı. Bayan D, Güney İtalya’nın küçük, fakir bir köyünde altı çocuğun en büyüğü olarak doğmuştu. Babası geçimlerini temin etmek için Almanya’da çalışırken, annesinin kardeşlerini büyütmesine yardım etmişti. “Hepimiz aynı odada yaşıyorduk…bu küçük dairem bile şimdi bana saray gibi geliyor…” 14 yaşındayken babasının işten çıkarılması ve hastalanması üzerine, şanslarını Kuzeyde Milano’da denemeye karar vermişlerdi. Bayan D 14 yaşında çalışmaya başlamıştı. Hala Milano’nun sert etkisini ve bilgiç insanlarının, aksanı ve kıyafeti nedeniyle kendisiyle alay etmesini hatırlıyordu. “Ancak artık her şey farklı…artık büyüdüm… sonra 16 yaşındayken kocamla tanıştım ve her şey değişti…çok sevecen ve nazik…ve tüm o şeylerin önemi kalmadı…”
Kocasının izleri evin her yerinde izlenebiliyordu. Görüldüğü kadarıyla eve gelir gelmez çocuklar için bazı yeni oyuncaklar yapıyor, onlarla saatlerce oynuyor ve konuşuyordu. Çocuklar her zaman Bayan D’nin konuşmalarının merkezindeydi; her seferinde çocukların ne durumda olduğunu anlatıyordu. Pek çok genç anne gibi neredeyse herkesten bu konuda öğüt alıyordu; ama zaten içgüdüleriyle onlar için neyin iyi olduğunu biliyor gibiydi. “Doktor bana ışığın onları rahatsız edebileceğinden dolayı odayı karanlık tutmamı söyledi…ama bence çok saçma: artık içeride değiller ki! Yavaş yavaş bu dünyaya alışmak zorundalar…gündüz ile geceyi ayırmayı öğrenmeleri gerek…ayrıca bana çok fazla ses yapmayın da dedi…tabii bizim seslerimizi duyuyorlar…insanlara alışmak zorundalar…aslında sesleri seviyorlar ve sese yanıt veriyorlar… kocam klasik müziği çok sever…bu yüzden odalarına bir hoparlör koyduk ve bayıldılar.”
O sıralarda çocukları çok az gördüm ve gördüğüm kadarıyla her biri kendi tarzında da olsa yaşamı gerçekten seviyor gibi görünüyorlardı. Luke özellikle çok uyanıktı; etrafa büyük bir ilgiyle bakıyor, gülümsüyor; hatta bazı sesler çıkarırken sanki bazı sözcükleri söylemek ister gibi dudaklarını bile kıpırdatıyordu. Alicia daha bebeksi görünüyordu, adeta insanın sarılası geliyordu. Alicia bütün olarak çevresiyle daha az ilgiliydi ve çevresinin daha az farkındaydı. Bayan D’nin söylediği gibi “Oğlan çok daha zeki..onu aldığımda hemen fark ediyor…çok seviniyor…etkileşime girmeyi seviyor…bazı sesler çıkardığını bile fark ettim…inanamadım…bu kadar küçükken hem de…Alicia farklı…o daha çok bebek gibi…Alicia yemeyi seviyor…ağzına çok fazla odaklanıyor gibi…kız, oğlan kadar zeki değil..” Benim de izlenimim buydu: Alicia’nınki Mark’ta olduğu gibi dışarıda yaşamayı kabul edememe sorunundan çok, bir zeka sorunu gibiydi. Kesinlikle mutlu ve halinden memnundu, ancak temelde erkek kardeşinden çok daha az zekiydi.
Daha sonra Bayan D iki aylığına tatile gitti; o yıl hava dayanılmayacak kadar sıcaktı ve kayınvalidesi gölün kenarındaki küçük evinde kalabileceklerini söylemişti. Alicia ve Luke’u tekrar gördüğümde yaklaşık 6 aylıktılar. Alicia artık çok gülümseyen, ancak çok az şey yapan, halinden memnun ve oldukça uysal bir çocuk gibi görünüyordu. Bayan D: “Fiziksel olarak kız oğlandan çok daha büyük…ancak oğlan kesinlikle çok daha uyanık…bunu daha rahimdeyken anlamıştık değil mi? ”demişti. Bayan D’nin dediği gibi “Oğlan her zaman için daha küçük ama daha canlı oldu”, oğlan çok daha canlıydı, hareket ediyor ve sık sık pozisyon değiştiriyordu. Ancak Bayan D, Alicia’nın daha az zeki durmasını kesinlikle ona karşı kullanmıyordu. “Kız oğlandan çok daha tatlı,…kimi zaman acaba birini diğerine tercih ediyor muyum diye merak ediyorum…kimi zaman biri diyorum…kimi zaman da diğeri…kız çok daha tatlı gözüküyor…daha korumasız… olasılıkla ona karşı zayıf bir yanım var…Luke ne istediğini biliyor..üstelik kendini herkese sevdirmeyi de biliyor…her halde kocamın da ona karşı zayıf bir yanı var…”
O dönemlerde bebekler arasında bir miktar sosyal etkileşme izlemeye başladım. “Artık gerçekten birbirlerine bakıyorlar…gerçekten etkileşime giriyorlar..bazen oğlan kızı kıskanıyor.. ancak çoğu kez kıskanmıyor…genellikle oğlan teması başlatıyor, kıza dokunuyor, onu okşuyor… ve kız da gülüyor…”
Sonraki aylar boyunca Luke eylemlerini çok fazla genişletti. Her şey, özellikle de piyano çalmak ve kitaplardaki resimlere bakmak gibi daha çok “yetişkin”lere özgü eylemler ilgisini çekiyordu. Ayrıca çok sosyal olmaya da devam ediyordu ve kısa bir süre sonra birkaç sözcük söylemeye başladı. Annesinin dediği gibi “Luke her zaman büyümek istiyordu…kimi zaman ne kadar küçük olduğunu unutuyorsunuz…onu yıkarken her seferinde bunu hatırlıyorum, hala çok küçük ve kırılgan gözüküyor…ancak her zaman bir yetişkinmiş gibi bakıyor…” Alicia daha çok tekdüze ve tekrarlayan eylemlerle ilgileniyordu; ancak çok gülüyordu. Oğlandan çok daha sonra konuşmaya başladı. Ayrıca Alicia daha geç yürüdü. Annesinin dediği gibi “Kız her zaman oğlanın birkaç ay gerisinde…”
Bir yaşına geldiğinde bebekler yürüyebiliyorlardı. Konuşmaya başlamışlardı ve birbirleriyle oynamaktan büyük zevk alıyorlardı. Bayan D, doğum günlerinde bana şöyle dedi: “Umarım çocuklarla ilgili çok fazla hata yapmamışımdır… biraz yaptığımdan eminim…belki de onları biraz şımarttım..ama sanmıyorum…kim ikisiyle yapabilir ki? Zaman inanılmaz bir hızla geçiyor…hatırlıyor musunuz…onları nazik ikizler diye çağırıyorduk…sanırım bugün hala bu doğru…birbirlerine karşı nazikler…bazen oğlan kızın bir taraflarını çiziyor…ancak bu genellikle kazayla oluyor…sevgilerini göstermek için birbirlerine dokunuyorlar.” O dönemde en sevdikleri oyun perdenin her iki yanına saklanmak ve perdeyi biraz da ayırıcı zar gibi kullanmaktı. Daha sonra Luke elini perdeye koyuyor, Alicia da kafasıyla uzanıyor ve cıvıltı gibi sesler ve gülümsemeler ile birbirlerini karşılıklı okşuyorlardı.
Son Sözler
Fazla yerim olmadığından, bu gözlemlerle ilgili her şeyi bildiremiyorum. Ancak yine de bunlardan bazı sonuçlara ulaşılabileceğini veya bazı izlenimler edinilebileceğini umuyorum.
Tek Yumurta ikizlerini ve bu ikizlerle ilgili daha karmaşık soruları bir kenara bırakırsak; bu çalışmada, araştırmaya başlamadan önce aklımdaki sorulara yönelik kaç yanıt verilebilir?
İkizlerde de bireyselliğin, tekli fetuslarda olduğu gibi ilk aşamalardan itibaren var olduğu izlenimi ediniliyor. Rahmin hamilelik sırasında paylaşılması gerçeği, olasılıkla doğum öncesi deneyimleri etkileyebiliyor. Ancak her bir çocuğun huyunu etkilemiş görünmüyor.
Bu gözlemler, fantezi veya duygusal yaşam bakımından annenin fetus üzerindeki etkileri üzerine daha tedbirli yaklaşılmasını gerektiğini akla getiriyor. Bir annenin hamilelik sırasında ne düşündüğünün veya hissettiğinin fetus ile alakasız olduğunu söylemiyorum; ancak belki de gelecekteki zihinsel sonucu belirlemesi açısından o kadar da ilgili olmayabilir.Veya belki de işler tek bir lineer ve basit denkleme indirilebilecek kadar düz değildir. Her zaman fetusun bireysel kişiliği hesaba katılmalıdır. Her iki gözlemde de annelerin tavırlarının doğuştan gelen eğilimlerin güçlendirilmesi veya engellenmesi açısından son derece önemli olduğu görülse de; aynı tavırların doğumdan önce her bir ikizin temel kişiliği üzerine etkisi biraz daha şüphelidir. Celia ile Mark veya Alicia ile Luke aynı anneyi paylaşmalarına karşın en başından beri büyük farklılık gösterdiler. Her iki anne de hamilelikleri süresince veya en azından bir döneminde çok kaygılı günler geçirdi. Bayan C bir süre için ciddi bir psikotik krizin eşiğine bile geldi. Yine de çocukları eskisinden pek farklı davranmadı: Celia hala yaşamla ilgilenir görünürken; Mark’ın yaşama karşı toleransının düşük oluşu eskiye dayanıyor gibiydi.
Bireysellik sorunu beraberinde psikolojik doğum sorununu da getiriyor ve psikolojik doğumun eğilimi de yine oldukça bireysel görünüyor. Belki de fetus söz konusu olduğunda psikolojik farkındalıktan bahsetmek daha uygun olur. Çünkü psikolojik doğum terimi, dünyevi çağrışımı ile sınırlayıcı ve yanıltıcı olabilir. Luke gibi bazı çocuklar doğumdan uzun süre önce psikolojik olarak uyanık gözükürken; Mark gibi olan diğerleri doğumun doğal duraksamasından çok sonra bile psikolojik olarak doğmayı reddeder görünüyorlar. Gözlemleyebildiğim kadarıyla böyle bir duraksama (en azından komplikasyonsuz doğumlarda) regresyonu ve akıl sağlığının gelişimini harekete geçiren bir dönüm noktası olarak görünmüyor. Doğum kesinlikle önemli bir çevre değişikliği anlamına geliyor. Aynı zamanda fetusun inanılmaz bir hızla gelişme ve olgunlaşma aşamalarından geçtiği bir ortamdan, olgunlaşmanın yavaşça sarmalanan bir süreç olduğu başka bir çevreye geçişi de temsil ediyor.
Bazı bebekler doğum için tamamen olgunlaşmış görünür; bu bebekler için doğum doğal ve hatta hoş karşılanan bir olay gibi görünür. Bazıları ise doğumdan ya da belki de yaşamın her şeklinden korku duyarlar. Mahler’in “İnsan yavrusunun biyolojik doğumu ile bireyin psikolojik doğumu eş zamanlı değildir…” (Mahler et al 1975) yorumu, onun söylediğinden biraz daha farklı bir anlamda ele alınmalıdır; psikolojik doğum da oldukça bireysel bir durumdur. Psikolojik doğum, çocuğun temeldeki huyuna, doğum öncesi ve sonrası dönemin dış koşullarına göre gelişmenin çeşitli aşamalarında meydana gelebilir. Bazı durumlarda doğumdan bile önce meydana gelirken; bazı durumlarda ölümden önce bile meydana gelmeyebilir. Dış şartlar (travmatik bir hamilelik veya doğum) daha sonra bir geri çekilme ortaya çıkarabilir veya daha en başından bu dünyaya açılmayı imkansız kılabilir. Bu noktalardan bazılarını daha önceki iki çalışmamda ele almıştım (Piontelli, 1989, 1988).
İkiz gebeliklerde başka birinin varlığı daha erken bir farkındalığı hızlandırıyor gibi görünmemektedir: Mark kafasını plasenta kalkanının derinlerine gömerken, kız kardeşinin tekmelerinin farkına varmamaya devam ediyordu. Aksine Luke ise rahmin sınırlarını araştırmaktan zevk aldığı gibi, kız kardeşinin arkadaşlığından da zevk alır görünüyordu. Fark edilen noktalardan biri, her bir çift ikizin ilişki kurma şeklinin nasıl erkenden oluştuğuydu. Mark da olduğu gibi ilişki kurmama da aynı zamanda bir tür reaksiyon verme olduğu için yine bir çeşit ilişki kurma oluyordu.
Pek çok annenin “oğlan (veya kız) için benden daha önemli…ben onlar için ikinciyim.” dediklerini duymuş olsam da; bunun gözlemlediğim her çift için geçerli olduğunu söyleyemem. Yalnızca bir çift ‘tek yumurta’ ikizi dış dünyaya tamamen kapalı, sınırlı bir ilişki içerisinde görünüyordu; ancak doğum sonrası ortamları da doğum öncesi eğilimlerinin güçlenmesinde önemli bir rol oynadı. Tabii ki bir ikiz yine de bir ikizdir ve iyi veya kötü diğer ikiz her zaman için hayatında önemli bir dönüm noktasını temsil eder. Gözlemler sırasında bu durum özellikle kreşe başlamak gibi daha genişlemiş durumlarda ortaya çıktı: birbirinden nefret eder gibi görünen ve evdeyken kavga eden ikizler bile, tanımadıkları insanlarla karşılaştıklarında hemen bir araya geliyorlardı.
Daha genel sonuçlara varmadan önce pek çok çiftin gözlenmesine gereksinim vardır. İkiz çalışmalarından daha pek çok izlenim edinilip, delil toplanabilinir. Şu an için Bay D’nin söylediği gibi “Tabii ki bunu kanıtlayamam…yine de bu görüntüler çok ikna edici…” İşte bu durum, bebek gözleminin ikilemi ve sorunudur. Ancak yine de, birisi çıkıp bunu daha ikna edici şekilde “kanıtlayana kadar”, tanımlamalarımla başkalarının bu tür araştırmalara devam etmelerini sağlayacak derecede ilgilerini uyandırabileceğimi umuyorum.
ÖZET
Bu çalışmada ikizlerle ilgili yapılan araştırma anlatılmaktadır. Pek çok çift doğumdan önce ultrason yardımıyla, doğumdan sonra da Bick tarafından tanımlanan bebek gözlemi yoluyla gözlenmiştir.
Öncelikle ikizleri çevreleyen mitolojiden ve ikiz çalışmalarına dair klasik yazından bahsedilmektedir. Arkasından araştırmanın tarifi yer almakta; sonra da bireysel huyların erken işaretlerinin rahimdeyken bile gözlenebildiğini göstermek için iki örnek verilmektedir. İkizlerin her biri çok erken aşamalardan itibaren kendi huyuna sahip görünmekte ve her çift en başından itibaren karakteristik bir davranış tarzı oluşturur izlenimi vermektedir. Çiftin hem huyunun hem de davranışlarının, doğumdan sonra da aynı yönde devam ettiği görülmektedir.
ALESSANDRA PIONTELLI, Milano