ERGEN VE TERAPİST

 

Giriş

 

Ergenler, herkesin bildiği gibi, onlarla etkileşim içinde olan herkese bir dizi sorun yaşatabilir. Terapistler bu konuda istisna teşkil etmez. Ergenlerle psikoterapi, terapisitin çok yönlü ve becerikli olmasını ve aktif dinleme, gözlemleme, özdeşim modeli olma, güvenli bir ortam sunma, eğitim, cesaretlendirme ve teşvik sağlama, sınırları belirleme, açıklık getirme, aktarım, karşıt aktarım ve dirençleri yorumlama gibi bir dizi karmaşık terapötik müdahaleyi başarı ile yapabilmesini gerektirir. Terapinin sanatsal tarafı bu güçlüklerle uzlaşma yollarının bulunmasında yatar. Blos’a göre terapist kendini öncelikle narsisitik bir doyum nesnesi olarak sunmalıdır. Çünkü ergenin temel amacı çatışmaların çözümü değildir ve terapi bu amaç üzerine kurulmamalıdır.  Laufer çifti de, ergenlikten öncesinin ergenlik krizi yatışana dek, bir başka deyişle ergenliğin sonuna dek, yorumlanmamasından yanadır. Anna Freud göre ise “Ergen analiz edilemez. Bu giden bir trenin arkasından koşmaya benzer” der. Özetle, ergenlerin psikoterapisine ilişkin detaylı bir yönerge mevcut değildir. Dahası, ergenlerle çalışan neredeyse tüm klinisyenler, işe ergen hastalarla uğraşmanın zorluklarını anlatmayla başlarlar. Ancak ergenlerle psikoterapötik çalışma süreci, sadece provokasyon, hostilite ya da diğer yıkıcı özellikleri ile uğraşmaktan ibaret değildir. Bunun yanında, erişkin hastaların psikoterapilerinde görülmeyecek sıklıkta, yapılan yardıma olumlu tepkiler ve ruhsal durumda hızlı gelişmeler gibi yüz güldürücü sonuçlar elde edilebilir.

 

Terapötik İlişki

 

Ergen ve terapistin arasındaki etkileşimin en önemli özelliği birbirleri üzerinde yarattıkları etkidir. Bu etkinin birbirinden ayrılması gereken iki farklı özelliği bulunur; birincisi aralarındaki gerçek ilişki, diğeri ise aktarım düzeyinde gelişen ve sıklıkla geçmişte bastırma ya da bölmenin kullanılması nedeni ile yaşanmamış duyguların terapötik ilişki düzeminde yaşanmak üzere harekete geçmesi durumudur. Terapinin başlangıcında beklentilerin, sınırların ve yapının iyi açıklanması, dürüst ve içten davranılması ilerleyen dönemlerde ergen ve terapist arasında gerçek düzlemde çıkacak olası ilişki sorunlarını önleyebilir. Ergenler erişkinlerin koyduğu kuralları zorlamak konusunda uzmanlaşmışlardır. Bu kuralları kendi çıkarları doğrultusunda genelleştirmeler yaparak bozmaya çalışırlar. Ergenlerle terapötik çalışmalarda ergenlerin söylediklerinden çok yaptıklarına odaklanmak daha uygun olacaktır. Ergenlerin davranışları karşısında tedavi ekibi içinde karşıt duygular ve düşünceler yaşayanlar olabilir. Bir kısım klinisyenler daha yoğun ve uzun bir yardım planı ile ergenin güçlüklerine yardımcı olunabileceğini düşünürlerken, diğerleri ergenin umutsuz vaka olduğunu ve daha korunaklı bir ortama gönderilmesinin gerekliliğini savunabilirler. Ergenlerin bağımsızlıklarını şekillendirmeye ve erişkinlere karşı otonomi kazanmaya çalıştıklarını unutmamak gerekir. Bu gelişimsel hedef, terapinin ergeni kendi ayakları üzerinde durabilen, kendine bakabilen bir birey olmasına yardım etme hedefi ile örtüşür. Bu nedenle ergen, terapisti gibi olma eğilimi içine girebilir. Öte yandan terapistine bağlanma ve yakınlaşma, infantil nesnelerine olan bağımlılığını çağrıştıracağı için katlanması güç duyguları ortaya çıkarabilir.

 

Terapistin eğitimi boyunca, ergen ile arasıdaki, sınırları iyi kontrol edebilmeyi öğrenmelidir. Böylece ergen ile terapist arasındaki sınırlar birbirine karışmaz. Buradaki sorun, eğer terapistin sınırları çok keskin olursa, ergen ile arasında sağlıklı bir iletişim gerçekleşemeyecek, öte yandan sınırlar çok gevşek ise terapötik ilişkide bir belirsizlik gelişecektir. Bir terapist bu iki durum arasındaki dengeyi nasıl oluşturur? Burada önemli olan, ergenin terapisti ile ilişkisinde kullandığı yansıtmalı özdeşimin yoğunluğu ve kalitesi ile terapistin bu yansıtmaların esiri olmadan, onları reddetmeden, ya da hiçbir işlemden geçmemiş haliyle geri yollamadan bir süre katlanabilme kapasitesini gösterip göstermediğidir. Terapistin bireysel analiz yada terapi sürecinden geçmiş olması (ki analitik terapi eğitiminde bu zorunludur) bu durumların üstesinden kolayca gelebilmesine yardım edecektir. Çünkü, aynı yoğunlukta ve şiddette olmasa da, benzer bir durumu kendisi de terapisti ile deneyimlemiş olacak ve nasıl davranılması gerektiğini yaşayarak öğrenecektir.

 

Bazı terapistler doğuştan yetenekli ve bu işe çok uygun olabilir, bazıları ise eğitimle aynı noktaya gelebilir. Ancak terapist, ergen ile ilişkisinde gücün kullanımı konusunda yeterince bilgilendirilmediği ve kendini ıslah etmediği sürece, gücün zehirleyici etkisi ile kaçınılmaz olarak manik bir süreç içinde hareket edecek ve kendini kontrol edemediği sürece terapideki duyarlılığını ve becerisini kaybedecektir. Daha ileri safhalarda çalışmasındaki denge unsuru bozularak, bu durumdan kişisel menfaat elde etme konumuna gelebilecektir. Terapist, ergenin gözünde kahramansı bir ideal imajının oluşmasından kaçınmalıdır. Sorunlu ergenlerle uğraşırken asıl risk altında olan bu tür kahramansı terapistlerdir. Ancak bu anlatılanlar ile uzun süre genellikle sadece sıkıntı ve anksiyete yaratan, ilerlemeyen ve herhangi bir getirisi olmayan bir tedavi sürecinin belli aşamalarında, terapistin yaptığı işten zevk aldığını hissetmesi, mizah ve neşeyi terapi odasına taşıması, başarılı bir görüşmenin ardından kendini ödüllendirmesinin yanlış olduğu anlamı çıkarılmamalıdır.

 

Ergenin terapiyi algılayışında sapmaların olması ve terapistini aşağılayan bir tutum sergilemesi durumunda, genelde ya terapistin kendine yönlendirilenleri uygun şekilde çalışamaması ya da ergenin terapist tarafından sindirilmeye hazır halde geri gönderilen içeriği almadaki güçlükleri söz konusudur. Geri gönderilen içeriğin kabul edilmesindeki temel güçlük, bu içeriğin zararlı ve kötü olduğuna dair paranoid içerikli bir korkudur çünkü terapiste yönlendirilmiş olan orijinal içerik zaten zararlı ve kötüdür. Rahatsızlık veren korkunun nedeni, bu zararlı ve kötü olan içeriğin terapist tarafından daha da kötü bir hale sokularak geri gönderilecek olduğudur. Ayrıca ağır basan bir diğer bilinçdışı (hatta bilinçli) beklenti de, geçmişin tekrarlanacağı ve terapide de benzer gelişmelerin kaçınılmaz olduğudur.

 

Genelde terapistin kendini koruyan bilinçdışı bir güvenlik sistemi bulunur. Bu tür bir güvenlik sistemi oluşmamış ve eğitimi sırasında bu sistemi kendi içinde geliştirmeyen terapistler dinamik yönelimli bir terapötik çalışmaya girmemelidir.  Terapistin en sık rastlanan bilinçdışı koruma sistemi, yoğun ve rahatsız edici etkileşimden herhangi bir şekilde (kendine zaman ayırma, dinlendirici uğraşlara yönelme, akran yada uzman süpervizyonu alma, bireysel yardım alma vb) kendini uzaklaştırabilmesidir. Terapistin tedavi süreci ile uğraşacak kapasitesi kalmayacak derecede tıkandığı durumlarda, tedavinin kötüye gittiğinin belirtileri şu şekilde ortaya çıkar; (1) Ergen ile arasındaki etkileşimi inkar etme ya da görememe ve hissedememe. Bunun sonucu olarak, ya ergen de karşıt inkar geliştirir ya da terapi yarıda kalır. Nevrotik ergende daha çok ilki olurken, ağır psikopatolojilerde ikincisi daha sıklıkla gerçekleşir. Bazen obsesif bir ergen, terapisti ile verimsiz bir terapi ilişkisine uzun süre kalabilir. (2) Terapistin kendini gereğinden fazla anksiyöz, depresif ya da tehdit altında hissetmesi. Bu durumda, kendisini ya da durumu kontrol edemez ve kendi sorunları veya ergenden yansıtılan sorunlar nedeni ile eyleme vurma davranışı içine girebilir (randevularını karıştırır, son anda randevu iptal edebilir). (3) Terapistin cezalandırıcı ve otoriter bir tutum sergilemesi. Bu daha çok terapisitin denetleyici bir rol içinde olduğunda daha sık görülür. (4) Kapasitesinin üstünde uyarılan ve bunalan terapist, kapsayan / kapsanan konumu tersine çevirerek kendinde önceden var olan ve şimdilerde tekrar aktive olmuş çatışmalarını hastasına aktarır. Dolayısı ile ergenin bunu izleyen eyleme vurması sadece kendi patolojisi değil terapistininkini de içerir.

Terapistin Rolü

 

Ergenlerle terapötik çalışmada terapistin, denetleyici, bakım veren ve süreklilik nesnesi olarak tanımlanabilecek 3 temel rolü vardır.

 

Denetim, yönerge vermeyi, sınırları koymayı, lider gibi davranmayı içerir. Ergen bu özelliklerle özdeşim yapar, korunduğunu ve kontrol edildiğini hisseder. Bu erkeksi bir özelliktir ve babayı temsil eder.

 

Öte yandan bakım verme ise, ergenden gelen yansıtmaları alma, kabul etme ve kapsamayı içerir. Bakım verenden içine aldıkları ile çalışması, geliştirmesi, tekrar yapılandırması, açığa kavuşturduktan sonra tekrar ergene geri iletmesi beklenir. İdeal olan, ergenin işlenmiş şekilde geri iletilen bu malzeme ile daha rahat baş edebilmesi, geliştirmeye devam etmesi ve kendi psişik işlemleme işlevini harekete geçirebilmesidir. Eğer bakım veren hastası ile gelişen bu iletişimi uygun şekilde çalışamazsa ya da ergen bakım verenden geri gönderileni gönderildiği şekliyle alamayacaksa terapötik ilişkide istenilen noktaya gelinemez ve sonuç olarak ya terapistin, ya ergenin ya da her ikisinin de örselenme hissetmesi ile sonuçlanabilir. Ergen ve terapist arasında gelişmekte olan bir etkileşimin ve büyümenin yarıda kalması ya da bozulması, ergeni hasta konumuna getiren psikopatolojiye geri dönmesine neden olabilir. Bakım veren rolü daha kadınsıdır ve anne/bebek ilişkisinden türemiştir. Tüm erkek terapistler denetimci olmadığı gibi tüm kadınlarda bakım veren rolünde değildir. Kapsama işlevini yerine getirmesi beklenen bakım verenin bunu bilinçli ya da bilinçdışı düzeyde yapabilecek bir becerisi ya da kapasitesi yoksa kendisine yönlendirilen yansıtmaları alacak ancak işleyemeyecektir. Bu gibi durumlarda, ergen tarafından sadece bir boşaltma işlemi gerçekleşir, bakım veren bir tuvalet görevi görür ve terapi sadece duygusal yüklerden kurtulmaya yarar. Bu nedenle, bakım verenin rolü ve işlevi oldukça karmaşıktır. Kendisine yönlendirilmiş olan işlenmemiş ve çoğunlukla istenmeyen duyguları almak, kabul etmek, işlemek ve ergene geri göndermek zorundadır. Bu amaçla kendini terapötik bir araç olarak kullanır. Terapist bu işlevi yerine getirirken, kendi geçmişinden ve becerilerinden yansıyan güç ve güçlüklerini de ortaya koymaktadır. Bu durumun üstesinden gelebilmek için tek başına zeka, eğitim ya da doğuştan gelen yetenekle değil üçünün de dengeli birlikteliği gerekir.

 

Terapistin üçüncü ve en önemli rolü olan süreklilik gösteren nesnenin tanımını yapmanın önemi burada gündeme gelir. Terapide süreklilik vadeden bir terapist denetleyici ya bakım veren ya da her iki konum dışında bir rolde olabilir. Ergenler, özellikle ağır sorunları olanlar, sürekliliğin aksaması karşısında oldukça kırılgan ve hassastırlar. Bu nedenle, kendisi ile yoğun bir çalışma sürdüren terapistin ayrılması, hastalanması ya da emekli olmasına yakınmalarında tekrar şiddetlenme ile yanıt veririler. Süreklilik gösteren nesnenin bazen tek yaptığı orada olmaktır. Bu durum terapötik çalışmanın sona ermesinden yıllar sonra da devam edebilir. Özellikle, iç dünyasındaki nesnelerinde süreklilik sorunu yaşayan ergenlerle ziyaretler, mektup ya da internet yoluyla süren kontak, ergenin yaşadığı gelişimsel değişiklikleri (mezun olma, işe ya da üniversiteye başlama gibi) sabit bir nesne ile paylaşabilmesi anlamında terapötik bir değeri vardır.

 

Ergenlerle terapide süreklilik nesnesi rolünün önemini daha iyi anlayabilmek için “yok olan” terapistin terapötik etkisini de incelemek gerekir. Terapistin yok olması ergenle kurulan terapötik ilişkide gerekli bir durumdur çünkü mantıksal olarak düşünüldüğünde, kişinin bazen diğer kişiyle birlikte bazen de ayrı olması ilişkinin özünde vardır. Ergen terapisti ile bir ilişki geliştirir. Bu ilişki terapistin fiziksel olarak varlığında da yokluğunda da devam edecektir.

 

Psikanalitik teori daima, engellenmenin zihinsel gelişimi sağladığını savunur. Freud, “fiziksel gelişimin hızını hayatın gereklerine borçlu olduğunu” söyler ve şöyle devam eder: “Hayatın gerekleri ilk kez somatik ihtiyaçlar olarak ortaya çıkar” (1900). “Yaşayarak Öğrenmek” isimli kitabında W.R. Bion, bebekteki bu ihtiyaç yaşantısı üzerinde çalışmış ve aşağıdaki gibi bir değerlendirme yapmıştır.

 

Bebek açken ve memeye ihtiyaç duyarken, doyurulmamış bir ihtiyacın farkındadır. Ona sunulan şey, açlığın verdiği acı yani bir engellenmedir ve o bunu kendisine kötü bir memenin sunulması gibi algılar. Bebek artık kritik bir yolun başındadır. Arzulanan meme aslında ona sunulan kötü bir meme değil, gerektiğinde orada bulunmayan iyi bir memedir. Bebeğin zaman içinde hem iç gerçekliği (gereksinimleri) hem de dış gerçekliği (orada bulunmayan iyi meme) ile tanışması gerekmektedir. Yani bebeğin, ihtiyaç duyduğu ve yok olan memeyi kendine sunulan kötü bir meme olarak algılamaktan, yok olan iyi ve gerçek bir meme olarak düşünme aşamasına ilerlemesi gerekir. Bebek aslında fantezisindeki kötü memenin onu açlıktan öldüreceğini hisseder, bu nedenle gelişimindeki bu nihai ilerleme zordur. Ancak yaşadığı engellenmenin verdiği acı ve korkuyu yeterince atlattığında, bunlar üzerine düşünme ve ihtiyacı olan şeyin yok olan iyi meme olduğunu anlama yetisine sahip olur. Böyle bir bilgi (düşüncedeki iyi meme) aynı zamanda onun muhtaç durumuna tahammül etmesini de sağlar. Düşüncenin gelişmesi için belli bir engellenme toleransı gerekir. Engellenmelerle yüzleşmekten kaçınan ve fantezi yoluyla onlardan kurtulan bebek düşünmeyi zorlaştırıcı yöntemler uyguluyor demektir. Bu yolla, zihinsel gücünün gelişimi en azından ketlenecek veya bölünecektir. Kısaca diyebiliriz ki, “yok olan nesne” çocuğa dolayısı ile “yok olan terapist” ergene düşünceyle gerçeğe ulaşmak için ilk fırsatı verir ve engellenmeye tahammül etmesini teşvik eder.

 

Terapideki bir ergen, terapistinin varlığı ve yokluğundan yola çıkarak nesnesindeki dönüşümlülük durumunu tekrar yaşar. Bu anlamda terapi hayatı tekrar eder ve ergenin kendine ait nesnelerin varlığında ve yokluğundaki hislerini gözlememize izin verir. Aslında baştan itibaren ergenin tedavisinde alıştığı düzenini bozan her ara verme durumuna (yaz tatili, bayramlar ve yılbaşı tatili gibi) tepki gösterdiği gözlemlenebilir. Tedavinin başından itibaren terapistin varlığı ve yokluğu, iyi ve kötünün derinlerde yatan bir dönüşümü şeklinde yaşanır (meme varken iyi, yokken kötü olarak algılanması). Ergenin tedaviden fayda görmesi ayrılıklarla nasıl baş ettiği ile yakından ilgilidir. Asıl soru; terapistinin yokluğunun yarattığı gerginlik altında, terapistinin varlığında kazandığı içgörüyü ve düşünceleri ne denli koruyabildiğidir.

 

Olgu Örneği

 

Şimdi bu konuyu terapisi 2,5 yıl süren bir olgunun sürecinden alıntılarla inceleyelim. Öncelikle, bu olgunun başvuru ve değerlendirme aşaması ile ilgili bilgilere göz atalım.

 

Başvuru

 

Emel, 17 yaşında lise son sınıf öğrencisi kız ergendir. Kliniğimize ilk başvurusu Şubat ayında olmuş (telefonla annesi başvurmuş), ilk görüşme için randevu Nisan ayına verilmiş. Başvuru yakınması; (annesine göre) mutsuzluk, karamsarlık, isteksizlik, olarak tanımlanmış. Son üç yıldır kendini iyi hissetmiyormuş. Evden pek çıkmıyormuş ve fazla arkadaşı yokmuş. Anti-psikotik kullanan şizofreni tanısı almış biri olduğunu sonradan öğrendiği eski erkek arkadaşı ile sorunlu bir ilişkisi varmış. Erkek arkadaşı tarafından sürekli aşağılanmış ve fiziksel istismara uğramış.

 

Değerlendirme görüşmeleri,

 

Oldukça utangaç, suratını ve özellikle burnunu sürekli saklayan, göz göze ilişki kurmakta oldukça zorlanan bir kız ergen. İlk görüşmeye, benim ona yardımcı olamayacağımı çünkü onu anlayamayacağımı söyleyerek başladı. Hayal aleminde yaşıyordu, belli karakterleri vardı ve onlara çeşitli senaryolar yazıyordu. Bu senaryolarda, iyi kalpli bir dede (dedesi hiç olmamış), ona iyi davranan arkadaşlar ve kendi ailesi yer alıyordu. Genelde, trafik kazası ya da deprem sonrasında kendi ailesi feci şekilde ölüyor ve hasta yakınları ile yaşamaya devam ediyordu. Arkadaşlarına bazen farkında olmadan bu senaryoları gerçekmiş gibi anlatıyor ve arkadaşlarının çoğu anne ve babasının öldüğünü zannediyordu. Bu karakterle konuşuyor, ve onların sesini duyduğunu söylüyordu. Sık sık ölüm düşünceleri geldiğini, ancak bu yönde bir girişimde bulunmadığını ifade etti. Erkek arkadaşından yediği dayakların morlukları hala yüzündeydi. Ondan yardıma ihtiyacı olan biriymiş gibi bahsediyor, ona yönelik öfke ve kızgınlığı olmadığını söylüyordu. İlaç kullanan, kapalı psikiyatri kliniğinde yatmış biri olduğunu sonradan öğrenmişti. Ancak öğrendikten sonra ona yardım etme isteği daha da artmıştı. Son olayda dershanede sınıfa gelerek herkesin ortasında onu dövmesini normal karşılıyor, ve aşırı kıskançlığına veriyordu. Dershane yetkilileri ailesine haber verdikten sonra onunla görüşmesine izin verilmemişti. Babası erkek arkadaşını ondan uzaklaştırmak için tanıdıkları aracılığı ile tehdit ettirmiş ve göz dağı vermişti. Bu arada çok sıkıldığında kendini kestiği, kollarını göstererek söyledi. Küçüklükten beri burnunu hiç beğenmediğini ve hep saklama ihtiyacı duyduğunu ekledi. Ailesi ile uzun süredir tek kelime bile konuşmamıştı. Zamanının çoğunu odasında yalnız geçiriyordu. Akademik performansı oldukça düşük olduğu için bu sene üniversite sınavına girmeyecekti.

  

Anne-baba görüşmesinde, baba soğuk ve uzak biriydi. Yoğun bireysel (alkol kötüye kullanım) ve marital sorunlar nedeni ile babalık rolünü yeterince yerine getiremediğini belirtti. Anne ise sürekli kendini suçluyor, bebekliğinden bu yana çalışmak zorunda olduğu için kızı ile yeterince ilgilenemediğini belirterek yoğun suçluluk duyguları yaşadığını anlatıyordu. Emel, 3-4 aylıkken anne çalışmaya başlamış, ve hasta 4 yaşlarında kreşe gidene dek sayısız bakıcı değiştirmişti. Anne, bakıcıların birçoğunun hastaya ciddi zarar verdiğini düşünmekteydi, hatta bir tanesinin hastayı yatağına bağladığını ve tüm gün boyunca onu orada tuttuğunu aylar sonrasında öğrenmişti. Hastanın devam ettiği dershane aileyi arayarak, hastanın erkek arkadaşı tarafından fiziksel şiddete maruz kaldığını ve bir şeyler yapmaları gerektiğini söylediklerinde çok endişelenmişler, çünkü hastanın bir erkek arkadaşı olduğunu dahi bilmiyorlarmış. Ailenin bir de hastadan 3 yaş büyük erkek çocukları vardı. Şu anda başka bir şehirde üniversite okumaktaydı. Oğulları ile ilgili daha az sorun tanımladılar. Anne-baba için oğullarının “favori çocuk” olduğu izlenimi alındı.

 

İlk görüşmeden itibaren Emel’in terapistini idealize etme ve bununla birlikte kendi ile ilgili değersizlik algılarını ifade etme çabası belirgindi. Ona göre terapisti kısa süre sonra ondan sıkılacak ve onu görmek istemeyecekti. Çünkü o yardım edilmeye değer biri değildi. Görüşme sırasındaki hareketlerim, tavırlarım ve dolayısı ile her türlü sözsüz ifadem onun için bir anlam ifade ediyordu. Genelde bunlar hemen sıkılacağım, uğraşmak istemeyeceğim ve onu bırakacağım yönünde olumsuzluklarla yüklüydü. Bowlby’nin tanımladığı bağlanma kuramına göre, kişi hayatı boyunca kurduğu ilişkilerde geçmişinden getirdiği içsel işleyiş modelini (internal working model) temel alır, dolayısı ile yıllar içinde kurduğu ilişkilerde belli kalıpları değiştirmek neredeyse imkansızdır. Genel olarak bakıldığında bu yaklaşım klasik psikanalizdeki aktarım kavramına benzerlik gösterir. Tekrarlayan davranış örüntüleri psikanalitik bakış açısı ile erken dönem özellikleri –infantil arzular, çatışmalar ve savunmalar- olarak tanımlanırken, bağlanma açısından çocukluk döneminde gelişen ve hayat boyu pek değişikliğe uğramayan içsel işleyiş modeli ile açıklanır. Emel’in bu anlamda erken dönem ilişkilerinde reddeden, sevgi ve şefkat göstermeyen bir bakım vereni (yada verenleri) içselleştirdiği oldukça belirgindi. Görüşme saati, randevu düzeni ve gördüğüm diğer hastalarla ilgili detaylı sorular sordu. Görüşmeler arasındaki haftalık ayrılıkları tamamen inkar ediyordu. Terapistinin hayalini yanında götürüyor ve iki görüşme arasında istediği her zaman onu hayalinde canlandırıp konuşabildiğini iddia ediyordu. 3. değerlendirme görüşmesinin sonuna doğru, hafta içinde çok sıkıldığı bir sırada kendini nasıl kestiğini anlattı ve kolları açarak kesiklerini gösterdi. Oldukça derin ve çok sayıda kesikleri vardı. Bu görüşmelerinden uzak kalması ve bunda dolayı yaşamış olabileceği sıkıntı ile ilişkilendirdiğimde, “Hayır, ben sizden hiç ayrılmadım ki, ben kollarımı kestiğimde, kanlar akarken siz karşımda oturmuş beni seyrediyordunuz ve hiçbir şey yapmıyordunuz” dedi. Değerlendirme görüşmeleri süresince, “yok olan terapist”in yarattığı duygusal yoğunluğu tolere edemeyen Emel, terapistini onu ölüme terk eden kötü bir nesne olarak algılanmış ve fantezide bu gerçeği uzaklaştırmıştı. Ona bunu yapan anne/terapist kötüydü. Acil ihtiyaç durumundayken ortaya çıkan ‘yok olan nesne’, ondan varlığının avantajlarını esirgediği için yardım etmeyen kötü bir nesne olarak algılanmıştı.

 

Dört bireysel değerlendirme görüşmesi ve bir anne-baba görüşmesinden sonra Mayıs’da terapötik çalışmaya başlandı. Değerlendirme görüşmeleri sonrasında yaz arasına 5 hafta kalmış olmasına rağmen terapötik çalışmaya başlama kararı verildi. Ailesinin maddi zorluğu nedeni ile iki görüşmede bir ödeme yapmaları koşulu ile maddi konuda anlaşmaya varıldı. Şimdilik haftada bir kez gelecek ve yaz arasından sonra sıklığı tekrar konuşulacaktı. Anne-baba görüşmesinde kızlarının özkıyım düşünlerinin varlığından ve bu konuda yakın gözlem gerektiği konusunda uyarıldı. Yoğun suçluluk duyguları nedeni ile kolayca işbirliğine girdiler. Değerlendirme sonucunda ayaktan bireysel terapiye uygunluğu ile yatarak ya da ayaktan ilaç + terapötik yaklaşım arasında karar vermek oldukça güç oldu. Öyküde hastanın yaklaşık bir yıl önce bir başka psikiyatrist tarafından görülerek antidepresan ilaç tedavisi başlanmış olması ve hastanın bundan fayda görmediğini ve ilaç kullanmak istemediğini belirtmesi ve intihar düşüncelerinin yatarak tedavi görmesini gerektirecek kadar kaygı verici olmaması nedeni ile ayaktan psikoterapiye başlama yönünde karar verildi. 

 

Terapötik Çalışma

 

Başlangıç (Mayıs – Haziran, 2 ay)

 

Terapötik çalışmanın ilk görüşmesinden itibaren bizi bekleyen erken “premature” ayrılıkla ilgili uyarılar ve bu yöndeki çalışma çabalarına hasta kayıtsız kalıyor “benim sizden ayrılacağımı kim söyledi, siz farkında değilsiniz belki ama benimle 24 saat berabersiniz” şeklinde yanıtlar veriyordu. Hastanın nesnesiyle ilgili doğuştan var olan aç gözlülüğü, onun yok olmasına gücenmesine ve kıskançlık hisleri nesnesinin kendisinden başka kimseyle ilişki kurmasına izin vermemesine sebep oluyordu. Emel’de hayalinde terapisti ile 24 saat beraber olarak onu başkası ile paylaşmadığını düşlüyordu.

 

Düşünme becerisi, yok olan bir nesneyi düşünmekle başlar. Yok olan nesne “kritik” bir seçimi ortaya koyar. Bu seçim, Dr. Bion’un deyimiyle “engellenmeden kaçınmak ile engellenmeyi değiştirmek” için yapılan işlemler arasındaki bir seçimdir. Tedavinin başlangıç aşamasında, yaşamın ilk dönemlerinde  olduğu gibi, omnipotant bir düşünce şekliyle Emel, orada olmayan bir nesneye bağımlı olduğunu iyice kavramak yerine bundan kaçınmak için bu durumu fantezi yoluyla değiştirmeye çalışıyordu.

 

Bowlby’e göre güvensiz bağlanma özelliklerine sahip kişiler ayrılığa farklı tepkiler göstermeleri nedeni ile ayrı alt tiplerde incelenmiştir. Yapışık/endişeli (enmeshed/preoccupied) tip bağlanma özellikleri gösteren bireyler her türlü bağlanma gereksinimlerine aşırı duyarlıdırlar. Emel içinde söz konusu olduğunu düşünebileceğimiz bu durum, bireyin ayrılıkla ilgili yoğun anksiyete duyması, öngörülen veya gerçek bir ayrılığa karşı aşırı tepki göstermesi şeklinde karşımıza çıkar. Bu tip hastalarda sorun yakın ilişkilerde yaşadıkları anksiyete, özlem ve öfke duyguları ile baş edebilecekleri uygun savunma geliştirememeleridir. İlkel düzeydeki savunmaları (bölme, yansıtma vb.) ile borderline kişilik özellikleri gösterirler. Sanki hastalar kaybedilmiş bir bağlanma nesnesine veda etmenin zorunlu olduğuna inanmak istemezler. Aksine bu kayıp ilişkiyi telafi etmeye çalışır ve beraberinde anne-babaya ya da yerlerine koyduğu kişilere yoğun kırgınlık ve öfke hissederler.

 

Kaçıngan/dışlayıcı tip güvensiz bağlanma özellikleri gösteren kişiler ise her türlü bağlanma gereksinimine ve duygusuna yönelik “savunmacı bir dışlama” içindedirler. Bağlanma ile ilgili her türlü uyarana kapalıdırlar. Kaçıngan ve uzaklaştırıcı bir tutum sergilerler ve yalancı kendine yetme durumunu içindedirler. Kaçıngan/dışlayıcı bireyin bağlanma düzeneklerini kapattığını düşünürsek, yapışık/endişeli tip bireylerin bu düzenekleri sürekli olarak sonuna kadar açtığından söz edebiliriz.

 

Bu dönemde Emel erkek arkadaşı ile görüşmüyordu. Babası genelde hiç evde olmuyor ve annesi ile hemen hemen hiçbir şey paylaşmıyordu. Görüşmelerde genelde aşırı idealize edilmiş bir terapist olsam da onu anlamamın pek mümkün olamayacağı konusunda beni ikna etmeye çalışıyordu. Ona göre vaktimi boşuna harcıyordum. Temmuz başında 4 hafta sürecek olan ilk aramızı verdik.

 

1. Dönem (Ağustos – Ocak, 6 ay)

 

Ara sonrası ilk iki görüşmesine gelemedi. Daha sonra sekreterliği arayıp artık devam edemeyeceğini bildirdi. Geri arayıp gelemediği için üzüldüğümü ve devam edememe nedenini sordum. “Para sorunu” diye yanıtladı. Bunun üzerine bu konuyu konuşmak üzere beklediğimi ve bir çözüm bulabileceğimize inandığımı belirttim. Daha sonraki iki görüşmeye de gelemedi. Tekrar aradığımda şaşırdı. “Aramanızı beklemiyordum” dedi. Görüşmelerine devam etmede yaşadığı güçlükleri konuşmak için randevu vermek istediğimi söyledim. Hasta toplam 8 hafta aradan sonra haftada iki kez olarak planlanan görüşmelerine başlayabildi.  

 

Görüşmelere başladıktan sonra hastanın gelemediği süre boyunca neler yaşadığı ve geri dönebilmesinde zorlukları daha açıkça ortaya çıkmaya başladı. Ara vermemizden kısa bir süre sonra hasta annesini evden “kovmuş” (Güneyde yaşayan teyzesinin yanına gitmesi ve kendisini yalnız bırakması konusunda aşırı ısrarcı olmuş). Annesi birkaç hafta yetecek kadar yemek bırakarak ayrılmış. Baba eve arada bir uğruyor genelde geceyi başka yerlerde geçiriyormuş. Hasta ara boyunca hiç evden çıkmamış ve günde sadece tek öğün yemek yemiş. Bir kez kendisi yemek yapmaya kalkışmış ancak becerememiş ve tencereyi yakmış. Annesi 3 hafta sonra döndüğünde yaptığı yemeklerin hemen hepsinin buzdolabında durduğunu ve kızının ciddi düzeyde kilo kaybettiğini görünce çok şaşırmış ve kaygılanmış. (Hastanın bu ifadeleri daha sonra -ödemeler konusunda konuşmak üzere telefon açan- anne tarafından da doğrulandı.) Böyle bir durumda Emel’in, “yok olan terapist” ile ilgili yaşayacağı genel fanteziler tahmin edilebilir. Yok olan terapist, ihmalciliği, kabalığı ya da bencilliği nedeni ile fantezi düzeyinde çeşitli saldırılara uğrayacak ve kendine ya da tercih ettiği başkalarına zaman ayırdığından ötürü nefret edilecektir. Karmaşık kıskançlık ve hasetlik duygularının ötesinde, temeldeki duygu “yok olan terapistin/memenin” onu ölüme terk ettiğidir. Emel, annesini de evden uzaklaştırarak kendini adeta ölüme terkedilmiş gibi hissedebilmiş ve kendi başına hayatta kalabilecek ilkel omnipotansını harekete geçirmiştir. Esher Bick’in bu ilkel omnipotant mekanizmalara bağımlı olmanın altında yatan hayat mücadelesine dikkat çekmesi, omnipotant davranışın anlamına ilişkin daha derin bir bakış açısı sağlar. Örneğin, omnipotant davranış yalnızca doğuştan gelen bir olumsuz bir davranış değildir. Bu hayatta kalma mekanizmalarının sürdürülmesi, kişiliğin etrafında adeta bir zırh, kabuk veya (Bick’in 1968’deki kısa makalesinde tanımladığı gibi) ikinci bir deri oluşturur. Kişinin işini kendi başına halletmesi gerektiğine dair inancı öylesine yerleşmiştir ki altta yatan hassasiyete ulaşılması çok zordur. Hiç kimseye güvenemez: ona yardım edecek kimse yoktur ve bu nedenle işini kendi başına halletmelidir. Aktarım düzeyinde ben, erken gelen ayrılığın tetiklemesi ile onun yokluğunu hissettiği annesi idim. “Kendi başıma halletmeliyim” zırhını bir türlü aşıp da anlaşılabileceğini hissedemiyordu. Bunu hissedinceye kadar da bana güvenemedi.

 

Şimdi de terapötik çalışmanın 1.döneminde konuyla ilgili olan görüşme örneklerini inceleyelim;

 

Kasım (randevu saati değişikliği)

Emel’e Salı günleri 11’de olan görüşmesini bir kereliğine 10’a almam gerektiğini bildirdim, “sorun değil” dedi. Ancak iki hafta sonra, saati değiştirilmiş randevusundan bir gün önce telefon ederek gelemeyeceğini bildirdi. Ertesi görüşmede zamanında geldi, normalden sessizdi. Dişlerine ortodontik tel taktırmıştı. Çok ağrısı olduğu için geçtiğimiz görüşmeye gelemediğini söyledi. Rahat konuşamıyordu. ­­­Çok acı çektiğini ve üzgün olduğunu belirtti. Randevu saatinin değişmiş olmasından dolayı duyduğu rahatsızlığı dile getirmek yerine ağzına tel taktırarak konuşmamayı tercih etmiş ve böylece duygusal alanda öfkeli ve acı çeken tarafını dizginlemiş oluyordu. Bu yorumun üzerine geçen gece gördüğü rüyasında anlattı. Rüyasında, öğrencileri örnek görüşme olarak onun görüşmesine sokuyorum. Onunla konuşmalarını soru sormalarını istiyorum. Not veriyorum. Rüyada, görüşme saatinde değişiklik yaptığım ve onun saatini belki bir başka hastaya, bekli de öğrencilerime verdiğim için duyduğu rahatsızlık oldukça belirgindi. Ayrıca onun mahremiyetine ne kadar özen gösterdiğimle ilgili kuşkuları da eklenmişti. Bu durum yorumlandığında hasta “Randevu saatimi başka bir hastaya vermiş olabileceğiniz fikri beni çok sinirlendiriyor” dedi. Pazartesi günü randevuyu iptal etmek için aradığında sekreter muhtemelen onun sesini başka bir hastanınki ile karıştırmış ve Emel’e başka bir isimle hitap etmiş. Bu duruma çok bozulduğunu anlattı. “Kıskançlık krizine girdim” dedi. Diğer hastayı çok merak etmiş; “yaşını, neye benzediğini düşündüm durdum” dedi ve ekledi “Artık Salı günleri randevuma gelmeyeceğim”. Nedenini sorduğumda açıklayamadı. Hastada randevu saatinin değiştirilmesi ile tetiklenen yoğun olumsuz duygulara tahammül edebilme kapasitesi gelişmemiş olması ilkel düzeydeki savunmalara neden oldu. Olumsuz ve istenmeyen duygularını bölerek uzaklaştırmaya çalıştı. Bu amaçla hasta haftada 2 randevusundan birine gelmeyeceğini söyleyerek terapistine yönelik olumsuz duygularla yüklü kısmını görüşmelerden uzak tutamaya çalıştı. Hasta gerçektende 4 hafta boyunca sadece Perşembe günü olan randevularına düzeni olarak devam etti. 

 

Aralık (1 haftalık bayram tatilinden birkaç hafta önce)

Zamanında geldi. Oldukça deprese görünüyordu ve uzun süre sessiz kaldıktan sonra “Ölmek istiyorum” dedi ve ekledi “bunu sizi rahatsız etmek için söylemedim”. “Zaten böyle bir şeyden rahatsız olacağımı düşünmüyorsun, tam aksine sen bunu söylediğinde hiç umursamayacağımı düşünüyorsun” dedim. Geçmiş randevudaki iştahsızlığı sürüyordu. Rüyasını anımsadı; onu başka bir doktora devrediyorum. Bunu yaparken ona bağırıyorum. Yeni doktoru onu dinlemiyor ve TV seyrediyor. Rüya ile ilgili çağrışımlarında anne ve babasının, özellikle babasının sürekli TV seyretmesinden nasıl nefret ettiğini anlattı. Ben ve babası ne kadar da birbirimize benziyorduk, babası TV seyreder, gazete okur, onunla hiç ilgilenmez, ben de (eski ve yeni doktoru) rüyasında aynı şeyi yapıyordum. Yaklaşmakta olan bayram tatilini hatırlattım. Bu nedenle bir hafta zorunlu ara verilecekti. Ona göre ben, dilediğim gibi tatil yapacaktım ve onu bir kez daha ihmal edecektim, bu yorumum üzerine “Hiç arkadaşım yok, yalnızım” dedi. İtiraz ettim, arkadaşı vardı, olduğunu o da biliyordu, ancak görüşme sırasında konuştuklarımız onun giderek daha yalnız hissetmesine yol açıyordu. Bunun üzerine geçen sene okul yolunda sürekli gördüğü sokakta yaşayan adamı hatırladı. Birkaç gün önce okulun önünden geçerken bu adamı tekrar görmüş ve adam onu tanımıştı. Yaklaşan ayrılığın tetiklediği yoğun duygular onun sokaktaki evsiz adamla yoğun bir özdeşim yapmasına yol açıyordu. Hastalıklı, yalnız ve evsiz – ihmal edilen tarafı “sen tatile gideceksin beni yalnız bırakacaksın” diyordu. Bu yorumlara karşı çıkmadı. Ara sonrasındaki ilk görüşmesine gelemedi.

 

Ocak (yarıyıl tatilinden önceki son görüşme)

Görüşmenin hemen başında, ara boyunca benim İzmir’de kalıp kalmayacağımı merak ettiğini söyledi ve ısrarla buna cevap vermemi istedi. Bu sorusuna yönelik her türlü yorumum engellenmişliğini arttırdı. Ona göre, eğer İzmir sınırları içinde olacaksam sorun yoktu. Aksi takdirde, ona kötülük yapan biri olarak algılanacaktım. Emel bu ara sırasında benliğinin kötü bölümleri üzerinde bir dışsal kontrol olmayacağından endişe ediyordu. Özellikle de egosunun zayıflığı ve yıkıcı dürtülerinin yoğunluğu nedeni ile dışsal bir sınırlandırmaya ihtiyaç duymaktaydı. Sınırlandırıcı bir nesnenin yok olması sonucunda, kaderinin terapistinin yok olmasından kaynaklanan kıskançlık ve hasetin ellerinde olduğunu düşünmekteydi.

 

2. Dönem (Mart – Haziran, 4 ay)

 

Emel aradan sonraki ilk randevusuna gelebildi. Bu görüşmede bu sene üniversite sınava girmemeye karar verdiğini açıkladı. Ailesine henüz söylememişti. Ancak bir yıl daha dershaneye gitmeye ve önümüzdeki yıl sınava girmeyi planlıyordu. Bunun başına sorunlar açacağını, ailesinden yoğun tepkiler geleceğinin farkındaydı. Kararını kesinlikle değiştirmeyeceğini ve her türlü sonuca katlanacağını belirtti. Şaşırmıştım, öte yandan, onu yalnız bıraktığım için cezalandırıldığımı da hissediyordum. Daha sonraki görüşmelerde bu kararı detaylı olarak çalışıldı ve sınava girmeyi bir yıl erteleyerek; kaygılarından geçici bir süre uzaklaşma (sınav kaygısı, evden ve terapiden ayrılma kaygısı) ve aynı zamanda bir yıl daha fazla terapiye gelebilme olasılığını sağladığı düşünüldü. Ancak bunları sağlamak için ödeyeceği bedel, hiçbir duygusal bağı olmadığına inandığı ve yoğun çatışmalı ilişkiler yaşadığı ailesi ile bir yıl daha fazla beraber kalmak zorunda olmasıydı.

 

Mart (Rutin dışı randevu iptali)

2. Dönem çalışma takviminde önceden belirlediğimiz gibi Şubat arasından birkaç hafta sonra kongre nedeni ile 1 haftalık bir ara daha verecektik. Rutin dışındaki bu ayrılıktan sonraki ilk görüşmesine çok üzgün geldi. “Başka tatil yok galiba bu aralar” dedi. “başka tatil olmasın diyorsun galiba” dedim. Çok kötü zaman geçirdiğini anlattı. Çok üzgün ve ağlamaklıydı, bir süre sonra görüşmeye devam edemeyeceğini söyledi ve lavaboya gitmek için izin istedi, döndüğünde konuşamadı ve ayrılmak zorunda kaldı. Bu tepki Emel’in ayrılığa verdiği ilk gerçekçi coşkusal tepkiydi ve belki de bu nedenle yoğunluğuna katlanamadı. Görüldüğü kadarıyla tedavinin bölünmesi, “yok olan terapist” hakkında omnipotant değil de, gerçekçi düşünmeye doğru ilerlenmesi için bir uyaran olmaya başlamıştı.

 

Haziran (Yaz tatilinin öncesi)

Üniversite sınavına sadece kendini denemek için girdi, ancak tercih yapmayacaktı. Sınav sonrasında yaz arası vermeden önce 4 görüşmemiz daha vardı. Bu dönemde gördüğü bir rüyayı şöyle anlattı; “Yavru kedi ve yanında anne kedi var, annenin sütü bitmiş artık yavru kedi kendi başına tehlikelerle baş etmek zorunda kalacak, yavru kedi çok korkuyor.” Sıkıntılı bir döneminde onu yalnız bırakıyordum. Ara sırasında sınav sonuçları açıklanacak ve o da ailesine bir sene daha çalışma kararını bildirecekti. Ailesinden beklediği desteği bir kez daha alamayacak ve bu dönemde yanında olamayacaktım. Tek başına ayakta kalabileceği ile ilgili kaygıları vardı.

 

3. Dönem (Ağustos – Ocak, 6 ay)

 

Yaz tatili dönüşü her şeyin beklendiği gibi geliştiği ve ailesinin kendisine çok kızdığını belirtti. Annesi “Ben bu heriften (eşinden) ayrılmak için senin evden gitmeni bekliyordum, bunu bana nasıl yaparsın” demişti. Babası ise bir yıl daha dershane parası ödememekle tehdit etmişti. Emel bunları anlatırken her şeyin planladığı gibi gerçekleşmesinden ve ailesinin ve kendisinin hayatını zindana çevirmesinden dolayı duyduğu hazzı gizlemiyordu. Daha sonra hasta bu dönemde burun estetiği yaptırmaya karar verdiğini ve yıllarca süren sıkıntısının ancak böyle sona ereceğini açıkladı. Değerlendirme görüşmeleri sonrasında, Emel’in burunu saklamaya çalıştığını bir daha hiç görmemiştim. O zamandan bu yana, burnunu beğenmediği ile ilgili hiçbir konu da görüşmelere gelmemişti. Ağustos başındaydık ve Eylül başı için ameliyat günü almıştı bile. Önümüzde 8 görüşme daha vardı ve beni tıpkı değerlendirme görüşmeleri sırasında kollarını keserken hayalinde karşısında gördüğü ve hiçbir şey yapamadığım ilk sahneye benzer bir pozisyona sokmuştu ve 8 görüşme boyunca kararından vazgeçmedi ve bu davranışının ne anlama gelebileceği konusundaki yorumlara çoğunlukla tepkisiz kaldı. Bir kez daha onu bıraktığım için beni cezalandırdığını ve yoğun suçluluk duymamı istediğini hissettim. Eylül başındaki ameliyattan sonra aynı ay boyunca görüşmelerine devam edemedi. Ekim ayı başında önceden belirlediği tarih ve saatte randevusuna geldi. Emel’le karşılaştığımda yaşadığım duyguları hala tam tarif edebildiğimi düşünemiyorum. En belirgin hissim, mide bulantısı oldu. Oldukça değişmiş yüz hatları ve henüz tamamen iyileşmemiş ödemleri ve şişlikleri ile karşımdaki gencin ne denli acı yaşamış olabileceğini düşündükçe çok rahatsız oluyordum. Bu davranışın self-destrüktif yanı tüyler ürperticiydi. Bu denli yoğun ve somatik kökenli bir karşıt-aktarım tepkisi vermemin benimle de ilgili bir yanı olabileceği açıktı. Bu konu haftalık süpervizyonlarımda gündeme geldiğinde süpervizörümün yardımı ile bunun kendi kastrasyon anksiyetemden kaynaklanabileceği düşüncesi ağırlık kazandı. 

 

Annenin çocuğuyla birlikte yaşadığı karşılıklı ilişkide (W.R. Bion’un dediği gibi), annenin çocuğundan onun sahip olmak istemediği olumsuzlukları alıp işledikten sonra ona daha iyi/sindirilebilir bir şekilde geri verme yeteneği yani kapsayıcılık (containment) özelliği, duygusal düzlemde sevgi göstermek kadar önemlidir (tıpkı fiziksel düzlemde, çiş ve kakanın temizlenmesinin çocuğun beslenmesi kadar önemli olması gibi). Çocuğun duygusal olarak istenmeyen parçalarını alacak kimse bulunmadığında, çocuk onları ya olduğu gibi içinde tutmak ya da dışarıya sızdırmak zorunda kalır ve böylece bu istenmeyen parçalarla kirlenmiş bir ortamda yaşamak zorunda kalır. Böyle bir ortamda kendisini giderek daha çirkin ve kirlenmiş hisseden Emel, terapistine duyduğu yoğun öfke ve nefret duygularını yansıttığı eskiden beri beğenmediği beden parçasından kurtulmak istemiştir. Emel yaptığı davranışın bilinçdışı kökenlerini ve bu alandaki içgörüsünü ancak ameliyat sonrasında geliştirebildi. Bu arada ailesi ile ilişkilerinde kısmen düzelmeler gözlenmeye başladı. Emel dershaneye gitmeye ve babası da dershane parasını vermeyi kabul etti. Böylece Emel uzun bir süreden sonra görüşmelere gelmek dışında başka bir amaçla evden çıkmaya başladı. Şimdi bu dönemden sonraki gelişmelerle ilgili bazı alıntılara göz atalım

 

Aralık-Ocak (Gelişmeler ve buna tepkiler)

“Birçok olayda hep kendimi suçlu görüyorum, hep benim yüzümden bir sorun oluyor diyorum. Her olayda ben –hastayım- diye benim sorunum diyorum. Ama bu olayda (dershanedeki arkadaşları arasındaki anlaşmazlık) başkaları hatalı idi. Onların yüzünden çatışma çıktı. Yani ben hastayım diye olmuyor her şey, dışarıda bir sürü insan var benim gibi, ama onlar yardım almıyorlar, ……………….ben daha şanslıyım galiba”.

 

“İyiyim ama iyi olduğumu söyleyemiyorum. Neden buraya gelince kötü oluyorum, halbuki iyi bir gün geçirdim ama kelimelere dökemiyorum”.

 

“Arkadaş ilişkilerim daha iyi. Kız arkadaşım ile iyi geçiniyoruz. Onu hem çok seviyorum hem de çok kıskanıyorum. Bu nasıl olabilir?………………. Be iki yüzlü müyüm?”

 

“Dişçime çok kızdım. Bana bir yıl kaybettirdi diye. Çünkü ona bir yıl önce aslında o dişimin çekilmesi gerektiğini söylemiştim ama dişçi farklı tedaviler uygulamayı tercih etti bir yılın sonunda benim dediğim noktaya geldik.”

 

“Askeri hastane (dişleri için gittiği hastane) koridorları ile bu hastanenin koridorları arasındaki çok belirgin farklılık var, askeri hastanede iken sürekli tedirginim, her an bir sorun çıkabilir ve beni anlamazlar diye korkuyorum, burada ise her şey daha rahat, yani herkes beni tanıyor ve yardımcı olmaya çalışıyor, sekreteriniz beni ismimle selamlıyor”.

 

Güvenli bağlanma ve dolayısı ile uyumlu içsel işleyiş modeli sonuçta üretici bir döngüyü sağlarken, güvensiz bağlanmanın yol açtığı uyumsuz içsel işleyiş modeli ise insan hayatında kısır döngülerle kendini gösterir. Bunun en önemli nedeninin kişinin erken dönem nesne ilişkilerine bilinçdışı bir sadakat beslemesidir. Fairbain’in nesne ilişkileri kuramına göre kişinin erken dönem ilişkilerine sadık kalmaya çalışmasının tek nedeni güven arayışı değildir,  bu bağlar kişinin kendiliği ile ilişkide olmasını sağlar ve iç dünyasının temelini oluşturur. Bu bağlardan yoksun olmak kendiliğin kaybı ve boşalmış bir iç dünyanın algılanmasına neden olabilir. Bu nedenle Fairbain’e göre terapideki hasta için en zor aşamalardan biri bu erken dönem nesne ilişkilerinin özelliklerini tekrar düzenlemeleri gerektiği dönemdir. Emel içinde böyle oldu. Yukarıda yapılan ve Emel’in kendisindeki değişimi fark ettiği alıntıları hemen her zaman olumsuz ve değersizleştirici çağrışımlar takip ediyordu. Emel için her yeni başarı ya da iyilik halini yıkıcı davranış ve/veya düşünceler ve depresif ve/veya öfkeli duygulanımın artışı izliyordu. Sanki ulaşılan her başarı Emel için yokluk ve yıkımla özdeşleşmiş geçmişine bir ihanetti ve suçluluk uyandırıyordu. Onun için yenilenme ve değişim geçmişin terk edilmesi anlamına geliyordu.

 

Son Dönem (Mart – Haziran, 4 ay)

 

Kleinien kurama göre, her yeni durumla karşılaşıldığında “paranoid-şizoid durum” ile “depresif durum” arasında bir salınım yaşanır. Daha gelişmiş düzeydeki pşisik yapıyı tanımlamak için kullanılan “depresif durum”da nesneyi (fantezideki) kontrol etme çabası ortadan kalkarken, yerini nesne kaybının yaşanatılanabilmesi, ayrılığa izin verebilme ve yas tutabilme alır.

 

Bu ara sonrasındaki ilk görüşmede Emel ilk kez görüşmelerinden ayrı kaldığı için üzüntüsünü ve özlemini dile getirebildi. İlk iki hafta iyi gittiğini sonra yalnızlık çektiğini ve yine son hafta tekrar geleceği için heyecanlanmaya başladığını ve döneceğini bildiği için daha iyi hissettiğini belirtti. Bu son aşamada, terapistinin yok olması, ona özlem yaşatsa da, kabul edilebilir ve istenen bir durumdu. Emel kendi hayatını yaşarken, nesnenin dinlenmesine ve kendi ilgi alanlarıyla uğraşmasına izin verebilmişti. Yani Emel’in, terapistinin yok olduğu dönemde, içselleştirdiği terapisti (olmayan iyi meme) kendisinin (Emel’in) saldırıları ile güçsüzleşmemişti. Terapistini kendi saldırısından korurken aç gözlülük, kıskançlık ve haset daha az, sevgi daha ön planda olabilmişti. Böylece ara sırasında içselleştirdiği terapisti canlıydı ve Emel’in dışsal nesnesinin yokluğunda kendisi içinden desteklenmesini sağlayabildi. Bu aşamaya gelebilmesi ancak kendi kendisini anlama yetisini biraz olsun hayata geçirebilmesi sayesinde olmuştu.

 

Emel’in son dönemde gerçek ayrılığın çalışılmaya başlaması ile progresif yöndeki hareketinde geçici bir duraklama ve regresif tutumlar gözlenmeye başladı. Geçen yıl aynı döneme denk gelen kongre haftası nedeni ile bu yıl da verilen rutin dışı ara öncesi bu ara sırasında şehirde kalıp kalmayacağım ile ilgili ısrarlı sorularını yineledi ve istediği yanıtı alamadığı için oldukça engellenmiş hissetti ve ara sonrası görüşmelerine iki hafta boyunca devam edemedi. Ancak sonrasında bu davranışları ve duyguları üzerine yapılan çalışmada birçok bilinçdışı bağlantıyı kurma konunda çok daha az dirençliydi. Bu dönemde üniversite sınavına hazırlığa ağırlık verdi. Buna paralel olarak uzunca bir dönem askıya aldığı sosyal ilişkilere geri döndü, dershanede arkadaşlar edindi. İçindeki acımasız rekabet duygusu ile tanıştı. Kararını vermişti evden (dolayısı ile terapisinden) ayrılmanın zamanı gelmişti. Ancak sınavdan kısa bir süre önce babası evrakta sahtecilik suçundan tutuklanarak cezaevine gönderildi. Bu zamansız kayıp Emel’i oldukça sarsmasına ve babası ile ilgili ambivalan duygularını şiddetlendirmesine rağmen çabuk toparlandı. En büyük korkusu kendine zarar veren tarafının kendi gelişimine yeni bir yıkıcı darbe indirmesi, yani sınavda paniklemesiydi. İyi bir sınav geçirdi ve yaz arası vermeden önce önümüzdeki yıl şehir dışında okuyacağı neredeyse kesinleşmişti.  İlk kez o yaz tatilinde evde yalnız oturmadı, eski bir arkadaşı ile tatil yaptı. Öte yandan büyümekte olduğunu fark eden tarafı ise hiç olmadığı kadar coşkulu ve heyecanlıydı. Yaz dönüşü, üniversiteye başlamak üzere şehirden ayrılmadan önceki veda görüşmesinde, terapisini ve terapistini bırakmakla ilgili duygularını şöyle anlatmaya çalıştı:

 

“Benim için bu odada sadece bu koltuk ve siz yoksunuz, burada benim için önemli birçok insan yaşıyor sanki, hepsinden birden ayrılmak inanın çok zor geliyor, acı veriyor……… yapabilecek miyim bilmiyorum ama gitmem lazım……”

 

Sonuç

 

Yok olma, ilişkinin doğal ve gerekli bir şartıdır aksi takdirde ilişki kişilerin ayrı ayrı kimliklerinde zararlı bir simbiyoz haline gelecektir. Nesneyle yaşanan deneyimle ilgili duygusal bir bakış açısı kazanabilmek için nesneden ayrı zaman geçirmek gereklidir. Nesne yok olduğunda onunla ilgili takdir duyguları da güçlenir. Hasta sonuçta nesnenin yokluğuna gönülsüzce tahammül etmez; çünkü aslında onun yokluğuna ihtiyacı vardır. Kendi duygusal gelişimi, onu nesneye bağlayan güçlere karşı durmasını sağlayacaktır. Kendi başına ayakları üzerinde durabilme yolunda nesnenin varlığını yardımcı bir unsur olmaktan çok kaygı verici olarak algılayacaktır. Terapideki bir ergen her zaman bir yanıyla “sütten kesilmeyi” istemektedir. Daha sonra olgunlaştıkça ve suçunu daha çok kabullenmeye başladığında yok olan kötü bir nesneye olan ihtiyacı azalır. Artık nesne uzaktayken de iyi özeliklerini koruyabilir. Ayrıca eğer yokken de onun iyi olduğuna inanılırsa, ihtiyaç duyulduğunda geri döneceğine dair bir güven de oluşur. Diğer bir deyişle, olmayan nesnenin tarihsel gelişimi şöyledir: öncelikle var olan bir kötü memedir, sonra memenin kötü yanı ile ilgili bir düşüncedir, son olarak da orada bulunmayan iyi bir memedir.

 

Bağlanma kuramı açısından ise temel terapötik hedef aslında sadece bir fanteziden ibaret olan kaybedilmiş bağlanma nesnesini yerine koyma arzusunun terk edebilmesidir. Bu durum Fairbain’in analitik psikoterapinin hedefi olarak tanımladığı erken dönem nesne ilişkilerine olan sadakatın kırılması ya da zayıflatılması ile benzerlik gösterir. Waelder’in yıllar önce söylediği gibi analitik terapinin en kritik ve önemli aşaması olan infantil arzuların ve fantezilerin terk edilmesi hemen her zaman bir yas reaksiyonu ile sonuçlanır. Kişi sanki onun için hayatı yaşanır kılan yaşamsal bir gereksiniminden vazgeçmiştir. Bu ayrılık ile tetiklenen disforik affektin düzenlenmesi belli düzeyde ego gücü gerektirir. Ancak Emel gibi borderline kişilik özellikleri gösteren yapışık/endişeli bağlanma tipindeki ergenler bu açıdan yeterli donanıma sahip değillerdir. Bu gibi ergenler için güvenilir bir bağlanma nesnesi olan ve güvenli ortam (secure base) oluşturan bir terapistin önemi ve ayrılığa verilen tepkilerin çalışılması daha fazla ön plana çıkar. Somut olarak, daha sıklıkla hastanın olumsuz aktarımı ile karşılaşılır ve yorumlanırken, terapötik ortamın sağladığı güvenlik ve olumlu aktarım arka plandaki güvenli zemini oluşturur. Eğer bu süreç uygun şekilde çalışılır ve işlenirse ruhsal denge daha ileri bir düzeyde tekrar yapılandırılabilir. Bunun sağlanamadığı durumlarda depresyon bir savunma düzeneği haline dönüşebilir. İşin içine manik kaçamaklarında girmesi ile, terapist ve ergen arasındaki terapötik çalışmanın devamı tehlikeye girer. En sık rastlanan şekliyle, tedavi yarım kalır.