ERGEN VE PSİKANALİZ

 

Psikanalitik kuramcılar uzun yıllar boyunca Freud’un önderliğini yaptığı ve oldukça detaylı bir şekilde formüle ettiği Ödipus karmaşasına duyulan hayranlığın etkisi altında kalmışlardır. Bilinçdışının bilinç düzeyine getirilmesi ve erken çocukluk dönemlerine odaklanılarak bastırılmış çocukluk anılarının ortaya çıkarılması süreci, Freud’un psikanalitik çalışmalarının daha çok erken çocukluk yıllarına odaklanmasına yol açmıştır. Ergenlik dönemini genital dönem olarak tanımlamış, libidinal dürtülerin artışı ve ensest (yasak-sevi) tabusunun baskısı ile cinselliğin farklı nesnelere yönlendirilmesi gerekliliğini vurgulamışlardır.  O yıllarda yapılan birçok olgu sunumunda ergenin erişkin tipte psikanalitik tedavisinden bahsedilir. Bazı yazarlar ise bu dönemde görülen bazı psikopatolojilerin ergenlik döneminin özelliklerinden kaynaklanabileceğine dikkati çekmiş ve ergenliğin psikanalist üzerindeki tehdit edici özelliklerini açıklamaya çalışmıştır. Daha sonraları az sayıda psikanalitik kuramcının değerli katkıları ve yapıcı eklemeleri dışında, ergenlik dönemi psikanalitik kuramın erken yıllarında oldukça ihmal edilmiş bir dönem olarak karşımıza çıkar. Ancak yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren, psikanalitik kuramın tekrar yorumlanmaya başlanması ve bebek gözlemlerinin yardımı ile gelişim dönemleri daha farklı algılanmaya başlanmış ve dolayısı ile ergenlik döneminin özellikle kişilik gelişimi ve ödipal sürecin tamamlanması bağlamındaki önemi giderek daha fazla gündeme gelmeye başlamıştır.

 

Psikanalitik literatürde ergenlik dönemine ilişkin üç temel yorum bulunur;

 

  1. Sigmund Freud’un (1905), ergenlik döneminde libidinal dürtülerin yoğunlaşmasına ve ensest tabusuna karşı acil savunma gereksinimine bağlı olarak cinselliğin yer değiştirmesi ile ilgili söyledikleri,
  2. Anna Freud’un (1958) “ergenlik bunalımı” tanımlaması ve ergenin belli başlı savunmalar yardımı ile infantil ensestiyöz libidinal nesneleri ile bağlarının gevşemesi üzerine yaptığı vurgu,
  3. Peter Blos’un ergenliği ikinci bireyselleşme olarak tanımlaması (1967), ödipal durumun ergenlikte gözden geçirildiğine ve son halini aldığına dair kuramı (1979).           

 

Bu yorumculardan, Peter Blos ergenlik dönemi ile ilgili olarak psikanalitik literatüre en kapsamlı katkılarda bulunan klinisyendir. Bu yazıda Blos’un kuramı ve yaptığı katkılar özetlenmeye çalışılacaktır.

 

Peter Blos (1904-1997), aslen biyoloji eğitimi görmüştür. Psikanalist olduktan sonra New York’ta özellikle ergenlerle ilgili klinik ve kuramsal çalışmalar yapmıştır. Ergenlerle ilgili çalışmalarını 5 kitap ve birçok makalede toplamıştır. Bu kitaplar; Ergen Kişiliği (1941), Ergenlik Hakkında, Psikanalitik Bir Yorum (1962), Genç Ergen: Klinik Çalışmalar (1970), Ergenlik Pasajı (1979) ve Baba ve Oğul; Ödipus Karmaşasının Öncesi ve Ötesi’dir (1985).

 

Blos’un kuramı gelişim literatüründe çocukluk arkadaşı olan Erik Erikson’nun kuramı kadar geniş bir kabul görmemiştir. Bunun nedenleri arasında; (1) güven, otonomi, inisiyatif, endüstri toplumu ve kimlik bunalımı gibi popüler kavramlar kullanmaması, (2) daha çok psikopatolojiye öncelik vermesi, (3) normal gelişimin sistematik anlatımındaki eksiklikleri sayabiliriz. Blos’un kullandığı, Ödipus karmaşası, kastrasyon anksiyetesi, penis hasetliği, pre-ödipal döneme regresyon, arkaik anne gibi terimler ağırlıklı olarak psikanalitik literatürden alınmıştır. Kuramsal çalışmalarının çoğunda Blos; ergenlik döneminin gelişimsel sorunlarının tanımı, yıkıcı davranışların doğası, ergenin psikanalitik tedavisi ve psikopatolojik olgu örnekleri üzerinde çalışmış ve bu nedenle gelişim psikologlarından çok psikiyatristlerin ilgisini çekmiştir. Onun aksine Erikson, normal gelişim özelliklerini vurguladığı “İnsanın 8 Evresi”nde (1958) daha çok eğitim, psikoloji, çocuk ve ergen gelişimini alanlarından etkilenmiştir. Her iki kuramcı da ergenlik dönemi gelişim özelliklerini farklı açılardan ele almışlardır. Blos, insanın doğasına ve gelişimsel dinamiğe ilişkin birçok psikanalitik varsayımı kabul ederek yazılarında Freud’un düşüncelerinden oldukça yararlanmıştır. Dahası, Freud’un temel psikanalitik öğretisine sadık kalarak yeni bir psikanalitik yapı geliştirmek yerine; mevcut kuramı ergenlik dönemini içine alarak genişletmeyi ve geliştirmeyi tercih etmiştir. Ancak sıklıkla Erikson’dan alıntılar yapmış ve onun bazı kavramlarını da kullanmıştır. Buna ek olarak Blos, Freud’un gelişimsel hedefler için tanımladığı çatışmalar yaklaşımından çok ego psikolojisinin temel yapısından köken alan (ikinci bireyselleşme süreci, egonun hizmetinde erken deneyimlere regresyon, ebeveynden ayrılma ve gelişimsel hedeflerin gerekliliği nedeni ile akran grubuna yönelme gibi) kavramları kullanmıştır. Freud, genital dönemde (ergenlik) Ödipus karmaşasının tekrar canlandığını ve buna bağlı olarak kastrasyon anksiyetesinin tekrar ortaya çıktığını belirtmiştir. Blos bir yandan ağırlıklı şekilde bu düşünceye bağlı kalırken; diğer yandan ergenliği, cinsel ve biyolojik gelişime psikolojik açıdan ayak uydurma çabası olarak gören daha üst düzey bir bakış açısı da geliştirmeye başlamıştır.

 

“Puberte doğanın bir gereğidir, ergenlik ise insan olmanın” (Blos, 1979)        

 

Blos’un üzerinde durduğu bir başka kavram da “ikinci bireyselleşme”dir. Bu kavramda ebeveyn bağımlılığından ve sevgi nesnelerinden ayrılma deneyiminin normal ergenlik dönemine özgü önemli bir gelişim hedefi olduğu düşüncesi vardır. Bu gelişimsel süreç, bir savunmadan çok normal ergen gelişiminin bir gereği olarak, geçmiş gelişim süreçlerine kısmi bir gerilemeyi gerektirir. Bu dönemde Ödipal sürece ayrı bir özen gösterilir çünkü sadece dürtü ve ego yönelimini tanımlamada değil gelişimsel açıdan cinsiyet farkını ortaya koymada da temel prensip olarak bu süreç kullanılır. Blos, yazılarında mümkün olduğu kadar gelişimsel açıdan kız erkek farkına vurgu yapmaya çalışsa da, genel psikanalitik bakış açısında olduğu gibi erkek yönelimi ağır basmaktadır.

 

Freud’un genital dönem olarak tanımladığı ergenlik, cinsel olgunluğa erişmeden önceki son gelişimin basamağıdır. Blos bunun ötesinde ergenlik dönemine ilişkin detaylı ve kapsamlı kavramsallaştırma çabalarının bir göstergesi olarak, bu döneme ait 6 alt dönem öngörür. Latent dönemi ergenliğe hazırlık olarak, ergenlik sonrası dönemi de ergenlik ve erişkinlik arasındaki bir dönem olarak kabul ederek bu 6 alt dönem içine katar.

 

Böylece bu altı dönem;

  1. Latent dönem,
  2. Ergenlik öncesi veya pre-puberte,
  3. Erken ergenlik veya erken puberte (2. ve 3. dönem bazen tek dönem olarak ele alınır),
  4. Orta ergenlik, gelişmiş puberte veya gerçek ergenlik,
  5. Geç ergenlik,
  6. Ergenlik sonrası olarak isimlendirilir.

 

Bu 6 alt gelişim dönemine ek olarak her dönemde ortaya çıkan ya da tekrar organize olan 5 farklı alan tanımlanmıştır. Bunlar;

  1. Dürtüsel yapı
  2. Ego yapısı veya işlevi
  3. Bedensel büyüme
  4. Çatışma oluşumu
  5. Çatışmanın çözümü

 

Bu alt dönem ve alan sınıflamaları Blos’un yazılarında ve kitaplarında sistematik olarak tanımlanmamıştır. Ancak yazılarında yeri geldiğinde, normal ergenlik gelişimini tanımlamada bu kavramlardan ve alanlardan yararlanır.

 

Psikoseksüel gelişimi algılama açısından Freud ve Blos arasındaki en temel ayırımlardan biri; Freud’un kişilik gelişiminin yaşamın ilk yıllarında, oral, anal ve fallik dönemde tamamlandığı ve Ödipal karmaşanın çözümlenmesi ile son halini aldığını düşünmesidir. Psikanalitik literatürde gelişimsel sürece bu yönde bakan yazılara sıkça rastlanır. Ancak, P. Blos, E. Jones ve E. Erikson gibi klinisyenler kişilik gelişiminde ergenlik döneminin önemini daha fazla vurgulayanların başında gelirler. Blos’un kuramsal anlamda en büyük katkısı, kişiliğin ergenlik döneminde tekrar yapılandığı ve son şeklini aldığını tanımlamasıdır ve bu süreci ikinci bireyselleşme olarak isimlendirir. Onun yazılarında ortaya koyduğu düşünceye göre, kişilik yapısında belli bir sürekliliğe ve kalıcılığa ancak ikinci bireyselleşme sürecinin tamamlanması ile ulaşılabilir. Blos, “kişilik yapısının ulaştığı gelişimsel hedef”, “dürtü ve ego yapısının uyumu” ve “sürekli bir kendiliğin yapılanması” gibi cümleleri ancak ergenlik sonrası dönemi anlatırken kullanır.

 

“Ergenliğin sonunda, daha önce belirttiğim gibi, çatışmalar tamamen çözülmez, fakat özel bir işlemden geçerek belli yaşam hedefleri haline dönüşürler. Gerçek dünyada bu hedeflerin izini sürecek kulvarlar yaratmak ergenlik sonrasının görevidir.” (Blos, 1962)       

 

Ergenliğin 6 alt dönemini tartışmadan önce Blos’un tanımladığı ikinci bireyselleşme sürecini ve ödipal karmaşa ile ergenlik dönemi arasındaki ilişkiyi inceleyelim.

 

İkinci Bireyselleşme

 

Mahler tarafından 1963’te tanımlanan birinci bireyselleşme dönemi yaşamın ilk 3 yılında tamamlanır. Bu dönemin tamamlanması “nesne sürekliliğinin” kazanılması, çocuğun iç dünya ve dış gerçeklik arasındaki farkı (yani “ben” ve “ben olmayan” olmayanı) ayırt edebilmesi ve annesi ile kendisini birbirinden farklı nesneler olarak algılayabilme yetisini kazanabilmesi ile karakterizedir.     

 

“Hareket kabiliyeti, dil gelişimi ve sosyal deneyimlerin artması çocuğun yaşam alanını genişletir ve başkaları gibi, özellikle anne babası ve kardeşleri gibi olma arzusunu fark edebilmesini sağlar” (Blos, 1962)

 

Birinci bireyselleşme sürecinin; çocuğun kendisini anne babadan ayırt edebilme yetisini kazanmasını sağlaması yanında hayran olunan anne babayı model alabilme ve dolayısı ile çocukluk bağımlılığına katkıda bulunma özelliği de vardır. Birinci bireyselleşme çocuğun annenin fiziksel varlığına olan bağımlılığının ortadan kalkmasını sağlarken anne içselleştirilmektedir ve ancak ikinci aşamada ergenliğin başlaması ile “içselleştirilmiş infantil nesnelerden bağımsızlaşma” gerçekleşebilir.

 

Ergenliği, psikanalitik açıdan son derece önemli olan erken dönem çocukluk deneyimlerinin tekrar yapılandırıldığı (örn. İkinci Ödipal karmaşa) bir dönem olarak gören Blos; ergenlik dönemi gelişimi için “ikinci bireyselleşme süreci”ni yani psikolojik sütten kesilme sürecini tanımlayarak önemli bir kuramsal katkıda bulunur. Bu süreç, puberte ile artan libidinal dürtülerle başlar ve geç ergenlik dönemine kadar sürer. Ergenin aile dışında, dışarıdan sevgi nesneleri bulması ile sona erer. Ebeveyn kontrolünden ve içselleştirilmiş immatür aile içi sevgi ve nefret nesnelerine olan bağlardan sıyrılabilmenin bir sonucu olarak ergen, bireyselleşme sürecinin de yardımı ile anne babasını daha gerçekçi değerlendirebilir. Bu sayede kendilik algısının tanımlanması ve ego bütünlüğünün sağlanması mümkün olur. Bireyselleşme; ergenin erişkin dünyasında yerini alabilmesi için ailesel bağımlılığının azalmasını ve infantil nesnelerle olan bağlarının zayıflamasını gerektirir. Ergenlik döneminde çocukluk bağımlılıklarından uzaklaşmak; birinci bireyselleşmede olduğu gibi sadece dış dünyadaki somut nesnelere karşı değil içselleştirilmiş erken dönem sevgi nesnelerine karşı da gerçekleşmek zorundadır. Ancak ergenlik dönemi tamamlandığında, bu içselleştirilmiş kendilik ve nesne tasarımları belli sınırlara sahip olur, değişime direnç ve süreklilik gelişir.

 

Ergenlikteki bireyselleşme süreci; kişisel, sosyal ve cinsel kimliğin gelişimine katkıda bulunur. Anne babaya sırt çevirme, yetersiz otonomi düzeyi nedeni ile geçici bir süre akran grubuna yönelme ile sonuçlanır. Akran grubu bu dönemde Ödipal çatışma ve ebeveyn bağımlılığından uzaklaşma gereksinimi gibi konularda birçok işlevi üstlenir. Aslında akran grubu birçok konuda aileden daha işlevseldir, çünkü akran grubu;

 

  1. Bir çeşit paylaşım ortamı görevi görerek, suçluluk veya anksiyete yaratmadan ergenin içsel çatışmalarını çözümlemesinde yardımcı olabilir.
  2. Yetişkinler tarafından farklı tanımlanan sosyal ve atletik becerilere karşı saygı ile yaklaşır.
  3. Özellikle karşı cinsle kurulacak ilişkilerde ve diğer sosyal ortamlarda uygun davranışlar konusunda pratik ve kişisel bilgiler sağlayabilir.
  4. Ailelerin aksine, ergenin davranışlarına ve kişilik özelliklerine ilişkin daha yapıcı, dürüst ve eleştirel geribildirimler verebilir.       

 

Ergen kendi ailesi içinde cinsel doyuma ulaşamayacağını anlar ve çocukluk bağımlılıklarından kurtulma arzusu ile destek, değer ve güvenlik bulmak için ergen grubuna yönelir. Ancak ergen, anne babanın kontrol ve kısıtlamalarından kurtulma çabası ile akran grubunun sağladığı güvenliğe karşılık grubun standartlarına ve koşullarına kayıtsız bir itaatkârlık içine girebilir. Öte yandan, akran grubuna uygun davranış modellerine uyma ve birbirine benzeme konusunda da aşırı bir bağımlılık geliştirebilir. Blos bunu “üniformizm” olarak tanımlar. Akran grubunun etkisi en çok cinsel davranışlar alanında önem kazanır. Cinsel deneyim ve birliktelik en çok akran grubu içinde desteklenir ve olgunlaşmanın bir parçası olarak görülür. Uygun davranışı arayan özelliği ile akran grubu, heteroseksüel yönelimi bağımsızlık, bireyselleşme ve erişkin olma ile eş tutar. Akran grubu ergenin ailesinden ayrılma sürecinde sık sık eksikliğini duyduğu teşvik, ait olma, sadakat, empati, fedakarlık ve uyum içeren bir çeşit destek sağlar. Bu sırada ergen; duygularını, dürtülerini ve cinsel davranışlarını regüle edebilmek için akran grubunun normlarını kabul etmeye fazlasıyla hazırdır. Buradaki tehlike, ergenin çocukluk bağımlılıklarının yerini ergen grubuna kalıcı bir bağımlılığın alması ve duygusal düzeydeki bağımsızlık sürecinin çözümlenmemiş olarak kalmasıdır. Diğer bir tehlike ise, ergenin üniformizm modeline uymak istemediği durumda, genellikle “dışlanan, alay edilen, önemsenmeyen” biri durumuna düşme olasılığıdır.

 

İkinci bireyselleşme süreci, dürtüsel yapıda ve ego işlevlerinde önemli değişiklikler gerektirir. Ergenlik döneminde ego, ide oranla görece zayıflar çünkü; (a) puberte ile cinsel dürtülerde yoğunlaşma olur, (b) latent dönemde ego genişlemesini sağlayan ebeveyn ego desteği bu dönemde ergen tarafından reddedilir. Bireyselleşme; içsel karmaşa, kişilik yapılanmasında artmış kırılganlık ve duygusal komplikasyonlar gibi olumsuz görünümler kazanabilir. Hayal kırıklığı, çaresizlik, umutsuzluk, uygunsuz öfke, zayıflık ve değersizlik gibi hisler; terk edilmişlik ve regresyonun belirtileridir. Ancak bu olumsuz tablonun bileşenleri, bireyselleşmenin gerçekleşebilmesi için gelişimsel zorunluluklardır. Ergenlik karmaşası “ancak çatışma yoluyla olgunlaşma gerçekleşir” varsayımından yola çıkılarak, gelişimsel açıdan “sine quo non – olmazsa olmaz” olarak görülür. Yeni bir yapısal düzenlemenin gerçekleşebilmesi için ancak önceki psikolojik yapının yıkılması ve bunun sonucunda da geçici olarak bir kopukluk, düzensizlik, karmaşıklık ve kendinle aşırı uğraş döneminin yaşanması gerekir. Yeni bir yapısal çerçevenin oluşumu; deneyimleme yani “kendiliğin aşırı uçlarda denenmesi”nin yanısıra karşıt olma tavırları, isyankar davranış ve zıtlaşmaları da gerektirir. Bu yapısal değişim sonucunda kalıcı kişilik şekillenecektir.

 

İkinci bireyselleşme süreci; regresif (gerileme) ve progresif (ilerleme) hareketlerin birbirini izlediği bir süreçtir. Bu sayede ergenliği bir kriz dönemine çeviren içsel karmaşanın, isyankar dışavurumun, öngörülemezliğin ve kaosun psikolojik zemini hazırlanır. Blos’a göre regresyon; sadece ergenlik döneminde gelişimsel açıdan gerekli, bütünleyici ve sağlıklı olarak ele alınabilir. Yazılarında sıkça, artan libidinal ve agresif dürtülerden ve onların yarattığı anksiyeteye bağlı olarak meydana gelen regresif hareketlerden bahseder. Bu pubertal anksiyete, dışarıdan gelen sosyal beklentiler ve taleplerle daha da artar. Bu tür beklentiler ve dürtülerin yol açtığı içsel çatışmalarla yüzleşmek zorunda kalan ergen; anksiyete ve çatışmadan kaçınmak için daha erken dönemlerde etkin olan narsisizm, oral açgözlülük ve sadizm gibi ilkel tepkilere geri dönmeyi seçebilir. Ergenin ilerlemesi bu regresif sapmalar olmadan normal yolunda gidemez. Regresyon, duygusal olgunluğa ulaşma yolunda ilerlemenin ön koşuludur. Dolayısı ile bireyselleşme, egonun “ileri gitmesi” ve “ergen gelişiminin hizmetinde regrese olmasını” birlikte içerir. Bu birbirine zıt iki saptamanın anlamanı belki de en iyi Nietsche’nin ünlü benzetmesiyle açıklayabiliriz;

 

“Geriye gittiğini söylüyorlar. Gerçekten de öyle, çünkü zıplamaya çalışacak”

 

Geriye hareket; kibirlilik, isyankarlık, meydan okuma ve anne baba otoritesini sınama gibi narsisizmde artma şeklinde kendini gösterir. Erişkinlikte görülmeyen boyutlarda agresif eylem ve fantezi sıkça görülür.

 

“….. regresyonla sağlanan ruhsat aygıtın yeniden yapılanması hareketi, ergenliğin en önemli ödevidir. Tıpkı Hamlet’in uykunun dinlendiriciliğine özlem duyarken bir yandan da uyku ile gelecek kabuslardan korkması gibi ergen de dürtüleri ve egosu için doyumun getireceği huzuru ararken, bir yandan da infantil nesne ilişkilerine geri dönmekten korkmaktadır. Asıl çelişki, ergenin hedefine ancak dürtüler ve ego regresyonu yoluyla ulaşabileceğidir. Ergen; büyüme ve olgunlaşmanın gelişimsel ivmesinin verdiği destekle bu dönemde, regresyon yolu ile çocukluk travmalarından, çatışmalarından ve saplanmalarından kalan artıkları temizleyebilir.” (Blos, 1979)     

 

İnfantil nesne ilişkilerinden duygusal uzaklaşma sürecindeki aksamalar, aile dışından sevgi nesnesi bulma ve otonomi ve bağımsızlık yönünde ilerleme gibi ileri hedefleri de olumsuz etkileyecek ve belki de gelişimsel sapmalara ve psikopatolojiye yol açacaktır. İkinci bireyselleşmenin başarı ile tamamlanamaması; eyleme vurma davranışları, amaçsızlık, öğrenme sorunları, duygudurum sorunları, apati ve negativizm şeklinde kendini gösterebilir. Buna ek olarak bazı olumsuz sonuçlar bireyselleşme sürecinin temel hedefleri ile birlikte görülebilir (örneğin infantil bağımlılıklardan psişik yapının uygun şekilde tekrar yapılanması olmaksızın kurtulmak gibi). Blos’un “bireyselleşme sürecinin raydan çıkması” olarak tanımladığı durumlarda davranışlar ve sosyal roller, anne babanın arzuladığının tam tersi olarak gelişebilir. Anne babanın arzuları farklı yorumlanır ve bağlar tamamen koparılmaya çalışılır.

 

Ödipal Karmaşa 

 

Blos’un yazılarında Erikson’un kuramından faklı olarak, ergenlik döneminin gelişimini anlamada “ödipal karmaşa” en temel kavram olarak karşımıza çıkar. Blos, fallik dönemin sonuna doğru gelişen bilindik Ödipal karmaşa ve puberte ile tekrar ortaya çıkan ödipal durumu birbirinden ayırır. Pubertal Ödipal karmaşanın çözümlenmesi, ikinci bireyselleşmenin önemli bir bölümünü oluşturur. Gelişimsel açıdan ödipal karmaşa iki fazlıdır. Fallik – Ödipal karmaşa birinci fazı oluşturur. Psikanalitik kurama göre ikinci faz, pubertede dürtülerin yoğunluğunun artması ile ortaya çıkar. Ergenlik; Ödipal karmaşanın tekrarlandığı değil tamamlandığı ve sonuçlandırıldığı dönemdir. Ödipal durumun doğası gereği cinsiyet farkı göz önünde bulundurulmalıdır. Bu konu, negatif pasif ödipal durum ile pozitif agresif ödipal durumun ayırımı ile daha da karmaşık bir hal alır. Birincisi, çocuğun temelde alıcı olduğu erken Ödipal durumu, ikincisi ise çocuğun sevgisinin karşı cins ebeveyne yöneldiği bilindik Ödipal durumu tanımlar. Negatif terimi çocuğun aynı cins ebeveyne duyduğu aşkı, pozitif terimi ise karşı cins ebeveyne duyulan hayranlık ve aşkı anlatmak için kullanılır. Ödipal aşk her zaman cinsel içerik taşır ancak çocuğun her iki ebeveyne de duyabileceği hayranlık, saygı, sadakat ve cinsel içerikli olmayan arzulardan ayrı düşünülmelidir.

 

Negatif Ödipal fallik dönemde erkek çocuk anne ile özdeşim içinde iken, pasif-alıcı libidosu baba ile ilişkidedir. Örneğin, pasif-alıcı Ödipal erkek çocuk babasından bir çocuk sahibi olma arzusu ve fantezisi içinde olabilir. Erken pasif Ödipal durum, erkek çocuğun kadınların penisinin olmadığını fark etmesi ve fallik dönemin daha aktif bölümünün başlamasıyla sona erer. Aktif veya pozitif Ödipal duruma geçilmesi ile, anneye sahip olma yönünde daha agresif ve maskülen bir libidinal dürtü ortaya çıkar. Böylece herkesce bilinen ilişki üçgeni gelişir.    Baba oğlunun rakibidir ve hostil dürtüler ile fanteziler babaya yönelir. Bunun kaçınılmaz sonucu, kastrasyon anksiyetesidir. Ödipal durumdan uzaklaşabilmenin üç temel unsuru; (1) özellikle kastarsyon anksiyetesi şeklindeki babadan korku; genellikle bununla birlikte bulunan (2) babaya olan sevgi ve (3) çocuğun kendi olgunlaşmamışlığıdır. Oğlunun ona olan sembolik, sedüktif ilgisini teşvik etmeyen anne de çocuğun normal latent döneme geçişini kolaylaştırır.

 

Blos Ödipal karmaşanın iki olası sonucunu birbirinden ayırır; (1) baba ile özdeşim kurma ve ileride onun gibi olma çabası, (2) rekabetten vazgeçerek regresif ve pasif bir şekilde anneye boyun eğme. Birincisi, latent dönem boyunca ego ve süperego gelişimini destekler ve çocuğa gerçeklik ilkesi ile ilişkili bir yönelim kazandırır. İkincisi ise, pre-Ödipal anneye regresif bir dönüştür. İd ve dürtü yöneliminin haz ilkesi doğrultusunda gelişimini sağlar. Puberte ile başlayan biyolojik büyüme Ödipal durumu bir kez daha oluşturduğunda, bu çocuk sorunlar yaşayacaktır. Pubertenin başlarında, babanın idealize edildiği ve hayranlık duyulduğu negatif Ödipal durum tekrar ortaya çıkar. Baba güven ve huzur sağlar, erkek çocuğun babaya olan pasif ödipal aşkı canlanır. Baba bu dönemde kastrasyon tehdidi taşıyan pre-Ödipal arkaik anneye karşı bir koruyucu olarak algılanır. Ergenlik öncesi yaşanan bu kastrasyon korkusu genelleştirilir ve erkek çocukların kadınlara karşı olumsuz bakış açılarını etkiler. Öte yandan bu durum erkek ergenin pubertal cinselliğinin homoseksüel yanı ile yüzleşmesine de yol açacaktır. Orta ergenliğe girilmesi ile birlikte libidinal dürtüler biseksüelden heteroseksüele doğru yön değiştirir ve erkek ergen bir kez daha pozitif Ödipal karmaşa yaşar. Cinsel arzu anneye yönelirken baba bir kez daha korku ve hostilitenin hedefi olur. Normal gelişimde ensestiöz (yasak-sevisel) aşka yönelik tabu süperego tarafından içselleştirilmiş olduğundan Ödipal dürtüler kabul edilemez, şiddetli suçluluk ve anksiyete yaratır. Pozitif Ödipal karmaşanın çözümlenmesi orta ergenliğin en önemli hedefi olduğu gibi, geç ergenlik ve erişkinliğe geçiş için de bir ön koşuldur.

 

Kızların ödipal gelişimi; hedefleri ve çözümlenmesi açısından erkeklerinkine benzer ve Ödipal durumun dört aşaması erkeklerinki ile aynıdır. Ancak, heteroseksüel gelişimde değişik paternleri etkiler.

 

Pre-fallik dönemde kızlar da erkekler gibi aktif pre-Ödipal anne karşısında pasif alıcı durumundadır. Cinsiyet farkı gözetmeksizin bütün çocukların ilk sevgi nesnesi annedir ve bu durumdaki arkaik anne her zaman aktiftir. Cinsiyet farkı şu şekilde ortaya çıkar; erkekler için anne/kadın her zaman temel sevgi nesnesi olarak kalırken, kız çocuk temel sevgi nesnesi olan anneden vazgeçip babaya ve daha sonra da diğer erkek sevgi nesnelerine yönelmek zorundadır. Fallik dönem; pasif alıcı durumdan aktif agresif duruma geçişin gerçekleştiği dönemdir ve bu genelde erkekler için daha belirgin olur. Bu aktif faz genelde otonomi, üstünlük sağlama ve dünyanın kontrolü anlamına gelir. Kadınsılık ve pasiflik veya erkeksilik ve aktiflik birbirlerinin eş anlamı değildir ama genelde bu şekilde anlaşılır. Erken fallik dönemde aktif anne ile özdeşim yapmak, aktif (negatif) Ödipal durumun başında kız çocuk için yol gösterici olabilir. Bu dönemde anneye ne kadar güçlü bir bağlanma geliştirirse, sonrasında babaya bağımlılığı o kadar fazla olacaktır. Genel olarak dış dünya ve özellikle cinsellik hakkındaki merak, cinsiyet farkları konusunda sıkıntı yaratan bir farkındalığın gelişmesine ve dolayısı ile cinsel fantezilerin ve bedene ilişkin anksiyetelerin ortaya çıkmasına yol açacaktır. Ona bir penis sağlayamayan anneye yönelik hayal kırıklığına bağlı olarak gelişen aktif durumdan pasif duruma kayma ile, insestiöz libido anneden babaya yönelir. Bunun sonucu olarak pasif veya pozitif Ödipal durum ortaya çıkar. Kızlarda orijinal infantil bağımlılığa bir dönüş tehdidi gibi anlaşılan ve kaygı uyandıran, işte bu aktif durumdan pasif pozitif duruma geçiştir. Kız çocuğun anneye olan pasif bağından kurtulup pasif (pozitif) Ödipal duruma ilerleyebilmesi, ergenlik döneminde pre-Ödipal anneye regrese olabilmesini mümkün kılar. Kızlar için Ödipal durum, latent dönem boyunca duygusal yaşamın bir parçasıdır. Ne zaman çözümleneceğini kestirmek bazen oldukça güçtür.

 

Ergenlik öncesi dönemde, kızlar infantil pasifliğe doğru bir regresyona direnç gösterir çünkü bu fazlasıyla anksiyete yaratır. Erkeklerden farklı olarak bu dönemde kızlar, pasifliğin regresif çekiciliğine bir savunma olarak aktif olmaya yönelir ve cinsel yönden agresif erkeksi rolü üstlenerek cinsel konularda baskın ve yönlendirici olurlar.

 

Blos bu erkek rolü ile özdeşim sürecini “ergenlik öncesi kızın Ödipal savunması” olarak tanımlar. Ergenlik öncesi dönemde kızlar heteroseksüelliğe erkeklerden daha hızlı ve doğrudan ulaşır. Orta ergenlik döneminde kız ergen pozitif pasif rolü üstlenir ve bunun sonucu olarak anneyi reddeder ve babaya yönelir. Ancak erkeklerde olduğu gibi; Ödipal durumundan kurtulabilmek, aile dışı sevgi nesnelerine yönelmek için gerekli bir önkoşuldur.

 

Ergenlik Gelişiminde 6 Dönem                                    

 

İkinci bireyselleşme ve ikinci Ödipal karmaşa Blos’un ergenlik gelişimine ilişkin geliştirdiği kuramın temelini oluşturan iki önemli unsurdur. Normal ergenlik gelişimi sırayla tanımlanan 6 dönem şeklinde ilerleme gösterir. Bunlar; latent, ergenlik öncesi, erken ergenlik, orta ergenlik, geç ergenlik ve ergenlik sonrasıdır. Bu 6 dönemin her biri için döneme özgü hedefler ve deneyimler tanımlanmıştır. Bir dönemden diğerine ilerleme sadece olgunlaşma değil, aynı zamanda ruhsal aygıtın tekrar yapılanması anlamına gelir. Bu dönüşüm, her dönemi diğerinden ayırmaya yarayan gelişimsel özelliklerin oluşmasını sağlar. Her dönem, (özellikle erken dönemler) ergene sorun yaşatabilecek “gelişimsel raydan çıkma” riskini taşır. Blos genelde yazılarında bu olası anormal gelişim süreçlerine ağırlık vermişse de, bu bölümde daha çok normal gelişim özelliklerine değinilecektir. Ergenlik döneminde gelişimin incelenmesinde sıkça karşımıza çıkan ve süreci birbiri ile bağlantılandırmada işe yarayan ana konular; dürtüsel yapı, ego yapısı veya işlevi, somatik olgunlaşma, çatışma oluşumu, ve çatışmanın çözümü alanlarıdır.

 

Dürtüsel yapı; Bu alanda yeniden yapılanma puberte süresince hem kantitatif bir artışı hem de libidinal ve agresif dürtülerin yeniden yönlendirilmelerini ifade eder. Blos’a göre, dürtüsel yoğunlaşma hem libido hem de agresyon için eşit düzeydedir. Kantitatif artış, latent dönemden ergenlik öncesi ve erken ergenliğe geçişi ifade eder. Başlangıçta dürtüsel yön belirsizdir, çocukluğun biseksüel yönelimi geçici homoseksüel yaşantılarla beraber, erken ergenlikte baskın kalır. Dürtüsel yönelimde en belirgin değişim erken ergenlikten orta ergenliğe geçişte heteroseksüel yönelimin belirmesi ile gerçekleşir. Ensestiöz nesnelerden aile dışı sevgi nesnelerine hareket geç ergenlik ve ergenlik sonrası dönemde hakim olan dürtüsel yönelimdir.

 

Ego Gelişimi: Ego gelişimi dürtüsel yapılanmadaki değişim ile paralel ilerlemez. Latent dönemde ego daha fazla otonomi, ayrımlaşma ve genel olarak ego genişlemesi şeklinde bir olgunlaşma ve güçlenme süreci geçirir. Ancak pubertenin başlaması ile, (egoyu görece güçsüz bırakan) dürtüsel yoğunlukta artış meydana gelir. Erken ergenlik döneminde yaşanan karmaşa, kriz ve kaostan kısmen egonun yetersizliği sorumludur. Daha sonra, Ödipal karmaşanın çözümlenmesi ile, ego bir kez daha id ve süperego karşısında otonomi kazanır ve süperegonun yapısı içinde ego idealleri belirir. Ego ideali, ileriye dönük idealize hedefler ve beklentiler içerir.  

 

Bedensel Büyüme: Psikoseksüel gelişimin fizyolojik altyapısını oluşturur. Dürtüsel yapıda, ego gelişiminde, çatışmanın oluşumu ve çözümlenmesindeki değişikler ancak gelişimin biyolojik yanının ele alınması ile daha iyi anlaşılabilir. Blos, ergenlik dönemi boyunca meydana gelen bedensel büyümeyi, bu gelişimin psikolojik yansımalarını incelediği kadar detaylı incelememiştir.

 

Çatışma Gelişimi ve Çözümü:  Her dönem kendine özel ve bir sonraki döneme geçebilmek için çözümlenmeyi bekleyen yeni çatışmalar doğurur. En önemli çatışmalar daha önce bahsettiğimiz gibi; ergenlik öncesi ve erken ergenliğin negatif Ödipal çatışması, ve de orta ergenliğin pozitif Ödipal çatışmasıdır. Ödipal durumla ilişkili olarak; ergenlik döneminde biseksüaliteden heteroseksüaliteye geçiş çatışmasını da sayabiliriz. Anne babaya olan infantil bağlar; heteroseksüel nesne seçimi gündeme geldiğinde yeni bir çatışma üreteceklerdir. Çatışmalar gelişim için olağan ve gereklidir çünkü çatışmalar ve çatışmaların çözümlenmesiyle olgunlaşma sağlanır. Kuşaklararası çatışmanın gelişmesi ve sonrasında çözümlenmesi normal ergenlik gelişiminin bir gereğidir. Blos’un tanımı ile “ergenlik süreci”nde;  ruhsal aygıtın tekrar yapılandırılması ve dönemlerin aşılması çatışmasız olmaz.

 

Şimdi sırasıyla; dönemlerin gelişimi ve bu dönemlerde meydana gelen dürtüsel yapı, ego yapısı veya işlevi, bedensel büyüme, çatışma oluşumu, ve çatışmanın çözümünü inceleyelim.

 

Latent  Dönem                   

 

Blos’a göre latent dönem, ergenliğe giriş için önemli bir hazırlık dönemidir. Daha sonra karşımıza çıkan gelişimsel sorunlar, latent dönemin önemli hedeflerinden olan ego yapılanmasındaki aksaklıkların bir sonucu olabilir. Latent dönem boyunca libidinal dürtü; tamamen üstü örtülmese de yoğunluğu daha azalmış, geçmiş ya da gelecek olan Ödipal dönemlere oranla eğitim aktivitelerine kolayca yönlendirilebilen bir yapıdadır. Egonun genişlemesi, libidinal dürtülerin psikolojik yapıdaki etkinliğini azaltır. Blos’a göre latent dönem; yeni hiçbir dürtüsel hedef ve libidinal nesnenin ortaya çıkmaması bakımından diğer psikoseksüel gelişim dönemlerinden ayrılır. Daha önceki dönemlere ait biseksüel yönelim devam eder. Libidinal dürtülerin belirginleşmesi ile latent dönem son bulur. Davranış ve tavır değişiklikleri, konsantrasyon kaybı, otorite ile işbirliğinin azalması, akran grubunun baskısına boyun eğmeye başlama, latent dönemden ergenlik öncesi döneme geçişin ip uçları olarak görülebilir.

 

Latent dönem; ego genişlemesi, ego ayrımlaşması ve egonun otonomisinde artışın olduğu bir dönemdir. Daha gelişmiş bir içsel kontrol; davranışlar ile tutumlarda mantıksallık ve kurallarla değerlere saygı şeklinde kendini gösterir. Ego otonomisindeki artış; bilişsel yapı, yargılama, mantık, bellek, empati, beklenti, gerginliğe katlanabilme, farkındalık, gerçekle fantezi ayrımı yapabilme ve en önemlisi de eylem ve düşünce arasındaki farkı kavrayabilme alanlarındaki gelişimle birlikte görülür. Piaget’in belirttiği subjektif ve objektif algı (yani iç ve dış dünya arasındaki farkı algılayabilme yetisi), latent dönemin sonuna kadar gelişmiş olmalıdır. Bu dönemde sağlıklı ego gelişimi, bu dönemin bir başka önemli hedefi olan akademik düzeyde temel bilgi ve becerilerin artmasına da yardımcı olur. Latent dönem boyunca ego işlevleri regresyona ve yapısal bozukluklara giderek daha fazla direnç kazanır. Böylece her şey yolunda giderse, pubertenin başlaması ile artan cinsel dürtülerle baş etmek için gerekli gücü toplamış olur.

 

Bu dönem boyunca büyüme, beden görünümünde ve algısında herhangi bir dramatik değişiklik olmadan yavaşça devam eder. Fiziksel yapıdaki büyüme, vücut kontrolü ve bağımsızlık yönünde gelişmeyi ve bununla beraber çevreyi yönetebilmeyi artırır. Artmış sözel ifade yeteneği, bedenin duygusal ifadeler için kullanımını azaltır. Genel olarak çocukluk dönemindeki bedensel spontanlık ve dışa vurum giderek azalır ve bu azalma yerini ergenlikteki bedenle aşırı uğraşa bırakır.

 

Eğer Ödipal karmaşayla ilgili çatışmalar başarı ile aşılmış ise, latent dönem iç ve dış dünya ile ilişkili çatışmalar açısından görece sakin bir dönemdir. Latent dönem boyunca erkekler arta kalan Ödipal bağlarını kızlardan daha iyi gizleyebilirler. Kızlar açısından Ödipal çatışmaların baskılanması ve bir sonuca ulaşması bir zorunluluk olmadığından geçiş daha yumuşak olur ancak süreç ergenliğe kadar uzayabilir.

       

Ruhsat aygıtın gelişimi ego otonomisinde artma ve ego olgunlaşması ile karakterize olduğundan; id, ego ve süperego arasındaki çatışmalar azalır. Böylece sağlıklı bir latent dönem, ergenlik dönemindeki çatışmaların başarı ile çözümlenebileceğine bir işaret sayılabilir. Bu dönemde ego gelişimdeki sorunlar ergenlik dönemindeki çatışmaların çözümünü geciktirebilir, hatta ergenlik sürecinin başlamasını engelleyebilir.

 

Ergenlik Öncesi

 

Puberte öncesi dönem olarak da adlandırılan bu dönemin başlaması ile en belirgin değişiklik; (hem libidinal hem de agresif) pubertal dürtülerin şiddetindeki artıştır. Bu enerji henüz belli bir sevgi nesnesine yönelmemiş ve dağınık haldedir. Boşaltılması gereken genel bir gerginlik olarak hissedilir. Bu dürtüsel gerginlik kendisini huzursuzluk, duygusallık ve agresyonda artış ile gösterir. Ergenlik öncesi dönem; tipik olarak sorunlu davranışların başladığı dönemdir. Dürtülerin yönelimi halen dağınıktır. Cinsel içerik taşımasa da hemen her şey cinsel uyaran yerine geçebilir (örn. korku, şok, öfke ya da genel anlamda heyecan). Kızlar bu dönemde “at sevdası”, ya da erkekler “belden aşağı şakalar” gibi cinsellik dışı (!) her şeyle aşırı uğraş içinde olabilirler. Cinselliğin baskısı, infantil süreçlere (oral – aşırı yeme, açgözlülük, anal – boşaltıma ilişkin uğraşlar ve fallik – sadizm) yoğun bir regresyon ile dengelenir. Pasaklılık, temizliğe dikkat etmeme, dağınıklık ve motor hareketlilik bu dönemde belirginleşir. Duygudurum düzensizlikleri, duygusal yanıtlarda öngörülemezlik ve kontrolsüzlük; dürtüsel yoğunluğun göstergeleridir.

 

Öfke nöbetleri, gündüz düşleri, mızıkçılık, huysuzluk yapma, yalan söyleme, hile yapma… Bu tepkiler kendisine aşırı gelen bir baskıyla karşılaşan bir çocuğun tepkileridir. Ergenliğin gerektirdikleri; karşılayabileceğinden fazla geldiği için savunmaya geçmiştir. Geçici tepkiler olarak bu dönemde ortaya çıkması son derece normal ve beklenen bir durumdur. Erişkinler ya da küçük çocuklar için fazlasıyla kaygı uyandırıcı nörotik davranışlar olarak görülse de ergenlik öncesi dönem için son derece normaldir (Blos, 1941).  

        

Latent dönemin sonunda başlayan ebeveyn kontrolüne yanıt vermeme, bu dönemde artarak sürer. Aileden giderek uzaklaşılırken, aynı zamanda çeteleşme evresine geçilir. Anne babalar bu durum karşısından bir yandan öfke ve kabullenememe diğer yanda anlayış ve destek olma gibi ambivalan tepkiler verebilirler. Tutarsız davranışlarının sürmesi, anne babayla ergenin ilişkisinde sorun yaşanmasına yol açabilir.

 

Ergenlik öncesi dönemde doyum arayan artmış dürtüsel gerginlik; ego ve süperegonun muhalefeti ile karşılaşır. Böylece ruhsal yapıda dengesizlikler baş göstermeye başlar. İd ve süperego arasındaki gerginliği azaltmak amacı ile ego; bastırma, reaksiyon formasyon ve yer değiştirme gibi savunma düzeneklerini devreye sokar. Bunlara ek olarak; büyüsel düşünme, yansıtma, inkar ve her türlü obsesif kompulsif davranış, alışkanlık ya da düşünce gibi ilkel savunmalar da canlanır. Reaksiyon formasyonun bir göstergesi; erkeklerin karşı cinsle ilgili geliştirdikleri olumsuz tutum, anne dahil tüm dişilerden uzak durma isteği ve yakın temastan kaçınmadır. Ergenlik öncesi döneme özgü olarak egonun tekrar yapılanması; “ilerleme isteği” ve “ailesel altyapıyı kaybetme korkusu” gibi çelişkili duygularla açıklanabilir.

 

Ergenlik öncesi dönemde ruhsal yapının tekrar yapılanmasının bir kısmı puberteye girmeyle şekillenir. Neticede bedensel büyüme; birincil ve ikincil cinsel özelliklerde belirgin değişiklikler meydana getirir. Böylece bu dönemde ergen değişen bedeni ile aşırı şekilde uğraşmaya başlar. Puberte; dikkatin değişen cinsel organlara kaymasına, işlevleri ile ilgili merakın ve korunmaları ile ilgili korku duygusunun yaşanmasına yol açar.

 

Ergenlik öncesi dönemde çatışmalar bedensel büyüme ile ilişkilidir. Cinsel dürtülerde ani artış; id ve süperego arasındaki dengeyi bozar, erkeklerde kastrasyon anksiyetesi ve kızlarda penis hasetliği olarak kendini gösterir. Cinsel organların olası yaralanmalarına ilişkin kaygılar oldukça sıktır. Bunun nedeni kısmen kastrasyon anksiyetesi, kısmen de masturbasyon düşüncelerinden kaynaklanan suçluluk duygularıdır.

 

Her iki cinsin psikoseksüel gelişim yönleri ve zamanlamaları puberte ile birlikte ayrılmaya başlar.  Kızların bedensel gelişimi erkeklerden önce başlar ve bu nedenle kızlar pubertede erkeklere oranla daha olgun, akademik anlamda daha üstün, sosyal gelişim alanında daha ileri, kendini değerlendirmede daha başarılıdırlar. Puberte ile birlikte karşı cins aşağılanarak reddedilir. Buna karşılık aynı cinsten akran gruplarına yönelim belirginleşir. Fiziksel gelişimde cinsiyet farkı; ergenin bu alanda kendi içinde ya da grup içinde abartılı süreçler yaşantılaması ile doğru orantılıdır. Bu da ergenin sosyal uyumunu, zihinsel ve ruhsal gelişimini etkiler.

 

Ergenlik öncesi ve erken ergenlik dönemlerinde erkek ergen agresif dürtülerini ve kastrasyon korkularını anneye ve genel olarak diğer kadınlara yöneltirken, baba ile gerçekte belirgin düzeyde bir çatışma yaşamaz. Kastrasyon korkularına karşı geliştirdiği savunma mekanizması ile babayı aşırı idealize etme ve yüceltme çabası içindedir. Bu dönemin negatif pasif Ödipal sürecinde kastre edecek olan, babadan çok annedir. Ondan korkulur ve çekinilir. Ön ergen, Blos’un tanımladığı “fallik, kastre edici, pre-Ödipal anne”den korkar ve karşı cinse karşı kaçınma içine girer. Bu dönemde ergen, annesinin şefkati dahil karşı cinsten gelen her türlü yakınlaşma çabasını şiddetle reddeder. Aynı cinsten olan akran grubu; erkeksi tavırlarla özdeşim ve moral desteği sağlar. Ancak bunun için grubun standartlarına uyma ve değerlerini benimseme bedelinin ödenmesini bekler. Bu grubun içinde sır saklandığı ve mahremiyet paylaşıldığı gibi erotik içerikli homoseksüel oyunlar ve deneyimler de yaşanır. Akran grubu tarafından görülme ya da duyulma olasılığı olduğu durumlarda ergen; anne tarafından sevilmek, okşanmak hatta cezalandırılmaktan kaçınır. Ancak sonra orta ergenlikte; pozitif agresif Ödipal karmaşanın tekrar ortaya çıkması ile hostil agresif dürtüler bir kez daha babaya, cinsel dürtüler ise anneye yönelir.             

 

Puberte ile negatif Ödipal karmaşaya girildiğinde, kızların anne ile ilişkisinde oldukça karışık bir durum ortaya çıkar. Bu çatışmanın altında; fallik dönemdeki negatif Ödipal karmaşa sırasında anne ile olan ilişkiden kaynaklanan pasifliğe karşı duyulan korku yatmaktadır. Kız ergen pasifliğe ve infantil bağımlılığa karşı bir savunma olarak erkeklikle ile özdeşim yapar ve agresif bir şekilde karşı cinse yönelir. Heteroseksüel arzularını abartır ve erkeklerle aşırı uğraşır. Bu süreçte ya “erkek gibi kız”a ya da “küçük kadın”a dönüşür. Blos bu dönemdeki kızların “erkek delisi” gibi davranarak bir Amazon kadını gibi; erkeği henüz hazır olmadığı halde ve pek de ilgisini çekmese de, heteroseksüel sosyal ilişkilere zorladığından bahseder. Sonuç olarak kızlar ilk heteroseksüel deneyimlerinde erkeklere karşı ilk (ve belki de son) galibiyetlerini alırlar.  

 

Eğer bu dönemde kız ergen pasifliğe doğru regresif hareketi seçerse, dürtüsel yönelimi tıpkı erkek ergeninki gibi homoseksüel yönde gelişecek ve erkeklerden uzak duracaktır.

 

Erken Ergenlik

 

Erken ergenlik dönemini ya da erken puberteyi ergenlik öncesinden ayıran en önemli özellik libidinal dürtülerin daha fazla amaca yönelik olması ve bunun yanı sıra, agresif dürtünün artmasıdır. Yeni hedef, daha yoğun ve zengin duygusal yaşantılara yol açacak olan aile dışı libidinal nesnelere yönelmeye başlamadır. Anne baba ile özdeşimin yerini; arkadaşlık, hayranlık, idealizasyon yoluyla başkaları ile özdeşim alır. Erken ergenlikteki sevgi nesnelerinin mutlaka karşı cinsten olması gerekmez çünkü biseksüel eğilimler hala ağırlıktadır. Spor ya da eğlence dünyasından ünlülere, öğretmenlere, genellikle yaşça büyük her iki cinsten kişilere hayranlık duymak; bu dönemdeki dürtüselliğin görünme şeklidir. Yoğun duygusal içeriği ile bu dönemdeki ilişkiler, arzu edilen yetişkin tip ilişkilerden oldukça farklıdır. Ergen, genellikle kendinden büyük kişilere aniden hayranlık duymaya başlar. Arkadaşlıklar da başladıkları gibi aniden bitebilir. Eski bağlanma nesnelerinin yerini hayranlık duyulan yeni nesneler alabilir.

 

Erken ergenlik dönemindeki arkadaşlıklar hala kendi cinsinden olmakla beraber belli bir bilinç düzeyinde erotik ton ağırlıktadır. Narsisistik nesne seçiminin sonuçları; karşılıklı masturbasyon, geçici homoseksüel deneyimler, paylaşılmış agresyon, suç davranışı ya da idealizasyon, arkadaşı ile beraber olmaktan sonsuz mutluluk ve coşku duyma gibi farklı şekillerde kendini gösterebilir.

 

Libidinal dürtülerdeki artış ve idle süpergonun savaşı erken ergenlik döneminde egoyu güçsüz bırakır çünkü ergen, ebeveyn otoritesi ve kontrolünden bağımsızlaşma yolunda egosu için ciddi bir itici güç olan ebeveyn desteğini kaybeder. Ego, Ödipal karmaşa kökenli çatışmalarla baş edebilmek ve kaos duygusu uyandıran iç dünyasını yeniden yapılandırmak için farklı savunma mekanizmaları geliştirir. Ego ile süperego arasındaki boşluk giderek artar.

 

Ergenlik boyunca bedensel gelişimdeki bireysel farklılıklar oldukça belirgindir. Bu nedenle kronolojik yaşa göre yapılacak tanımlamalarda genellemelerden ileri gidilmemelidir. Ancak, bedensel gelişim açısından akranlarından geri kalmak, bedeni ile aşırı uğraş içinde olan ve en ufak bir bedensel değişikliği bile yakından izleyen ergen için önemli bir sıkıntı kaynağı olabilir. Birincil ve ikincil cinsel özelliklerle ölesiye uğraş, bunların işlevi ve korunması konusunda merak ve korku yaşamak bu dönemin en belirgin özelliğidir. Ergenin elinde kendi gelişimini takip edecek bilimsel veriler olmadığı için, akranları ile karşılaştırmaktan başka çaresi yoktur. Bu durum belirsizlik ve anksiyete yaratacaktır. Grup ortalamasından en ufak bir sapma bile ciddi kaygı kaynağı olabilir. Bu dönemde bedensel gelişimin cinsel karakteristiklerinde (örneğin meme ya da kas gelişiminde) zamanın moda olan özellikleri dışında bir gelişme olması, bu kaygıyı daha fazla artıracaktır. Bu tür fiziksel farklılıklar ergenin sosyal ve duygusal dünyasını ve hayata bakışını olumsuz etkileyecektir. Bu dönemde erkek ergenler bir savunma olarak erkeksi görünüm ve tavırlar konusuna aşırı zaman ayırır.

 

Blos’a göre pubertal dürtülerin ergeni heteroseksüel yönelime doğru zorlaması, ergenin erken ergenlik döneminden çıkmasını sağlar. Özellikle erkeklerde, mastusbasyon davranışında belirgin artış olur. Bu davranış bir yandan gerginlik azaltma ve doyum sağlarken, dinamik açıdan da biseksüel eğilimlerin halen baskın olduğu bir dönemde kastrasyon anksiyetesine ve homoseksüalite korkusuna karşı bir tepki olarak da yorumlanabilir.

 

Bu dönemde çatışmalar hala biseksüelitenin doğasından kaynaklanır. Ergen kendini kaos ve çatışma içinde bulur çünkü dürtüsel yönelim, homoseksüel ve biseksüel yatkınlığın terk edilmesini gerektirir. Bu da duygusal iç dünyanın ve libidinal dürtülerin tamamen tekrar yapılanması demektir. Dürtüsel yönelimdeki bu niteliksel değişikliğin gerçekleşebilmesi için pre-Ödipal ve Ödipal sevgi nesnelerinden vazgeçilip aile dışı nesnelere yönelmenin sağlanması gerekir. Bunun diğer bir anlamı da ebeveyn bağımlılığından ayrılmadır ki, bu da çatışmaya yol açar. Bu çatışma pasif bağımlılıktan kurtulma hamlesi olduğundan genel olarak anne üzerinde yoğunlaşır. Orta ergenliğe geçiş için gerekli olan cinsel kimlik heteroseksüel yönde gelişmeye başlar.

 

Orta Ergenlik

 

Orta ergenlik biseksüel yönelimin azalmaya başlaması ve dürtüsel yeniden yapılanmanın devam etmesi ile karakterizedir. Agresif dürtüler gibi libidinal dürtüler de yoğunlaşır. Libido artık yeni sevgi nesnelerine yönelmiştir. Dürtünün hedefi heteroseksüel nesne aramaktır. Bu dönemde heteroseksüel yatkınlığın fark edilmesi ile hem aileden ayrılma sağlanır hem de pozitif Ödipal karmaşa son kez çözümlenir. Bu dönem; kaosun, duygusal dalgalanmaların ve deneysel yaşantıların psikolojik olarak tekrar yapılandırıldığı bir dönemdir. Kendini isyankar tutumlar, öngörülemezlik ve kontrolsüzlükle gösterir. Blos bu dönem için “Herkesçe bilinen ergenlik” tanımlamasını kullanır.

 

14 veya 15 yaşlar civarı (bazen daha erken, bazen de daha geç), örüntü değişime uğrar. Ergen hala  duygusal, öngörülemez ve huzursuzdur. Erişkin otoritesi ile çatışır, kendiyle uğraşır ve aşırı gergindir. Ancak tüm bunlar sözel düzeydedir. Fazlasıyla yardıma ve yol gösterilmesine gereksinim duyar, ancak en sevdiklerinden bile bunu isteme konusunda sorun yaşar. Her şeye rağmen, birçok açıdan daha olgundur ve daha kolay öğrenir. Artık karşı cinse olan ilgisi belirginleşmiş ve açıkça ifade edilebilir hale gelmiştir. Birkaç yıl öncesinden farklı olarak dış görünüşüne ve davranışlarına özen gösterir. Daha temiz, düzenli ve duyarlı olmuştur.

Entellektüel ilgileri artar ve derinleşir. Kendine yeni hedef ve yön belirleyerek çalışmaya başlar. Yine de zaman zaman tamamen kendi dünyasına odaklanma, fantezi dünyasına kayma ve sorunlarla baş etmede çocukça yöntemler kullanma gibi farklı sorunlar yaşayabilir. Bazen de bedeni ile ilgili sorunlar konusunda, gereğinden fazla detaycı, ısrarcı, abartıcı ya da takıntılı olabilir (Blos,1941) .

 

Orta ergenlik; karmaşa ve krizden çok ego deneyimlerinin arttığı bir dönemdir. Ego artık geçmişteki iki gelişim döneminde olduğu gibi libidoyu dizginlemek ve yön vermekle uğraşmak yerine, libido ile beraber yeni sevgi nesneleri arayışına çıkar. Ergenin iç dünyasında geçmiş dönemlere ait çatışmalar, (özellikle Ödipal karmaşanın çözümlenmesi ile birlikte) gelecekle ilgili yeni beklentiler ve umutlar ortaya çıkar. Bunların yol açtığı endişeler duyumsanmaya başlanır.

 

Bu dönemin temel hedefi; anne baba ile duygusal bağımlılığın sona erdirilmesi ve Ödipal karmaşanın tamamen çözümlenmesidir. Ödipal karmaşanın son bulması, cinsel kimliğe ve bağımsızlığa ulaşmada önemli bir adımdır.

 

Bedensel büyüme bu dönemde de devam eder. Biseksüeliteden heteroseksüeliteye geçişle birlikte, daha önceki dönemlerde şakalar içine gizlenmiş ve dağınık şekilde ifade edilmeye çalışılan cinsel dürtüler daha açık ve amaca yönelik hale gelir. Cinsel uyaranlara karşı duyarlılık artar. Daha önceki dönemlerde anal içerikleri olan şakalar artık daha net cinsel ve erotik içerik kazanır. Cinsel duyarlılıktaki bu değişiklik sonucu; aşk acısı çekmek, kendini adamak, tutkuyla sevmek ve dahası heteroseksüel sevgi nesnesini idealize etmek ilk kez yaşantılanan durumlardır. Buna karşılık aile dışı sevgi nesnelerine doğru yönelme, özellikle aileye yönelik bağımlılığın azalmaya başladığı bu dönemde, yeni sevgi nesnelerine bağımlılık geliştirme korkusunu da beraberinde getirir. Ergen, heteroseksüel sevgi nesnesine ilişkin bu korkusunu genellikle “kendini fazla kaptırmak” ya da “çok ileri gitmekten korkmak” şeklinde ifade eder. Aşktan ve yeni bağımlılıklardan oldukça çekinir çünkü anne babası ile yoğun bir duygusal birliktelikten henüz kurtulmuştur. Üstelik ebeveynlerden bağımsızlaşma arzusu tek başına egemen olan bir duygu da değildir ve yoğun bir ambivalans içerir. Çünkü bu arzu, sadece erişkin tip bir özgürlük ve bağımsızlık isteği içermez. Bunun yanında çocuksu bağımlılık, ebeveyn koruması, güvenliği ve erişkin rehberliği de olmalıdır. Bağımsız olma arzusu; infantil nesnelere yönelik kayıp duygusu ve güvenlik kaygısı yaşanmasına neden olur. Bağımsızlığın bedeli; kişisel kısıtlılıkları ve yaşamın geçiciliğini kabullenmekle birlikte yalnızlığa tahammül edebilmektir.

 

Ergenlik öncesi ve erken ergenlik dönemlerinde başlayan pubertal çatışmalar orta ergenlikte tepe noktasına ulaşır. Ödipal arzular aktif  – pozitif şekilde bir kez daha belirir ve erkek ergenin libidinal dürtüleri anneye yönelirken, agresif ve hostil olan dürtüleri babaya yönelir. İdden kaynaklanan Ödipal arzular; görece zayıf egonun varlığında süperego ile çarpışır ve bu durum çatışmanın şiddetini arttırır. Ödipal arzulardan suçluluk ve anksiyete duyguları yükselir.

 

Bedensel büyüme bu dönemde son noktasına ulaşır ve bu durum sadece libidinal değil, agresif dürtülerin de yoğunlaşmasına neden olur. Agresif dürtülerde artış kendini sadece tartışmaya yatkınlık şeklinde değil, cinayet ve intihar içeren fantezi ve rüyalarda da gösterir. Agresyon ergenin kendine, nesnesine, yada cansız çevreye yönelebilir ve bu, iki temel dürtü arasındaki dengesizliğin ve birbiri içine geçmiş olduklarının göstergesidir. Dürtüsel yönelimdeki biseksüel eğilimin bir önceki dönemden başlayarak azalması, oldukça olumlu bir etki yaparak ergenin kadınsı ya da erkeksi yönde farklılaşmasını hızlandırır. Cinsel rolün içselleştirilmesi ergenliğin bu döneminde hızlanır.

 

Geç Ergenlik

 

Dürtüsel yönelim geç ergenlikte de heteroseksüel nesne arama yönünde gelişir ve bu yönde kalıcılık sağlanır. Ancak orta ergenlikte ortaya çıkan kaosun, karmaşanın ve yeniden yapılanmanın bir kısmı ancak bu dönemde sonuçlandırılabilir. Ego, orta ergenlik karmaşasından güçlenerek çıkar ve kalıcı bir yapıya kavuşmaya başlar. Yeni oluşan kişiliğin irdelenmesine başlanır ve cinsel kimlik geri dönüşümsüz olarak yerleşir. Bu dönem, sosyal rollerin ve kişisel özdeşimlerin somutlaştırıldığı bir dönemdir. Bu nedenle “kişilik yapılanması” başlığı altında incelenebilir.  Blos bu dönemin hedefini “bütünleşmiş egonun oluşumu” olarak tanımlar ve kalıcı bir ego bütünlüğüne ulaşabilmek, Erikson’un belirttiği ego kimliğinin gelişebilmesi ile mümkündür. Egonun sağlamlaşması ile birçok içsel kriz ve kargaşa durulur.

 

Yeni ego yapısı kendisini; id, ego ve süperegonun bir denge ve işbirliği içinde çalıştığı ve id ve süperegonun çatışmak yerine egonun hizmetinde olduğu bütünleşmiş bir kişilik örgütlenmesi şeklinde ortaya koyar. Artık ergen gündelik hayatında sosyal ve fiziksel çevresi ile gerçekçi bir ilişki içindedir ve sosyal sınırlar içinde temel gereksinimlerini gidermekte sorun yaşamaz. İd, ego ve süperego üçlü yapısında en önemli değişiklik bu dönemde gerçekleşir. Psikanalitik kurama göre süperego; fallik dönem Ödipal karmaşanın çözümlenmesinden sonra latent dönemde şekillenir. Görevi, moral değerleri ve kuralları savunmaktır. Egoya sınırlar koyar ve bunların ihlali durumunda, suçluluk ve anksiyete ile cezalandırır. Pubertal Ödipal karmaşanın çözümlenmesi ile süperego yapısı bir aşama daha ileri düzeyde farklılaşır ve onun bir parçası olan ego idealleri yeni bir yapı olarak ortaya çıkar. Geç ergenlik döneminde ego idealleri süperego içinde açık ve net bir yapıya kavuşur, süperegonun regülasyon işlevinin yürütücüsü olur. Sadece bireysel değil sosyal bir rol de üstlenir. Arzuların ve beklentilerin gerçekleşmesini sağlayan, hedefler koyan ve gereğinde utanç ve benlik saygısını düşürmeyle cezalandıran bir birim haline gelir. Ergenin yeni ego idealleri; zamanın yüksek idealleri, idealizasyonları ve ideolojileri arkasında gizlidir ancak sıklıkla kişisel kaynakların veya olanakların elverdiği ölçüde sık rastlanan hedefleri de içermektedir. Ego idealleri mükemmele ulaşmayı hedefler ve hiçbir zaman tam olarak karşılanamaz. Ancak mükemmele ulaşmaya çalışmak bile kişinin iyi hissetmesi için yeterli olabilir. Bu arada egonun görevi içsel narsisistik kendilik idealizasyonları ile gerçekçi dış dünya idealleri arasında hassas dengeyi sağlamaktır.

 

Bedensel büyüme bu dönemde tamamlanır ve cinsel gereksinim en üst noktaya ulaşır. Aile dışı özdeşim ve yakınlaşma gereksinimlerine bağlı karmaşık ve çatışmalı duygulanımların azalması ile birlikte, dürtü ve ego sevgi nesnesi arayışında ortak çalışmaya başlamıştır.

 

Geç ergenlik birçok çatışmanın son bulduğu bir yapılanma evresidir. Cinsel kimlik son halini alır ve artık kolaylıkla değişime uğramaz. Amaca yönelik eylemlerde kazanımlar artar, davranışlar öngörülebilir hale gelir, benlik saygısı yerleşir ve duygular süreklilik kazanır. Yapılanmanın artması ile; gelecek planları, mesleki seçim ve ilgi alanları netleşmeye başlar.

 

Ergenlik Sonrası

 

Ergenlik sonrası dönem, ergenlikle erişkinlik arasındaki geçiş dönemini tanımlar. Ergenlik döneminin en temel hedefi, oturmuş bir kendilik oluşumu ile sonuçlanması beklenen ve ego yapılanmasının tamamlanması ile uyum içinde gerçekleşen oturmuş bir dürtüsel yapının gelişimidir. Kendilik ve nesne tasarımlarının sınırları oldukça belirginleşmiştir. Böylece benlik saygısı süreklilik kazanır ve ego ideallerinin kontrolü altına girer. Öte yandan, dış kaynakların müdahalelerine karşı daha dayanıklı hale gelir. Yenilgiler, başarısızlıklar ve eleştirilerle yüzleşmiş olan ve kendini ego ideallerinden farklı görebilen ego; savunmacı bir yaklaşımla ussallaştırmayı kullanmaktansa kişisel sorumlukları, çevresel koşulları ve gerçekdışı idealleri gerçekçi bir şekilde tanımlayabilir.

 

Orta ve geç ergenlik döneminde beliren ve aile dışı özdeşim, sadakat ve yakınlık nesnesi arayışı olarak tanımlanan gelişimsel hedefler; bu noktada daha öncelikli ve baskın hale gelir. Kendilik ve nesne tasarımları arasındaki sınırların netleşmesi ile önceki dönemlere ait karmaşalı ve çatışmalı unsurlar giderilmiş olur. Anne baba algısı, olumlu ve olumsuz yönlerin birlikte kabul edilebilmesi sonucu daha gerçekçi bir algıya dönüşür. Aile dışı heteroseksüel nesne arayışının önünde hiçbir engel kalmamıştır.

 

Ergenlik sonrası dönemde, çatışmaların başarı ile çözümlenmesinin kişilik örgütlenmesi üzerinde olumlu etkisi görülür. Egonun kendisi artık, çocukluğun idealize edilmiş anne baba tasarımına benzemektedir.  Egonun uyum sağlama ve bütünleştirme işlevi gelişmeye devam eder. Bu dönemde kişiliğin ahlaki özelikleri, toplumun beklentileri doğrultusunda belirginleşir. Egonun ilgi alanları ve potansiyel sevgi nesnesi ile yeni deneyimler yaşantılanır. Sosyal rol kavramı, gelecekle ilgili amaç ve yön algısı netleşir.