ERGEN ve NORMALLİK

 

 
 
BEN
 
Baba ben yıkıcıyım ama
Kendini bilmez değilim
Yaşamak istiyorum sadece
Kendi savaşlarım uğrunda
Ben sadece ben olmak istiyorum
Işık hızıyla geçen zamanı
Yaşamak belki de çok zor
Korkuyorum ben geçmişten
Korkuyorum gelecekten

 Yazan: İlhan Yabantaş

 

 

 

GİRİŞ

 

“Normal ergenlik nedir?”, ergenlik dönemi ile ilgili olarak sıklıkla sorulan bir sorudur ancak bunun hemen ardından gelen bir başka soru ise “Ergenler bir dereceye kadar anormal midir?” olur. Bu sorular ergenlik dönemine ait en temel çelişkinin bir ürünüdür. Aslında ergenlik dönemi için tek bir normal gelişim süreci tanımlamaya çalışmak yerine birden fazla farklı ancak normal kabul edilen süreçten bahsedilmesi daha gerçekçi olacaktır. Çünkü bu soruya yanıt ararken ergenin içinde bulunduğu toplumsal ortam, kültür, aile ve akran grubu özelliklerinin göz önünde bulundurulması gerekir. Diğer taraftan, ergenlerle çalışan ruh sağlığı çalışanları dahil birçok erişkin, ergeni ve davranışlarını sağlıklı olarak tanımlamaktan çok, patolojik ya da anormal olarak görme eğilimindedirler. Kabul etmeliyiz ki bu eğilim, ergenle ilişkide yaşadığımız kıskançlık, korku, anksiyete, kızgınlık gibi duygular ve oldukça sık olarak da anlayışsızlık ve benzeri güçlüklerimizden kaynaklanır. “Ergenlik sorunu” ile “sorunlu ergen” kavramları bu nedenle sıklıkla ayırt edilemez hale gelir. Erikson ergenliği “bir maraz değil, normalleşme yolunda bir bunalım” diye tanımlar. Winnicot ise ergenliğin çaresinin olmadığını, tek çarenin zaman ve olgunlaşma süreci olduğunu belirtir. 

 

ERGENLİK DÖNEMİ (NORMAL) ÖZELLİKLERİ

 

Ergenlik, çocuklukla erişkinlik arasında yer alan, gelişme, ruhsal olgunlaşma ve yetişkin yaşama hazırlığın gerçekleştiği bir psikososyal moratoryum yani “ara durak”tır.  Bu süreçte, psikolojik geçmiş şimdiki zaman koşullarında tekrar yapılandırılır. Puberte ile başlayan hızlı büyüme, ergenlik döneminin sonunda bedensel, cinsel ve ruhsal olgunluğa ulaşmayla sona erer. Genellikle ilk puberte belirtileriyle başlayan “ergenlik dönemi” yaklaşık 12-19 yaşlarını kapsar. Ergenlik döneminin tanımı bedensel, cinsel ve ruhsal gelişmeye göre yapıldığından başlangıcı ve bitişi için net bir zaman vermek mümkün değildir. Çünkü ergenliğe giriş dönemi bireysel farklılıklar gösterir ve erken veya daha geç olabilmektedir. Bazı klinisyenler puberte (erinlik) ve adolesans (ergenlik) süreçlerini bir arada ele alarak, ergenlik dönemi adı altında incelerken; çoğunluk erinliğin biyolojik bir gelişim basamağı olduğu ve ergenliğin ise bu gelişime psikososyal uyum sağlama süreci olduğu görüşünü benimsemektedir. Bu dönemde oluşan hızlı biyolojik değişiklikler ergene iki önemli özellik kazandırmaktadır. Birincisi, cinsel üremeyi sağlayan cinsel olgunlaşmadır. Diğeri ise, anne baba tarafından korunma ve bakılma gerekliliğini azaltan fiziksel büyüme ve kendi kendine bakabilme gücünün kazanılmasıdır. Etolojik açıdan ergen bu iki özelliği kazanarak “karşıt cinse yönelir ve daha bağımsız davranabilir”. Ergenin topluma katılabilmesi, erişkinler arasında yerini ve konumunu alabilmesi, bu gelişme döneminde belli bilgi, beceri ve deneyimi kazanmasına bağlıdır. Erişkin dünyasının aradığı olgunluğa erişebilmesi için bu beklentileri karşılayabilmesi gerekir. Ruhsal-toplumsal gelişimin bu evresinde, yukarıdaki hedeflere ulaşabilmek için tüm ergenlerin kazanmak zorunda oldukları döneme özgü beceriler (dönem ödevleri) vardır. Bunlar:

 

1-Beden imgesini kabullenme ve bundan rahatsız olmama

           2-Cinsel kimlik ve rolünü belirleme ve kabullenme

           3-Kişisel değerler sistemini geliştirme

            4-Ebeveynlerden bağımsızlığını kazanma (özerklik)

           5-Bir yetişkin kimliği edinme

           6-Üretken bir birey olmaya hazırlanma (mesleksel kimlik) olarak sıralanabilir.

 

Ergenlikteki biyolojik değişikliler evrenseldir ancak bu değişikliklere verilen psikolojik ve sosyal yanıtlar evrensel değildir. Ergenin içinde yaşadığı toplum, çevre ve kültür bu süreçte belirgin farklılıklar yaratacaktır. Ancak hangi kültürden ya da toplumdan örnek verirsek verelim normal denilen bir ergenin en temel ortak özelliği “tutarsızlığı” olacaktır. Yani normal bir ergen, iyi bir sırdaş aynı zamanda gammazcı, kibirli aynı zamanda mütevazi, girişken aynı zamanda çekingen, kaba aynı zamanda düşünceli, yaratıcı aynı zamanda tembel, çekici aynı zamanda saldırgan, alaycı aynı zamanda idealist olabilir. Ergenin davranış ve tavırlarında bu denli belirgin bir tutarsızlık yaşaması aslında iç dünyasındaki fırtınaları ve çelişkileri yansıtır. Her defasında, olası anksiyete ve acıdan kaçınmak adına, içsel çatışmalarının bir tarafını dışarı vurmaktadır. Farklı derecelerde de olsa bu yönde bir sorun yaşaması kaçınılmazdır. Farklı kuramsal bakış açıları bu döneme ait normal özellikleri özetle şöyle açıklamaya çalışmıştır;  

 

Psikanalitik (psikoseksüel) kuram:

Bu kurama göre ergenlik, çocukluk cinselliğinden yetişkin cinselliğine geçiş dönemidir ve preödipal-ödipal dürtülerin yeniden etkinlik kazanmasıyla karakterizedir. Anna Freud ergenliği, “görece güçlü id’in, görece zayıf egoya meydan okuması” olarak tanımlar. Anna Freud’a göre cinsel olgunlaşmanın bir sonucu olarak daha önce ego ve id arasında var olan dengenin bozulmasıyla ensest (yasak-sevi) niteliği kazanan dürtü türevlerinin yarattığı baskı ve gerginlik, ergenin iç dünyasını yeniden düzenlemesini zorunlu kılar. Bu dönemde artan id ve süperego baskısından bunalan egonun en sık başvurduğu savunmalardan biri yeni özdeşimlerdir. Özdeşim gereksinimini karşılayanlar çoğu kez anne baba ve diğer erişkin figürleridir. Ebeveynlerin standartları, istekleri ve yasaklarının benimsenmesiyle süperego yeniden organize olur. Yeniden organize olan süperego, ergende var olan bilinçdışı ambivalan çatışmaların çözülmesine, kısmen de ergenin toplumsal ve kültürel etkilerden korunmasına yardım eder. Ayrı bir değerler sistemi olan ego idealleri oluşur ve süperego ile uzlaşır. Böylece egonun düşüncede, duyguda, eylemde ve nesne seçiminde elde ettiği görece serbestlik ile id ve süperego baskısındaki azalma sayesinde ego savunma organizasyonunu tekrar oluşturur. Bu durum yetişkinlerin gerçeklerine uygun bir içsel denetimin gelişmesi ön koşuluyla sağlanabilmektedir. Ergenler cinsel, narsisistik ve ambivalan çatışmaları çözümledikten, benlik saygısındaki dalgalanmaları ve kimlik çatışmaları sonlandıktan sonra daha yeni, daha nesne yönelimli amaçlar ve durumlara ulaşabilir. Bu ise ancak karşı cinsle cinsel deneyim, uzun süreli yoğun sevgi ilişkilerinin yaşanması ve gelecekteki mesleğin gerçekçi olarak belirlenmesiyle gerçekleşir. Ergenin ruhsal yapılanmasında bu düzeye eriştiğinde kendisini (kendilik algısını) bulduğu söylenebilir.

     

Psikanalitik kuram açısından en önemli katkıyı yapan Peter Blos, kişiliğin ergenlik döneminde tekrar yapılandığını ve son şeklini aldığını tanımlamış ve bu süreci ikinci bireyselleşme olarak isimlendirmiştir. Onun yazılarında ortaya koyduğu düşünceye göre, kişilik yapısında belli bir sürekliliğe ve kalıcılığa ancak ikinci bireyselleşme sürecinin tamamlanması ile ulaşılabilir. Blos, “kişilik yapısının ulaştığı gelişimsel hedef”, “dürtü ve ego yapısının uyumu” ve “sürekli bir kendiliğin yapılanması” gibi cümleleri ancak ergenlik sonrası dönemi anlatırken kullanır.

 

      Mahler’in kuramına göre birinci bireyselleşme yaşamın ilk 3 yılı içinde, kendilik ve nesne sürekliliğinin sağlanması ile tamamlanır. Bu sürecin sonunda, sembolik bir membranın yırtılarak bebeğin bireyselleştiği belirtilir. Ergenlikte ise, aile bağımlılığından uzaklaşma, infantil nesne bağlarının kaybedilmesi, ego ideallerinin oluşumu erişkin dünyasında yer alabilmek için gerekli aşamalardır. Ergenliğin sonlanması ile birlikte, kendilik ve nesne tasarımlarının sabitleşmesi ve sınırlarının netleşmesi ile kişinin dengeli bir otonomi kazanması beklenir. Bilişsel gelişimde, somut düşünmenin yerini soyut düşünmenin alması ile otonomi düşüncesinin kavramlaştırılması mümkün olur. 

 

      İkinci bireyselleşme süreci dürtüsel yapıda ve ego işlevlerinde önemli değişiklikler gerektirir. Ergenlik döneminde ego, ide oranla görece olarak zayıflar çünkü; (a) puberte ile cinsel dürtülerde yoğunlaşma olur, (b) latent dönemde ego genişlemesini sağlayan ebeveyn ego desteği bu dönemde ergen tarafından reddedilir. Ayrıca süperego da gücünü kaybeder ve yeni ego ideallerinin oluşturulması için arayış içine girer. Depresif durumun uygun şekilde işlenmeye çalışılmasına rağmen belli bir ambivalans ortaya çıkar. Süperegonun yumuşaması, deneyimleme çabalarında anne babadan gelecek tehdit kaygısına karşı belli bir rahatlama sağlar. Gerçeklikten geçici olarak uzaklaşılabilir.

 

İkinci bireyselleşme süreci regresif (gerileme) ve progresif (ilerleme) hareketlerin birbirini izlediği bir süreçtir. Blos’a göre regresyon, sadece ergenlik dönemi için, gelişimsel açıdan gerekli, bütünleyici ve sağlıklı olarak ele alınabilir. Bu döneme özgü regresyon, duygusal olgunluğa ulaşmada ilerlemenin ön koşuludur. Nesne ilişkilerinin ayrımlaşmamış düzeyine kısmi bir regresyon gerçekleşir ve ergen depresif durumda erken dönem ayrılıklarına yönelik infantil tutkuları ile ilişki içine girer. Olgunlaşabilmek için eski yapıların tekrar ele alınması ve kısmen değiştirilmesi gerekmektedir. Psikolojik anlamda progresyon ve regresyon salınım kapasitesi yaşamın başka hiçbir dönemi ile bu kadar uyumlu değildir. Temel sevgi ve nefret nesnelerinden ayrılma sürecinde ortaya çıkan ambivalansın üstesinden gelebilmek için, bu duygularla baş edilmesi, tekrar çalışılması, kapsanmasını ve sonuç olarak kabullenilmesi gerekir.

     

      Blos’un klasik çalışması “Ergenlik Üzerine”den sonra, bu uzun dönemin aslında birbirini izleyen alt dönemlerden oluştuğu geniş kitlelerce kabul gören bir görüş olmuştur. Erken ergenlik döneminin psikodinamiği, libidinal ve agresif dürtülerin şiddetlenmesi ve dağınıklığı, düzen sağlamak amaçlı erken bağımlılık ilişkilerine geçici regresyon, kastrasyon anksiyetesinin yeniden canlanması, ödipal çatışmanın yeniden ortaya çıkması ve egonun görece zayıflaması olarak özetlenebilir. Orta ergenliğin hedefleri ise, primer nesne bağlarında gevşeme, dürtülerin yöneliminde netleşme ve genellikle artmış bir narsisizmin eşlik ettiği, aşık olma ile yas tutma arasında devinim yaşama olarak sıralanabilir. Son olarak, geç ergenlik dönemi, egosintonik ve kişilikle uyumlu çatışmaların gelişmesi, erişkin tip cinsel tercihin belirlenmesi, megalomanik amaçlardan uzaklaşarak çevresel ve bireysel imkanlarla sınırlı hedeflere yönelme ve kişinin dış dünyada kendine bir yer edinmeye çalışması ile karakterizedir.

 

Psikososyal gelişim kuramı:

Psikanalitik kuramın temellerini esas alan, ancak toplumun, kültürün ve tarihsel bağların öneminin de altını çizerek, psikoseksüel gelişime yeni boyutlar getiren Erik Erikson’a göre ergenlikte “kimliğin kazanılması” döneme özgü asli görevdir. Ergen daha önceki özdeşleşmelerine ek olarak, bu dönemde elde ettiği yeni özdeşimler ve yeni deneyimleri bütünleştirerek yeni bir ego sentezi yaratır. Bu durum kim olduğu, ne olduğu, başkalarına göre ne olduğu sorularına kalıcı ve birbirleriyle tutarlı yanıtlar vermesi anlamını taşır. İşte bu nedenle ergen, başkalarının gözünde nasıl göründüğü ile kendi kendisini tanıyışı ve tanımlayışı arasındaki farkları anlama ve bu ikisini uyumsallaştırma çabası içindedir. Bu çağda benlik kavramı sürekli iniş çıkış ve dalgalanma gösterir. Çünkü ergen kendine yakışacak bir kimlik aramaktadır. Kendini sürekli tartmakta, değerlendirmekte, eleştirmektedir. Kendisini, anne babasından ve başkalarından ayıran özelliklerini öne çıkarmakta, benliğini yeni baştan düzenlemeye uğraşmaktadır. Mağazadaki her elbiseyi deneyen, zor beğenen bir müşteri misali, ergen sürekli farklı modelleri deneyerek kendine en uygun kimliği bulmaya çalışır. Kişilikten kişiliğe girer ki, bu geçici kişiliklere “sanki-ben” adı verilir. Bu denemeler sonunda ergen kendine yeni bir benlik ya da benlik kimliği oluşturur.

 

Erikson, kişilik gelişimi ile toplum etkileşiminin ergeni etkilediğini, değerler sistemini geliştirmesinde rol oynadığını belirtmiştir. Ayrıca cinsel kimlik, toplumsal rol ve meslek açısından bir belirsizliğin olduğunu ve değerler karmaşası deneyimlendiği için, ergenlikte bir kimlik bunalımının (identity crisis) yaşandığını öne sürmüştür. Ego kimliğinin yerleşmesi, yani eski ve yeni özdeşimlerin uyum içinde bütünleştirilmesiyle ergen kendi içinde “kimlik duygusu” (sense of identity) denen sürekli ve sabit bir kimlik duygusu ile güven duygusunu kazanır.

 

Erikson’un dediği gibi, “kimlik oluşumu özdeşimlerin bittiği yerde başlar”. Kimlik duygusu gelişmiş bir ergen kendi benliğinin sürekliliğini algılayan, kendine yabancı görünmeyen, nereden gelip, nereye yöneldiğinin bilincinde olan kişidir. Kimlik duygusu iyice oluştuğu zaman kişi kendisini hem özerk bir kişi olarak görür, hem de değer verdiği çevresinde benimsendiğini ve onaylandığını duyar. Özerk bir kişi olmakla toplumun uyumlu bir üyesi olmayı bağdaştırmıştır. Bu düzeye varabilmek için cinsel kimliğin, toplumsal rolün ve mesleksel tercihin belirlenmiş olması zorunlu bir koşuldur. Kimlik bunalımı ancak bu şekilde aşılmış olur ve ergen yetişkinler dünyasında yerini alır.

 

Kendi sınırları içinde öyle bir kimlik tanımlanmalıdır ki, ileriki yıllarda ergen, arkadaşlık, iş ve cinsel birlikteliklerinde yapışma ve iç içe geçme korkusu yaşamadan, üstünlük kurma ya da boyun eğme gereksinimi duymadan, olgun bir bağımlılığı hayata geçirebilsin. Bu tarz bir kimliğin gelişmesinde birinci şart, ergenin anne babasından ayrılabilmeyi başarabilmesi ve belli bir otonomi kazanabilmesidir. Burada tanımlanan ayrılık, kapıyı vurarak çıkıp gitme şeklinde bir fiziksel ayrılma değildir. Otonomi kazanma ve anne babadan sağlıklı ayrılma temelde içsel bir süreçtir ve kişinin iç dünyasındaki temel nesne tasarımlarından uzaklaşabilmeyi tanımlar. Eğer bu sağlıklı bir şekilde gelişirse, kapıyı vurarak çıkıp gitmeye gerek kalmayacak, kapı uygun şekilde kapanacak ve gerektiğinde yine yavaşça açılabilecektir. Bu noktaya ulaşılabilmesi için ergenin aşması gereken birçok engel bulunmaktadır. Bu engellerin aşılması sırasında, ergeni ve yakınlarını çeşitli acılar ve hayal kırıklıkları ama aynı zamanda da bazı hazlar ve kıvançlar beklemektedir. Bu duyguların şiddeti ve kalitesi ergen ve ailesinin işlevselliğine ve aralarındaki etkileşime bağlıdır.

 

Kimlik bunalımı her ergenin az veya çok uğraşması gereken bir sorundur ve patolojik bir süreç olarak görülmez. Eğer, bu bunalım ergenin uyumunu bozar, bocalamasına neden olur, ruhsal belirtiler üretecek derecede patolojik boyuta varırsa kimlik karmaşası (identity confusion) adını alır ve psikiyatrik müdahale gerektirebilir. Akılda tutulması gereken bir başka nokta ise kimlik gelişiminde süreç, zaman ve gelişimin görüldüğü alanlar açısından bireysel farklılıkların olabileceğidir.

 

Bilişsel gelişim kuramı:

İnsanın bilişsel gelişimini evrelere ayırarak inceleyen Piaget’nin tanımladığı soyut işlemler (formal operational) dönemi 12 yaşlarından başlayarak tüm ergenliği kapsar. Çocuklukta kazanılan somut işlemler temeli üzerinde gelişen bu bilişsel evrede, düşüncede artık mantıksal işlemler kullanılmaktadır. Varsayımlar kurulmakta, neden-sonuç ilişkileri kavranmakta, tümevarım ve tümdengelim yöntemleri tüm olasılıklar dikkate alınarak uygulanabilmektedir. Bu evredeki ergen bilişsel işlemlerinde mantıksal kuralları kullanabilecek durumdadır. Ancak yine de düşüncede ben-merkezlilik (egosantriklik) nedeniyle sosyal alanlarda yanılgıya düşebilir. Elde ettiği mantıksal düşünce gücüne sarılan ergen gerçek olgular, gerçek nesnelerden çok, kendi mantıksal kurallarına takılarak, değişik gerçekleri kavrama güçlüğü çeker. Ergen, diğer insanların düşüncelerinin kendisine yönelik olduğunu ve sürekli ilgi odağı olduğunu sanması nedeniyle kendi düşünceleri ile diğerlerinin düşüncelerini ayırt etmekte zorlanabilir. Ergenliğin sonuna doğru bu ben-merkezlilik aşılarak “sosyal uyum” sağlanır. Sonuçta, artık iyi davranış başkalarını sevindiren, başkalarınca onaylanan davranıştır. Kurallar, doğru ve iyi kavramlar, ortak değer yargıları ergenin süperegosunun bir parçası olmuştur. Yanlış davranmaktan, ceza korkusuyla değil, kendisi de doğru ve uygun bulmadığı için kaçınır. Uygun davranışı hem kendi yararına olduğu hem de toplum değerlerine ve düzenine uyduğu için benimser. Soyut işlemler yeteneğinin kazanılmasıyla bilişsel gelişim tamamlanır. Kişi artık yetişkin gibi düşünmektedir.

 

Davranışsal gelişim kuramı:

Davranışsal gelişim Piaget ve Erikson’un kuramları kadar kesin sınırlarla evrelendirilmemiştir ve ergenliğe özgü yaklaşımlar azdır. Tüm yeni öğrenilenler ve yeni deneyimler tamamen yeni olmayıp geçmişten etkilenmekte ve zaten var olan davranış örüntüleriyle bütünleşmektedir. Ancak “bugün” ön plandadır ve daha önceki davranışı ister pekiştirsin, ister değiştirsin, en yeni sosyal deneyimler ana davranışsal belirleyicilerdir. Buna göre, olgunlaşma, uygun davranışsal kalıpları seçmede becerikliliktir. Bazı yazarlar, ergenlikte bağımlılığın anne babadan akran gruplarına aktarıldığını, grubun etkisiyle çelişkili değerler ve baskılar yaşandığını, böylece davranışın etkilendiğini öne sürmüştür. Daha öncede vurgulanan nedenler ve toplumda bu dönemdekilerin “asi” olabilecekleri beklentisi yüzünden, dönemdeki sorunların abartıldığı kanısındadır. Ergenlikteki davranış değişiklikleri genellikle sosyal öğrenme kuramıyla açıklanmaktadır.

 

ERGENLİĞİN ALT DÖNEMLERİ

 

Ergenlik döneminin normal özelliklerini anlamaya yönelik çalışmaların bir başka şekli de -dönemin oldukça uzun bir sürece yayılmış olması nedeni ile- bu dönemi alt dönemlere ayırarak incelemeye çalışmaktır.   

 

Ergenlik genel olarak 3 alt dönemde incelenir. Bunlar;

1.) Erken Ergenlik Dönemi (10-13 yaş), Bu dönemin temel amacını, çocukluk rolünün terk edilmesi ve ergenliğe giriş şeklinde özetleyebiliriz. Genellikle insan hayatının ruhsal gelişim anlamında en pseödopatolojik, belki de en mutsuz dönemidir.

2.) Orta Ergenlik Dönemi (14-16 y.), Akran grup aktiviteleri ve alt kültür oluşumu ile karakterizedir.

3.) Geç Ergenlik Dönemi (17-19 y.), Erişkin tip davranışların gelişmeye başladığı dönemdir.

 

Şimdi bu alt dönemlere ait bazı özellikleri daha detaylı inceleyelim.

 

Erken Ergenlik Dönemi:

Ergenliğe girişte tipik olan, ergenin ebeveyni ile daha önceki yıllarda geliştirdiği emosyonel bağlara aykırı davranışlar sergilemeye başlamasıdır. Ergen bu dönemde, aile aktivitelerine daha az katılmaya, anne babayı değersizleştirmeye başlar, nasihat veya eleştiri almakta giderek daha isteksiz olur. Ona çocukluk dönemini anımsatacak her türlü oyun aktivitesinden uzak dururken, daha az uzlaşmacı, daha az itaatkar ve daha zor kontrol edilebilir hale gelir. Bu tür davranışlar bağımlılık – bağımsızlık ikileminin bir sonucudur. Ergenliğe girişle birlikte, sevgi, barınma, giyim, beslenme gibi birçok bağımlı kılıcı gereksinim önemini korurken, ergen bir yandan da bağımsızlaşma çabası içine girer. Ergen ebeveynine ihtiyacı olmadığı inancını geliştirmeye çalışır, çünkü eğer her yönden onlara bağımlı olduğunu kabul ederse ayrılması mümkün olamaz. Ayrılma her iki taraf içinde oldukça acı verici olsa da gelişimsel hedeflere ulaşmak için gereklidir. Çoğu ambivalan davranışın temelinde ergenin anne babasından emosyonel anlamda ayrılma çabasının getirdiği dinamikler ve çatışmalar yatmaktadır. Erken ergenlik döneminde karşımıza çıkan çatışmalar genelde çocukluk kimliğinin kaybı ile ilişkilidir, fakat akran grubu ve ergen alt kültürünün getirileri ancak bir sonraki dönemde, orta ergenlikte kazanılır. “Psikolojik kaçınma” diye tanımlanan durum ortaya çıkabilir; burada, ergen ne ailesine bağımlıdır, ne de bir akran grubu tarafından kabul edilmiştir. Bu duruma bağlı çatışmalar, depresif epizotlarla giden duygudurum dalgalanmalarına, çocukluk dönemine ait davranışlara gerilemeye, benmerkezci ve ılımlı antisosyal davranışlara, okul başarısında düşmeye ve okul devamsızlığına yol açabilir. Bu tür davranışlar gösteren bir erişkin için kolaylıkla ciddi ruhsal sorunların varlığı akla gelebilir. Ancak, bu dönemde, bu davranışlar genellikle normal “pseödopatolojiyi” tanımlar ve bize davranışları tanımlarken erişkin normlarını kullanmak yerine erken ergenlik dönemi sürecinin ve amacının göz önünde bulundurulması gerektiğini bir kez daha hatırlatır. Bu tarz sorunların yaşanmaması başka bir sorunun varlığına işaret olabilir; bu durumda ergen, içinde bulunduğu dönemin hedeflerine odaklanamamış ve regresif bir tepki ile görece daha az riskli gibi görünen önceki gelişimsel dönemlerde kalmayı tercih etmiştir. Çoğu insan aşırı strese ve baskıya regresif davranışlarla yanıt verir fakat eğer ergenin bu döneme girişe verdiği yanıt okul fobisi, beklenmedik okul başarısızlığı, okulu bırakma, madde kullanımı denemesi ya da anoreksia nevroza gibi patolojik ise anormal uyum çabasından bahsedebiliriz.

 

Puberteye girmeyle birlikte artan cinsel ve agresif dürtüler bir yandan ergene itici güç olurken diğer yandan otonomiye doğru gelişim yolunda engel olabilir. Ergen için erken ergenlik dönemi, latent dönemin, durgun, güvenli ve öngörülebilir düzenine yönelik şiddetli bir saldırı olarak algılanabilir. Bu değişikliğin etkileri ergen tarafından hem içsel dünyasında yoğun şekilde yaşanır hem de fiziksel yapısında değişikler ve bunun etkilediği davranışlar olarak dışarıdan da gözlenebilir. Bu değişim ergenin anne babası tarafından anlaşılmaya çalışılırken, ergende bu değişimin anne babasındaki etkisini anlamaya çalışmaktadır. Latent dönemde kendini erken çocukluk dönemine kıyasla kısmen daha bağımsız hisseden çocuk, pubertenin başlaması ile birlikte ortaya çıkan rahatsız edici olaylara bağlı olarak anksiyete yaşamaya başlar ve tıpkı erken dönemlerde olduğu gibi, anne babası tarafından korunma ve bakım gereksinimi hisseder. Ancak çok geçmeden bunun aslında otonomi kazanma yolundaki gelişmenin aksine geriye doğru atılan bir adım olduğunu fark eder. Böylece, anne baba ile (özellikle anne ile) güncellenmiş bağımsızlık ve otonomi hakları için savaşmaya başlar. Bu, Blos’un tanımladığı ikinci bireyselleşme için verilen mücadeledir ve tıpkı yaşamın ilk yıllarında tamamlandığı varsayılan birinci bireyselleşmede olduğu gibi bakım verenle temel çatışma konuları; ne zaman yatılacak, ne zaman kalkılacak, ne yemek yenecek, ne zaman banyo yapılacak, çamaşırlar ne zaman değiştirilecek, saçlar nasıl kesilecek gibi bakım ve kontrol konularıdır. Bu dönemde ergen kendi yetersizlik ve bağımlı taraflarından duyduğu utanç nedeniyle, bu yönleri ile yüzleşmek yerine, hatayı başkasında aramaya, anne babasını ona yeterince özgürlük vermedikleri için suçlamaya başlar. Bu kızgınlık ve saldırgan davranışların hangi dereceye ulaşacağı önemli ölçüde anne babadan gelecek tepkiye bağlıdır. Unutulmamalıdır ki, ergenin bu yöndeki agresif tutumları uyum sağlamaya yönelik sağlıklı davranışlarıdır. Bu, ayrılma ve otonomi gelişiminin hizmetinde bir agresyondur. Eğer bu durum uygun ele alınmazsa, ergenin agresyonu yıkıcı bir nitelik kazanabilir. Alternatif olarak, ergen, gerek temel sevgi nesnelerini kaybetme kaygısı, gerekse anne babaya yönelik derinlerdeki yok etme fantezileri ile baş edebilmek adına, baskın anne babaya boyun eğen ve geri çekilen bir tavır içine girebilir. Bu durum gelişim için katastrofik sonuçlar doğurabilir. Genellikle ailelerde ergenin agresyonu uygun şekilde anlaşılır ve yerinde tepkilerle durum daha kötüleşmeden anne baba tarafından engellenir. Bu, ergenin başına buyruk davranabilmesi ya da ailenin mutlak bir kabullenme içine girmesi anlamına gelmez. Burada ergen için temel hedef, kontrolsüz dürtülerini regüle edebilmeyi öğrenmektir. Anne babanın ergenin her türlü davranışına izin veren yaklaşımı ergende kontrolsüz saldırganlıkların ortaya çıkmasına ya da tam tersine dürtülerine dışsal bir sınırlama ve geribildirim gelemeyeceği endişesi ile davranışsal inhibisyona yol açabilir. Burada da sonuç bir önceki ile aynıdır. Ergenliğin bu erken döneminde, orta ve geç ergenlik dönemlerinin aksine, agresif davranışlar genelde cinsel kökenli değildir. Bu dönemde ergen, daha çok agresif dürtülerinin kontrolü peşindedir. Birçok ergenin agresif davranışlarının temelinde, kendi yetersizlik ve bağımlılık özelliklerinin inkarı yatar. Bu algıların nedeni ergenin gerek aile içinde gerekse toplumda beklenen işlevsellik düzeyine henüz gelememiş olmasının yaratmış olduğu başarısız ve yetersiz­ birey olma duygularıdır. Bu dönemde oldukça incinebilir ve depresyona yatkın bir duygulanım içindedir. Bu tür duygularla baş edebilmek adına agresif ve nedensiz öfke davranışlarına baş vurabilir. Bazı ergenlerin agresyonlarını ifade edebilmek için başvurdukları bir başka yol ise, bu duygularını azınlık gruplarına ya da kendine benzemeyen diğer ergen gruplarına yöneltmektir. Normal ergen için bu geçici bir dönemdir. Bu durumu en iyi şekilde, henüz kimliğini tam olarak tanımlayamamış anksiyeteli bir ergenin, gerekli sınırlardan yoksun güçsüz egosunu kendisine garip ve yabancı gelen bir duruma karşı savunma çabası olarak tanımlayabiliriz. Yeterli bir çevre, uygun yaklaşım, rekabet ve başarı için fırsatlar tanınan birçok ergen agresif potansiyellerini sindirerek, kimlik gelişimi hizmetinde kullanmayı başarabilir.

 

Erken ergenlik döneminde ödipal durum tekrar sahne alır. Erken çocukluk dönemindeki ödipal yaşantılar, pubertenin getirdiği değişiklikler doğrultusunda yeniden ele alınır ve bu dönemde (nihai durum) sonuçlandırılır. Ödipal süreçlerin ergenin hayatını nasıl şekillendireceği kültürden kültüre değişiklik gösterir. Hatta aynı kültürde bir sosyal grup ile diğeri arasında bile farklılıklar gözlenebilir. Genel olarak gözlemlenen, ergenin cinsel konuları konuşurken, özellikle karşı cins ebeveyn ile, oldukça utandığıdır. Erkek ergen, annesinin cilvelerinden kaçacak yer arar, onun kendisine dokunmasını, hele öpmesini hiç istemez. Kısaca, annesi tarafından hayran olunan bir erkek olmayı kabul edemez. Tabi ki bu yöndeki davranışlar, bağımlılıktan kurtulma ve otonomi kazanma mücadelesinin bir parçası olarak da görülebilir.  Ancak, ergenin savunmacı hostilitesinin altında yatanın cinsel doğada olduğu inkar edilemez. Normal bir ergenin ailesinde de, anne ergenin davranışlarının altında cinselliğin etkisinin olduğunun farkındadır ve bu davranışları ne açık bir alaycı tutum ve ne de gizli bir baştan çıkarmaya başvurmadan ele alır. Dahası ergen anksiyetsini azaltmaya yönelik olarak çok inandırıcı olmasa da, annesinin cinsel çekiciliğine dair her türlü durumu inkar eder. Aynı zamanda, çelişkili bir şekilde, annesinin ilgisini ve beğenisini almak adına babası ile rekabete girebilir. Bu durum, ileri ergenlik dönemlerinde de ortaya çıkabilir, örneğin, babasının tam tersi biri olmak için bir çaba içine girebilir. Onu her fırsatta küçük düşürmeye ve yaptıklarını değersizleştirmeye çalışabilir. Yine tüm bu davranışlar, belli bir cinsel içerik taşıyabileceği gibi, bağımsızlık yolundaki çabaların bir sonucu olarak da ortaya çıkabilir. Normal bir aile için, normal bir ergenin gereksinimlerini karşılamak hiç de kolay değildir. Ancak, anne baba arasında karşılıklı sevgi ve anlayışa dayalı bir ilişkinin olması işleri oldukça kolaylaştıracaktır. Bu tür durumlarda, ailenin ergenin sorunlarını suistimal etmesi ya da ailenin bu sorunlar tarafından suistimal edilmesi daha az görülür. İyi bir evlilikte, ergenle sağlıksız ve zarar verici bir etkileşim kurulma olasılığı oldukça düşer. Ancak birçok sağlıklı ailede bile ergenin cinselliği ile ilgili konularda anne babanın verdiği tepkiler ya da ergenin tepki diye algıladığı sözsüz davranışlar nedeni ile geçici süre de olsa sorunlar yaşanabilir. Baba oğlunun aniden gelişen agresif ve cinsel kapasitesinin farkına vardığında kendini tehdit altında hissedebilir. Onunla rekabet etme ya da olası bir yenilgiden kaçınmak için oğlunun gelişimini engelleme yolları arama gereksinimi duyabilir. Bu örneğin, yetersizlik ya da işsizlik gibi nedenlerle karısı tarafından aşağılandığı için kendi benlik saygısı ile ilgili sorunları olan bir baba olabilir. Erkek ergen için belli bir aşamada babayı geçmeye çalışmak kaçınılmaz olsa da, bu durum aynı zamanda oldukça yoğun bir anksiyete yaratır. Ergen babası karşısında bir zafer değil, sağlıklı ve adil bir rekabet arar. Öte yandan, ergen kızının cinsel olgunluğa eriştiğini gözlemleyen baba, gereksiz eleştirilerle onu kendisinden uzaklaştırmaya ya da baştan çıkarıcı davranışlarla kendisine hayran bırakmaya ya da gözü önünde gerçekleşen tüm bu gelişimi görmezden gelerek kızının kendince çocuksu bir bağımlılık içinde kalmasına çalışabilir. Anne ise, kendi açısından, kızının cinsel gelişimi ve çekiciliği karşısında haset duygusu yaşayabilir ve babasına olan ilgisine kıskançlık duyabilir. Diğer yandan, anne oğlunun maskulen gelişimi karşısında rahatsızlık duyabilir ve onu gücü yavaş yavaş azalmakta olan eşi ile kıyaslayabilir. Her iki ebeveyn ve çoğu zaman diğer yetişkinler de, bilinçli düzeyde ergeni gelişim yönünde desteklerken ve onun için en iyisini arzuladıklarını belirtirken, bir yandan da derin bir hasetlik ve hoşnutsuzluk yaşayabilirler. Aile içinde bir bireyin ergenliğe girmesi ile bu ve benzeri etkileşim dinamikleri ortaya çıkabilir. Suistimal edilmez ya da yanlış anlaşılmazsa genellikle geçici bir dönemdir.

 

Orta Ergenlik Dönemi:

Bu dönem güçlü akran grubu bağlarının geliştiği ve ergen alt-kültürünün ergenin en temel ilgi odağı olduğu bir dönemdir. Davranışsal örüntüler “psikolojik kaçınma” durumunu telafi etmeye yönelik olarak, anne babadan uzaklaşmanın eşlik ettiği çocukluk rolünün terk edilmesinin yerini akran grubuna güçlü duygusal bağların geliştirilmesine bırakır. Akran grubunda sadakat geliştikçe, arkadaşlar ergenin hayatında en önemli kişiler haline gelir. Ergen, akran grubunun birçok düşüncesini ve değer yargısını benimser ve giyim şekli, saç modeli, konuşma biçimi, müzik ve dans seçimleri ile modern bir delikanlı görünümü kazanır. Bu tür bir gelişim ergenin ailesinden uzaklaşabilmesinde ve “ayrı” ve dolayısı ile farklı bir kimlik geliştirebilmesinde oldukça önemli bir destek sağlar. Burada “farklı” olunan anne baba ve diğer erişkinlerdir, öte yandan, ergen kendi akranlarına fazlasıyla benzerlik gösterir. Akran grubu davranışsal deneyimleri destekler hatta cesaretlendirir. Orta ergenliğin birçok davranışsal sorunu erişkinlerin alınmadığı bu akran grubu arenasında çözüme ulaşır. Ergen, flört etmek, geçici süre çalışmak ve özel alanlarda eğitim almak gibi erişkin tip davranışların küçük denemelerini yapmaya başlar. Yine bu dönemde, ergenin kendisine ne kadar korkusuz, güçlü ve çekici olduğunu ispatlamak uğruna kalkıştığı bazı risk alma davranışları görülebilir. Beklenen ve normal karşılanabilecek davranışlar arasında grupça yapılan ılımlı anti-sosyal davranışlar, kısmen aykırı yaşam tarzı denemeleri sayılabilir. Normal dışı patolojik uyum daha çok ergenin arkadaşı olmadığı durumlarda ya da akran grubuyla ilişkilerinin zayıf olmasında ya da uygunsuz cinsel deneyim yaşadığında akla gelmelidir. Sürekli ya da bir kereye mahsus madde kullanımı da yine ağır uyum sorunlarına işaret edebilir. Ergenin aile dışından karşı cinsten bir partner ile birliktelik kurması bu döneme ait önemli hedeflerden biridir. Bu sayede ergen, karşı cinsteki ebeveynine olan duygusal yatırımını çekme olanağı bulur. Bu süreci yaşamakta zorlanan bir ergen, anne bağımlısı bir bekar ya da anne benzeri biri ile evli biri haline gelebilir. Tersi kızlar içinde doğrudur. Anne babadan ayrılmak tamamen içsel bir süreçtir ve içsel ebeveyn tasarımlarından ayılmayı tanımlar. Evden ayrılma, bazen bu alanda çözümlenmemiş çatışmalara bağlı bir eyleme vurma davranışından başka bir şey değildir. Ergen, ebeveynlerine ait içsel tasarımlardan ayrılabilmek için bazen onlara verdiği değeri azaltma ya da yok sayma gereksinimi içinde olabilir. Ancak ruhsal yapısını oluşturan ve erken yıllardan köken alan kendilik algısı aynı ebeveynlerin içselleştirilmesinden oluştuğundan, onları yok etme çabası ergenin kendine zarar verme çabası ile eş algılanır. Bu hemen her ergenin az ya da çok yaşadığı depresif duygulanıma – yas tutma durumuna yol açar. Dahası, içsel ebeveyn tasarımlarının yok edilmeye çalışılması, ergenin kendi bilincini ortadan kaldırmaya yönelik bir çaba olarak algılanabileceğinden, kontrol dışı bazı duygulanımlar, eyleme vurmayla karşımıza çıkar. Orta ergenlik dönemine doğru ergen, anne babasından uzaklaşma çabasının onlara zarar vermediğini ve onlarda nefret ve öfke uyandırmadığını görmeye başlar. Bir yandan onlarla olan ilişkisini düzeltmeye çalışırken, diğer yandan ilgisi artık ev dışına taşmıştır. Bu sürecin gerçekleşmesi anne ve babanın toleranslı ve duyarlı olması ile doğrudan ilişkilidir. Ebeveynlerin yaşayacağı hayal kırıklığı ve dışlanmışlık duygusu bu süreci zora sokacaktır. Bu arada, ergen anne babası ile – özellikle karşı cinsteki ebeveyn ile – olan sevgi ilişkisinden uzaklaşma çabası içinde aile dışından bazı erişkinlere tutku ile bağlanma yaşayabilir. Bu dönemde ergen, hemcins ya da karşı cinsten bir erişkine, (bir öğretmen, bir pop star ya da film yıldızı gibi) ilgi duyabilir. Eğer ilgi duyulan kişi aynı cinsten ise aile içinde yersiz bir kaygıya yol açabilir çünkü bu ilginin içeriği genelde cinsel dürtülerden uzaktır. Ergen kabul edilmek, hayran olunmak ve yönlendirilmek istemektedir. Bu nedenle tutku ile bağlandığı bu kişiye giyinişi ve tarzı ile benzemeye çalışarak geçici ve yalancı bir kimlik edinebilir. Normal şartlarda bu deneyimler kişilik gelişimi ve entegrasyonu için gereklidir. Ancak, anne babanın bu ilgiyi bilerek ya da bilmeyerek yanlış yorumlaması ve suistimal etmesi, ergenin kendilerinden uzaklaşmasına panik ve kaygı ile yaklaşması normal sürecin anormal yola sapmasına neden olabilir.

 

Belki yaşamın hiçbir döneminde akran grubu insan hayatında bu kadar etkin bir rol oynamaz. Akranları tarafından kabul edilmek yalnızlık ve izolasyon yaşayan ergen için adeta bir panzehirdir. Yeterli olmadığını düşünen ya da reddedileceği kaygıları yaşayan bir ergenin akran grubu oluşturamaması onun anne babasına geri dönmesine neden olabilir. Bu onun için daha aşağılayıcı bir sonuçtur. Depresif duygulanımı şiddetlenir ve çoğu zaman anne babaya yönelik agresif ve öfke dolu davranışlarla dışa vurulur. Çünkü ergen derinlerde olup bitenlerden onları sorumlu tutmaktadır. Daima hatırlanması gereken bir gerçek; ergenin geleceğini ailesi ile değil akranları ile şekillendireceğidir. Ergen belli bir olgunluğa eriştiğinde akran grubunu gelişiminde bir engel ve kısıtlayıcı bir faktör olarak algılamaya başlar ve grubu terk etme eğilimi belirir. Bu grup tarafından grup bütünlüğüne ve geleceğine ciddi bir tehdit olarak algılanabilir. İleride ergen daha sofistike gruplara üye olacak ve gündemin siyasi ve sosyal konularını tartışabilecek ortamlarda yerini alacaktır.   

 

Orta ergenlikten itibaren çeşitli boyutlarda cinsel deneyimler başlar. Cinsellik akranlar arasında konuşulur, bir prestij ve kendini kanıtlama aracı olur. Bu da cinselliği yaşamak için akranlar arasında itici bir güç hatta bir baskı oluşturur. Bu etkinlikler cinselliğe yönelik anksiyeteyi azaltarak, cinsel kimliğin oturmasını kolaylaştırıcı rol oynamaktadır. Cinsel ilgi ve deneyimler ilk dönemlerinde merak, şov yapma, statü, başarı ve beceri anlamını taşır. Daha çok kendini ve karşı cinsi tanımaya yönelik sınırlı girişimlerdir. Amaç kendisinin cinsel olarak normal ve kabul edilebilir olduğunu kanıtlamaktır. Yoğun bir fantezi yaşantısı olağandır. Daha sonraları karşıt cinsle “çıkma” (flört) etkinliği başlar. Bu ilişkiler oldukça tutkulu ama genellikle şefkatli bir sevgiyi içermeyen, kısa ömürlü ve ben merkezcil ilişkilerdir. Bazen merak amaçlı değişik düzeylerde eşcinsel etkinlikler de olabilir. Ergen için en önemli cinsiyet modeli hemcinsi ebeveyndir. Bu modeli kendi yararına en sağlıklı şekilde kullanması o ebeveynin kendini bu rolde ne kadar rahat ve barışık hissetmesi ile yakından ilişkilidir. Aynı bakış açısı ile, ergenin karşı cinsten biriyle kuracağı ilişkide, bu kişiyi belirleyen unsurların başında ergenin karşı cins ebeveyni ile olan ilişkisinin kalitesi ve bu ebeveynin bu rolde kendini nasıl hissettiği gelmektedir.

 

Akran grupları, ergenin cinsel konularda birçok bilgiyi edindiği ortamdır. Ancak, ergenin cinselliğe karşı tutumunu büyük ölçüde ergenin içinde bulunduğu toplumun ve ailenin cinsel standartları belirlemektedir. Dinsel ve töresel kurallar, idealler, anne baba tutumları, erken deneyimler, anne baba çocuk ilişkileri, kültürel gelenekler ve cinsel konuda bilgilendirme özellikleri, ergenin cinselliğe karşı tutum ve davranışlarını biçimlendirir.

 

Rasgele cinsel ilişkiye girme genelde ergenlikle birlikte tartışılan bir konudur. Ancak bunun ne kadarının gerçek ne kadarının fantezi olduğunu söylemek güçtür. Birçok ergen cinsel birliktelik yaşama oyununu, evcilik oyunu benzeri bir düzeyde yaşar. Erişkin rolleri ve ergenin buna ne kadar uygun olduğu denenmektedir. Fiziksel olarak yeterli olgunluğa erişmiş olsalar da, psikolojik olarak bu tarz bir yakınlığa hele anne babalığa hiç hazır değillerdir. Cinsel konulardan görece olarak daha serbestçe konuşulabilir olması, akran gruplarında bazı ergenlerin kendilerini diğer ergenlerden daha aşağı ve yetersiz görmelerine neden olabilir. Bu açığı kapamak adına kendilerini henüz yeterince hazır olmadıkları cinsel yakınlıklar içine girmeye zorlayabilirler. Doğum kontrol haplarının yaygınlaşması benzer nedenlerle bu eğilimin belirgin düzeyde artmasına yol açmıştır. Birçok ergen geçmişte cinsel birliktelik için yeterince hazır olamadıklarını anımsamak ya da anımsatmak için gebe kalma riskini akla getirmeyi tercih etmekteydi. Şimdilerde ise bu deneyimi erteleyebilmek için daha farklı ve akla yatkın bir neden bulmak zorunda kalmaktadırlar.                                      

           

Ergenler çoğunlukla evlerinde cinsel bilgi yerine öğüt alırlar. Aslında pek az ergen anne babasına cinsel konularda soru sorar. Ergene mutlaka bir cinsel eğitim verilmesinden daha önemli olan şey “böyle bir bilgiye gereksinimi olduğunda soru sorabileceğini belirtmek ve bu rahatlığı sağlamaktır”. Okullardaki yapılandırılmış cinsel eğitim cinsel etkinliği sıklığını engelleyememekte ancak potansiyel olumsuzlukları (ergen gebeliği, AİDS gibi) azaltmaktadır. Ergenlik dönemi sonuna doğru (geç ergenlik) kişinin bedeninden hoşnut olmayı, ebeveynlerine bağlanmaktan korkmamayı öğrenmesi ve bir yetişkin gibi cinsel yaşamı olabileceğini hissetmesi beklenir. Ancak geç ergenlik döneminde, genellikle cinsel kimlik oturur ve cinsel çatışmalar yerini mesleksel ve toplumsal konumla ilgili sorulara bırakır. Bu dönemde patolojik olan cinselliğin yoğun anksiyete, suçluluk ve korku yaratması, cinsel kimliğindeki belirsizlikler ya da karmaşanın kalıcı olmasıdır.

 

Geç Ergenlik Dönemi;

Geç ergenlik erişkinliğe geçiş ile karakterizedir. Erişkin tip davranışların gelişimi bu dönemin en tipik özelliğidir. Bu dönemde fiziksel bağların da kopması ya da ergenin aileden uzaklaşması farklı bir eve ya da yurda yerleşmesi sık görülür. Geç ergenlikte ekonomik olarak daha fazla bağımsızlaşma ve buna ek olarak erişkin sorumluluklarının ve rollerinin daha fazla kabulü gözlenir. Temel büyüme hedefi, kendi kendine yetebilen, bağımsız bir erişkin olabilmektir. Normal uyum sorunları genelde geç ergenin bağımsız erişkin sorumluluklarını almakta çekimser kalması ile ortaya çıkabilir. Bunun yerine orta ergenlikteki rolleri örneğin akran grubunu temel alan yaşam tarzı ya da daha da öncesindeki temel aile bağlarını sürdürme isteği olabilir. Eğer orta ergenlik rolü süreklilik kazanır ve geç ergenlik dönemine geçilemezse bu bir patolojiye işarettir. Ergenliğe girişle birlikte meydana gelen değişiklikler sadece ergen ve ailesini ilgilendirmez. Özellikle geç ergenlik döneminde agresyon ve cinsellik konuları toplumsal ve kültürel boyutlar kazanır. Yaşadığımız toplumdaki değişimler ergenin gelecekte kendinden ve çevresinden beklentilerini etkileyecektir. Örneğin son yüzyıl içinde tarım toplumundan endüstriyel topluma hızlı bir geçiş yaşanmaktadır. Buna bağlı olarak, geniş aile geleneğinin kaybolmaya başlaması, dini inanışların zayıflaması, teknolojik gelişimin büyük bir hız kazanması, akademik eğitim sürelerinin uzaması ve bunun sonucu olarak erişkin olma ayrıcalıklarının ertelenmesi, ergenlik bağımlılığının uzaması, daha düşük eğitimlilerin daha fazla yaşadığı işsizlik tehdidi gibi ergenlik dönemini yakından ilgilendiren değişimler olmaktadır. Ergen özellikle son döneme girildiğinde kendini gelecekle ilgili kafası oldukça karışık bir durumda bulabilir. Bunun sonucu olarak  nihilistik ya da siyasi bir alanda aktivistlik gibi uç duygulanımlar ya da deneyimler içinde olabilir. Belki de, bazı sosyologların belirttiği gibi yıkıcı davranışlar sergileyerek, uygun olmayan toplumsal yapıya, uygun şekilde yanıt vermeyi seçebilir. Medya, ergenlere fırsatları ve kapasiteleri üzerinde hedefler göstererek giderek daha fazla engellenme ve başarısızlık yaşamalarını sağlamaktadır. İşsizlik ya da onun tehdidi ergen gelişimi için oldukça yıpratıcıdır. Ergenin kişiliğinin gelişmesinde çalışmaya bazen yetersiz ilgi gösterilir. Bir istisna olarak, Erikson mesleki seçimin ergenlik döneminde kimlik gelişiminin önemli bir bölümünü oluşturduğunu belirtmiştir. İş yaşamındaki başarı ve ulaşılan nokta, ergenin benlik saygısını geliştirir ve öğrenci kimliğinden farklı olarak çalışan bir ergenin, ailesi ile arasında yaşa uygun bir mesafe koyması ve bağımsızlık kazanması kolaylaşır. İş dünyası ergene aile dışında farklı erişkinlerle karşılaşma ve anne baba dışında rol modellerini deneyimleme şansı verir. Aynı zamanda iş yaşamı ergenin döneme özgü agresif ve cinsel enerjisini olumlu yönde kanalize etmesine yarayabilir. Ancak ne yazık ki birçok ebeveyn ergenin çalışmasını sadece ekonomik açıdan ele alarak, yukarıda belirttiğimiz açıları göz ardı etmektedir. Sonuç olarak, ergenliğin başlarında daha bireysel ve ailesel düzeyde ele alınan ve ödipal sorunlar çerçevesinde gelişen etkileşimler yıllar ilerledikçe daha sosyoekonomik ve kültürel bir boyut kazanır.               

 

Özet olarak, ergen genellikle davranışları ile ilgili bir çatışma içerisinde değildir. Aksine, ergen davranışları yoluyla sorularına yanıt arar. Ergenlik döneminin amacı ve hedefleri oldukça önemli ve ciddidir. Ancak sonunda varılan nokta görece daha az kalıcıdır. Çünkü gündelik süreçler ve yeni yaşantılar değişimi her zaman olanaklı kılar. Davranışsal deneyimler, ebeveynlerin ve onların değerlerinin reddedilmesi, anne babaya yabancılaşma, bağımlılık ve bağımsızlık çelişkisi bu dönemin gerçekleşmesinin temel unsurlardır. Ergenlik alt dönemleri ve bu dönemlere ait temel hedefler bize normal ergeni tanımak ve tanımlayabilmek için oldukça yararlı çerçeveler sunar.

 

PUBERTENİN ERGENLİĞE ETKİSİ

 

Yaşamın ilk yılı içindeki hızlı büyüme ve gelişme döneminden sonra insan gelişiminin ikinci ve son önemli büyüme atağının yaşandığı döneme erinlik (puberte) denir. Bu dönem biyolojik anlamda hızlı büyüme ve gelişmenin olduğu, kız-erkek cinsel özelliklerinin belirdiği (ikincil seks karakterleri) ergenlik döneminin ilk 2-3 yılını kapsar. Puberte, kızlarda, erkeklerden 1-2 yıl önce başlar, buna koşut olarak büyüme ve cinsel olgunlaşmalarını erkeklerden 1-2 yıl erken tamamlarlar.

 

Ergenler hızlı beden gelişmelerine karşı değişik ruhsal tepkiler gösterirler. Bu biyolojik değişikliklerin bir bölümü sevinç, bir bölümü üzüntü kaynağı olabilir. Göğüslerinin birden büyümesinden utanan, sıkılan, göğüslerini bastırarak başkalarının gözünden saklamaya çalışan kızlar azımsanamayacak kadar çoktur. Kimisi çok kilolu oluşuna, kimisi de sıskalığına üzülür. Sırık gibi uzamış bir ergen alay konusu olabilir, kendisi de bunu bir kusur gibi görebilir. Aynı şekilde kısa boy her dönemde kız, erkek tüm ergenler için aşağılık duygusu yaratabilen bir neden olmuştur. Erkek ergenler sakallarının çıkmasıyla, bıyıklarının terlemesiyle övünürler. Erkekliklerinin bir kanıtı olarak sık sakal tıraşı olmaya başlarlar. Ergenlerin herkesçe bilinen sakarlığı başlıca iki nedene bağlanabilir. Birincisi, ergenin hızlı büyümesi ve uzaması, kaslarının eşgüdümlü çalışmasını aksatır. Daha önceki yıllarda kazanılan motor beceri ve denge yeni kazanılan boyutlara uymaz. İkinci neden ise, ergenin utangaçlığıdır. Ergen yeni yeni girmeye başladığı topluluklarda ve ilişkilerde sıkılgan davranır. Herkesin kendisini gözlediğini sanır. Deneyimsiz ve toy olduğunun bilincindedir. Bu da onun yanlışlar yapmasına, tökezlemesine, önüne arkasına bakmadan bir şeyleri devirmesine yol açar. Ayrıca boyu birden uzayan bir ergenden yaşına değil, boyuna bakarak olgun davranış beklenir ki ergen daha o ustalığı kazanmamıştır.

 

Bedensel sağlık ergen için çok önemli bir konu haline gelir. Sağlam ve sağlıklı bir vücut ergenin sosyal ve duygusal sorunlarını çalışması için uygun bir zemin hazırlar. Herhangi bir hastalık, ihmal ya da farklı bir nedenle bedensel sağlığı bozulan ergen çok ciddi örselenme yaşar. Ergenin bedeni nihai kimliğinin oluştuğu habitattır. Ergenler bu dönemde sadece ikincil cinsel karakterlerinin belirginleştiği için değil aynı zamanda bedensel büyüme, güçlenme ve geçici koordinasyon sorunları nedeni ile de bedenleri ile aşırı ilgilidirler. Hemen her zaman hipokondriyak yakınmaları vardır. Çoğu sivilcelerinden yakınır. Genelde neden, dengesiz beslenme, duygusal sorunlar ve elbette hormonal değişikliklerdir. Ancak çoğunlukla utanç ve suçluluk duygularının gelişmesine neden olur. Bazen sivilce cinsel içerikli içsel “kirliliğin” dışsal yansıması olarak algılanabilir. Ergenlerle çalışanlar sıklıkla ergenin bilinç yada bilinçdışı düzeyde sivilce ile gizli mastürbasyonu ilişkilendirdiğine tanık olabilirler. Amenore ve adet öncesi gerginlikleri yine ergenlerin içsel anksiyetisine işaret edebilir. Anne baba çocuğunun gelişimi karşısında ne kadar çekingen ve nevrotik davranırsa, ergende fiziksel gelişimi karşısında o kadar utangaç ve sorunlu olur. Bu durum özellikle ergenin fiziksel gelişimi akranlarına oranla erken ya da geç gerçekleşmekteyse daha belirgin hale gelir. İçsel anksiyete genel olarak somatize edilebilir ve kendisini baş ağrısı, görme sorunları, baş dönmesi, uykusuzluk gibi fiziksel yakınmalarla ifade yolu bulur. Çünkü fiziksel sorunları ifade etmek ve bu konuda yardım almak ruhsal sorunların ifadesinden ve destek aranmasından daha kolay gelmektedir.

 

İlk kez uykusunda orgazm yaşayan bir erkek ergen bundan şaşkınlıkla karışık bir haz duyar. Bu yoğun ve yabancı duygular onu allak bullak eder. Cinsel organıyla oynayarak bu hazzı yineler, ama yasak, ayıp ve günah işlemiş gibi (toplumsal ve kültürel etkile nedeniyle) suçluluk duyar. Genç kızlar ise, genellikle öz-doyuma (masturbasyon) erkeklerden daha seyrek olarak başvururlar ve daha büyük bir suçluluk duygusuna kapılırlar. Kızlara cinsel dürtülerini sürekli bastırmaları doğrudan ya da dolaylı yollardan kültür tarafından öğretilmiştir. Masturbasyon bir bakıma döneme özgü gelişimsel bir ödevdir (normal bir etkinliktir). Genci yetişkin cinselliğine hazırlar. Kısıtlamalar, suçluluk hissettirmeler ve yanlış bilgilendirmeler zarar verici olabilir. Masturbasyonun hiç olmayışı, anormal olup, cinsel dürtülerle baş etmede bir sorun olabileceğini ya da şiddetli bir kültürel koşullanmanın var olduğunu düşündürür. İlk adet kanaması çoğu genç kızı ansızın yakalar. Özellikle bunun anlamını bilmeyen ve anneleri ya da yakınları tarafından bilgilendirilmemiş ergen kızlarda şaşkınlık ve korku büyük boyutlarda olabilir.

 

Kimi genç kız bedenindeki değişimleri bir türlü benimseyemez, ergenliğin getirdiği yoğun duygulardan çok tedirgin olur. Ruhsal olgunlaşmaları geciken kızların çocukluktan genç kızlığa geçişleri daha zor olur. Sek-sek oynayan bir kızın ansızın kendini yetişkin bir kadın olarak kabullenmesi kolay değildir. Yemek yemeyerek, sıkı bir açlık diyetine girerek, bilinçdışı düzeyde çocukluktan kadınlığa geçişini kontrol etme çabasına girebilir. Başka bir anlatımla genç kızın cinsel kimliğini yadsıması, ondan ürkmesi durumudur. Annesini sürekli mutsuz gören, kadınlığın ezilme ve acı çekme olduğu sonucunu çıkaran bir kız ergen doğal olarak kadınlıktan, evlilikten ve anne olmaktan korkacaktır.

 

Biyolojik değişimler, ruhsal ve davranışsal değişikliklere koşut olarak sürerken birbirlerini etkilerler. Biyolojik gelişim bilindiği gibi ruhsal süreçleri, ruhsal süreçler de kişilerarası etkileşim biçimlerini ve kişilik işlevlerini etkiler. Hatta bazı durumlarda belirleyici bile olabilmektedir. Biyolojik açıdan cinsel gelişim olmadan cinsel kimlik gelişmesi, cinsel kimlik olmaksızın da kimliğin ve benlik kavramının oluşması güçtür.

 

ERGEN DAVRANIŞLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

 

Ergenin davranışları çoğu zaman çevresindeki erişkinlerin, hatta kendisinin bile kafasını oldukça karıştırır. Ergen davranışının normal ya da anormal olduğu ne erişkin ne de çocuk davranış ölçütleri ile belirlenebilir, buna ancak ergenlik süreci ve dönemin gereksinimleri göz önüne alınarak karar verilebilir. Ergen davranışlarının klinik anlamda değerlendirilmesi, ergenin dönem hedeflerine ulaşma düzeyi, davranışlarının psikolojik olgunlaşma düzeyi ile ilişkisi, yani ergenin kendi içinde, ailesi ile ilişkisinde, okulda, akran grubundaki işlevsellik düzeyi göz önüne alınarak yapılır. Bu dört farklı alan “ergen evreni” olarak tanımlanır. Bu saydığımız alanların herhangi biri ya da birkaçındaki sorun bize önemli bir anormalliği işaret edebilir.

 

Ergen Evreni;

1. Kendisi ile İlişkisi:

Bu dönemin temel özelliği biyolojik gelişime koşut olarak ergenin özerklik kazanma; farklı bir birey olduğunu, kendi değerlerinin olduğunu gösterme yani “kimlik edinme” sürecidir. Bu dönemde etkin olan en önemli ruhsal mekanizma anne baba dışında yeni özdeşim figürleri (arkadaşlar, öğretmenler ve gençlik kahramanları) ile özdeşleşmektir. Ergenlik dönemi hayranlıkların ve tutkuların bol olduğu bir dönemdir. Genç, hayranı olduğu kişiye (öğretmen, sporcu, şarkıcı) her yönden benzemek ister. Yeteneklerinden kusurlarına değin her şeyini beğenir. Bir süre sonra kendine yeni bir örnek seçer, onunla özdeşim kurar. Sürekli değişen bu hayranlıklar gencin ileride ne olmak istediğiyle ilgilidir. Yeni bir kişilik geliştirirken yoluna çıkan örnek insanlardan kendi benliğine bir şeyler katar. Yani bu dönem, kendini, öz kimliğini arayış dönemidir. Ergen, kendisini ayrı bir varlık olarak görmek ve göstermek çabasındadır. O artık falanın kızı, filanın oğlu olarak değil, kendi başına kişiliği olan biri olarak tanınmak ister. Böylelikle kişiliği sentezlenecektir. Artık ailesinden dolayı değil, kendi yetenekleriyle, başarısıyla ve kişilik özellikleriyle beğenilmek ve kabul görmek istemektedir. Fizik koordinasyon ve gücün arttığı, cinsel karakteristikleri gelişmeye başladığı için ergen kendini ve dünyayı keşfetme isteğindedir. Bu amaçla yeni deneyimlere açıktır. Deneme-yanılma ile öğrenmeye eğilimlidir. Zihinsel gelişimi hızlanır, tümevarımsal ve tümdengelimsel düşünebildiği için dili ve sembolik verileri daha iyi kullanır. Aileden kopma eğilimi, istekleri vardır. Farklı ahlaki ve etik değerler edinebilir. Kendini ve çevreyi çok eleştirir. Bu nedenle ergenin gereksinimleri ve istekleri ile ailenin kuralları arasında bir çatışma yaşanabilir. Ergenlik sorunlarının büyük bir kısmı dış kaynaklı olmaktan çok iç kaynaklıdır ve ergenin uyumunda daha önemli etkisi vardır. Bu güçlükler grubundan; ciddi çatışmalar ve engellenmeler ergenin tipik olarak yaşadığı belli başlılarıdır. Ayrıca güvensizlik, yetersizlik, karmaşa, belirsizlik, aşağılık ve suçluluk duyguları ergeni olgunluğa tırmanırken tedirgin eder. Sorunların tümü bir arada ele alındığında bunlar, ergenin gerek kendisini, gerek dünyasını daha iyi anlama ve başa çıkma çabası için “uyum çabaları” olarak kabul edilebilir.

 

Bu Dönemde Kabul Edilebilir Davranışsal Özellikler:

·     Tutarsız, kestirilemez ve çelişkili davranışlar

·     Anne babaya oldukça ambivalan (Ambivalans: aynı anda ve bir arada var olan ve de birbirinin zıddı duygu, düşünce ya da davranışlar) tutumlar.

·     Ebeveynlere düşmanca duygular

·     Sözel saldırganlık

 

Dönem İçin Psikopatolojik Olan Davranışlar:

·     Şiddetli karşı koyucu, negativistik ya da dürtüsel (impulsif) davranış (örn vurma, kırma, saldırma)

·     Kişiliğin ve huyun hiç değişmemesi, immatür kalma

·     Daha özerk olmanın getirdiği sorumlulukları reddetme

·     Doyumu erteleyememe veya değiştirememe

·     Kişiler arası ilişkilerin oldukça bozuk olması

·     Depresyon ya da başka ruhsal bozukluklardır.

 

2. Ailesi ile ilişkisi;

Çocukluk rolünün terk edilmesi ile birlikte ergen daha bağımlı durumdaki çocuk tipinden daha bağımsız bir role geçiş yapar. Bu geçişin daha yumuşak ve sorunsuz olabilmesi için ailenin ergenin yaşadığı bu süreç hakkındaki farkındalığını arttırması ve ergene bu yöndeki değişiminde destek olması gerekir. Bu nedenle ergenin bağımlılık bağımsızlık çelişkisi hakkındaki değerlendirme yapılırken ergen ve ailesinin yaşadığı aile içi dinamikler ve her iki tarafın birbirinden beklentileri mutlaka göz önüne alınmalıdır. Ergenin anksiyete uyandıran birçok davranışı ve ailesine yönelik yabancılaşması aslında normal bir süreç olarak yorumlanabilir. Çünkü ergen, önceki çocuk-anne baba rollerinden uzaklaşmasıyla ortaya çıkan acı ve suçluluk duygusuna karşı savunmacı bir tutum sergiliyor olabilir. Bu nedenle bazı kışkırtıcı ve sıkıntı yaratan davranışlar aslında, özellikle erken ve orta ergenlik döneminde beklenmesi ve normal kabul edilmesi gereken davranışlardır. Bazı anne babalar çocukları tarafından reddedilmekten dolayı sıklıkla öfke yaşayabilirler çünkü onlara göre normal ve psikolojik olarak sağlıklı olduğunu düşündükleri çocukları aniden bağımsızlık ve uzaklaşma çabası içine girmiştir. Bazen ergen ve aile arasındaki anksiyete ve tansiyon, ailenin bu dönemde ergenin genel davranışları konusunda eğitimi ile azalabilir.

 

Ergenlik üzerine kültürün etkisi ailelerde yaşanan “kişiler arası tutumlarda” daha açık olarak gözlemlenmektedir. Anne baba toplumun temsilcileri olarak toplumsal beklentiler doğrultusunda, büyüyen gencin değerler sistemine etki etmeye çabalamaktadırlar.

 

Ergenin dünyasında aile odak noktası rolünü oynarken ergen daha birçok sosyal etkiye açıktır. Ailedeki diğer büyükler, akran grubu, öğretmenler, referans kümeleri, eğitim düzeyi, sosyal sınıf, etnik köken, çalışma koşulları, şehirleşme ve politik koşullar gibi çok sayıda sosyoekonomik ve kültürel etkenlerin ergeni, aileyi ve etkileşimlerini etkilemesi beklenir. Ergenin özerk ve bağımsız davranma eğilimi, yaşıtlarıyla oluşturdukları farklı kültürler ona aile dışındaki dünyayı deneyimleme fırsatı vermektedir. Genelde ergen grupları bazı toplumsal kuralları reddetseler de, aynı gruplar orta ergenlikte uyuma hizmet eden toplumsal birimler olarak kabul edilmektedir.

 

İç ruhsal yapısında zaten değişim yaşayan ergen yeni değerler sistemi oluştururken, ülkü oluşturmada, çevreleyen etkileşim biçimlerinde ve uyum göstermede zorlanır. İşte bu aşamada aile, sosyal çevre ve kültürün belirleyici rolü vardır.

 

Ergenlik dönemi ilerledikçe ergenin ailesi ile ilişkilerinin değişime uğraması kaçınılmazdır. Bu değişimin sorunsuz gerçekleşmesinde iki tarafın da payı vardır. Anne baba çocuklarının büyüdüğünü gördükleri halde ona hala çocuk gibi davranır, ancak sorumluluklarında onun yerinde davranmasını isterler. Yani kendileri istedikleri anda ona çocuk muamelesi yapar ama ergen bir yetişkin gibi üzerine düşen sorumluluklarını bilmeli ve yerine getirmelidir. Burada bir çelişki olduğu açıktır.

 

Çatışmanın bir başka kaynağı, anne babanın değişik yaşam standartları altında büyümesi ve farklı bir ergenlik geçirmesinden ileri gelir. Hele anne baba ve çocuk başka ülke, kent ve değişik kültürler içinde yetiştiyse birbirini anlamakta zorluk çekecektir. Ergen, anne babasının kendini anlamaya çalıştığına inanırsa çatışma azalır. Bu dönemde görülen bu çatışmalı durumda taraflardan biri ötekinden daha çok sorumludur denemez. Anne baba hatalı ve anlayışsız davranıyor derken, görevlere karşı tutum alan, ailenin kısıtlama ve yasaklarına kulak asmayan, yaşlarının gerektirdiği sorumluluklarda başarısızlığa düşen ergenleri kabullenmenin ve hoş görmenin zorluğunu da belirtmek gerekir.

 

Ergenin bağımsızlık arayışı anne baba ve ergen arasında değişik yoğunlukta çatışmalara yol açabilir. Ergen ve aile arasındaki çatışma, 14-15 yaşlarında da tepe noktasına ulaşır. Bağımsızlığa doğru gelişmenin daha ılımlı geçmesi, anne babanın bu geçiş döneminde gösterecekleri destek ve anlayışa bağlıdır. Anne baba ile ergen arasındaki bağımlılıktan bağımsızlığa geçiş uğraşısının daha iyi anlaşılması için, aile içi dinamiklerinin, anne baba ve ergenin beklentilerinin değerlendirilmesi gerekir.

 

Gencin bağımsızlık girişimlerini hazmedemeyen anne babanın kısıtlayıcı-engelleyici tutumları, toplumsal değerlerde var olan çelişki ya da eksiklikler, aile ve toplum beklentilerindeki çarpıklıklar, aşırı ketleyici veya hoşgörüsüz tutumlar, hızlı sosyal değişimler gibi birçok sosyo-kültürel etken ergeni yetişkinlerle çatışmaya itebilir. Aile içindeki çatışmanın daha çok “ön ergenlik döneminde” yer aldığı, yaşla birlikte azalarak uzlaşma ve uyumun yaratılabildiği gözlenmektedir.

 

Ergen gelişimini bozan aile kökenli etkenler:

Hızlı fiziksel değişiklikler ve büyümeyle birlikte ergen kendini daha çok öne sürme (self-assertiveness) ve ebeveynlerin denetleme çabalarına karşı bir direnme eğilimi gösterdiği için ebeveyn-ergen ilişkileri de değişim geçirir. Anne baba tutumları ilişkinin gidişini belirler. Büyükler, çoğunlukla ergenin kendi değerlerini ve düşünce biçimlerini benimsemesini beklerler. Kimlik arayışı içinde olan ergen ise “farklı” olmaya çabalar. İki tarafın eğilimlerindeki bu zıt yönlülük, “kuşaklar çatışması” denen olguyu doğurmaktadır. Bu “olağan” çatışma (!) ergen tarafından zihinsel-duyusal gereksinimlerinden ötürü ebeveynlere oranla olduğundan daha büyük, hatta bazen uzlaşılamaz olarak algılanmaktadır. Bu nedenle çoğu ailede ergenin varlığı az veya çok çatışma yaratır ve sonuçta ruh sağlığına belirleyici etkileri olan ailesel etkileşimler deneyimlenir. Bağımsızlığı amaçlayan bu dönemin daha ılımlı geçmesi, bu dönemdeki anne baba tutumunun destekleyici ve anlayışlı olmasıyla yakından ilişkilidir.

 

Eğer aile ortamı gerekli desteği sağlayamıyor, aksine gerginlik ve huzursuzluk yaratıyorsa ergenin olumsuz yönde etkileneceği açıktır. Sağlıksız bir aile ortamında ergenlik dönemi çatışmalarının daha yoğun olarak yaşanması ve gerçek bunalım durumlarının ortaya çıkması beklenecek bir sonuçtur.

 

Anne babadan herhangi birisinin, ya da ikisinin de olmadığı (boşanma, ölüm vb.), parçalanmış ailelerdeki ergenlerde, uyumsuzluk ve davranış bozuklukları daha sık görülmektedir. Anne baba arasında çatışmanın olması yani aile içinde kaotik bir ortamın varlığı, ergene fiziksel ve/veya ruhsal baskıda bulunma, gelişimsel sorunların bulunması, gence yetersiz destek verilmesi, ilgisiz davranılması gibi tutumlar ergende uyum sorunları ve davranış bozuklukları yaratabilmektedir.

 

Disiplin konusunda aşırı katı olan anne baba tutumu çocukta düşmanlık, saldırganlık, coşkusal bozukluklar, aşırı bağımlılık, korku gibi ruhsal durumlar yaratabilir. Ailenin disiplin konusundaki tutarsızlığı; çocuğu karmaşaya düşüren bir ortam yaratır. Çelişkili tutum, ergenin anne babasıyla olan çatışmalarının daha güçlü olmasına yol açar.

 

Evde cezalandırıcı, onur kırıcı ortam ile soğuk ve katılımsız tutumlar en olumsuz etkiyi yapmaktadır. Genellikle uzak, katılımsız, ihmalkâr, reddedici tutumlar spektrumunda davranan ve bu yüzden “olumsuz” algılanan ebeveynler, özdeşim figürü olarak reddedilerek, ergenin gereksindiği saygıyı başka kaynaklardan aramasına neden olmaktadır. Böylesi bir etkileşim sonucu ergen, davranışlarının sonucunu ve özellikle anne babasına olabilecek etkilerini düşünmeksizin başkaldırıcı ve anti-sosyal davranışları daha sık sergileyebilir. Hatta ebeveynin gerçek davranışı bu biçimde olmasa dahi ergen tarafından “olumsuz olarak algılanışı” gencin uyumunu etkileyebilir. Prestiji dışarıda, sıklıkla akran gruplarında arayan ergen, ruhsal ve toplumsal gereksinmelerini doyuracak köktenci, marjinal ve bazen de yasa dışı gruplara katılabilir. Bu tür patolojik ebeveyn tutumları ergenlik çatışmalarının (kişilerarası ya da kimlik bocalaması) şiddetlenmesine ya da uzamasına, kimlik konfüzyonuna, negatif kimlik edinilmesine (anne baba değerlerinin tamamen reddedildiği gençlik çeteleri, tarikatlar, uyuşturucu alt kültürleri vb. gibi alternatif, marjinal ya da toplumdışı yaşam biçimlerini benimseme), davranım bozukluklarına, başta depresyon olmak üzere ruhsal bozukluklara yatkınlık yaratmaktadır.

 

Ergen gelişimini kolaylaştıran aile kökenli etkenler:

Çalışmalar ailenin yukarıda belirtilenler gibi bazı olumsuz etkilerini olduğu kadar ergenin işini kolaylaştırıcı, yapıcı ve destekleyici yönlerini de aydınlatmaktadır. Her şeyden önce, aile karşısındaki gencin “özel bir dönemden geçtiğini” ayrımsayıp onunla olan ilişkilerini yeniden değerlendirmelidir. Ebeveynler, yıkıcı aile-çocuk etkileşimleri riskini yeniden değerlendirmelidir. Yıkıcı aile-çocuk etkileşimleri riskini azaltan etkenlerin başında fiziksel-ruhsal baskının ve zorlamanın ebeveynlerce beğenilmeyip, başvurulmadığı bir ilişki biçimi gelmektedir. Buna ek olarak esneklik gösteren, daha az cezalandırıcı, daha destekleyici, özerkliği engellemeyen aile ortamı, evde gençlerin prestijlerinin olması (yani onaylandığının ergen tarafından bilinmesi) aile içi ilişkileri olumlu yönde etkilemektedir.

 

Ergen ile anne baba arasındaki ilişkinin temelini, anne babanın birbirlerine karşı olan tutumları biçimlendirir.  Anne babanın sevgi ve anlayışa dayanan ilişkileri evin genel havasını da olumlu yönde etkiler.

 

Anne babanın disiplin konusundaki tutarlılığı, ergenin kendi dönemine özgü çelişki ve çatışmalarını göreceli olarak daha az yoğun yaşamasını sağlar.  Tutarlı disiplin sonucu öz-güven kazanan ergenin uyumu da kolaylaşır.

 

Üzerinde özellikle durulması gereken bir başka olumlu ebeveyn tutumu iletişimdir. Değişen yaşam biçimleri nedeniyle önemli ilişki sorunu olmayan ailelerde bile (anne ve babalar artık iletişime daha çok önem vermektedir) kuşaklar arası iletişimi, ergenler ebeveynlere oranla daha az açık ve yetersiz bulmaktadırlar. İletişimin ergene ait bu bireysel boyutundan başka, çalışmalar, aile düzeyinde ergen-ebeveyn iletişimi iyi olan ailelerde birbirlerine bağlanma, ailenin doyumu ve kişilerin uyum yapma becerilerinin daha yüksek olduğunu göstermiştir. Annelerin çocuklarına daha yakın olup, daha çok sır paylaştıkları, ancak babaya yakın olmanın ergenlerin işlevselliğine anneye göre daha olumlu etkilerinin olduğunu belirtmektedir. İyi ve açık bir iletişim, sonuçta duygusal ve coşkusal doyum, güvenlik duygusu ve duygusal yakınlık yaratarak aile bağlarını güçlendirir.

 

Fikir belirtme, evdeki kararlara katılma, önemli olma duygusunu yaşatarak, benlik saygısını arttırır. Aile içi etkileşimin çok yönlü olduğu düşünülürse, özellikle demokratik ailelerde ergenlerin de ebeveynlerini etkilemeleri mümkündür. Küçük çocuğun en önemli ruhsal gereksinimi sevgidir. Oysa ergenlik döneminde sevgi yetmez. Ergenin ailesinden beklediği, anlayış, güven ve özgürlüktür. Çocuk olarak değil, “kendi başına bir kişi” olarak değer verilmesi, kendi kanatlarıyla uçmasına olanak tanınması, bağımsızlık çabalarının desteklenmesi beklentisi içindedir. Ergenlik döneminde uygun ebeveyn tutumu; anlayış ve destek verici, özerklik için cesaretlendirici, ergenin farklı bir birey olduğunu kabul ederek buna saygı gösteren davranışlardır. Buna karşılık ergenin davranışlarına optimum sınırların konması ve bunların bir standardının oluşturulması önemlidir. Bunları kolaylaştıracak yöntemler içinde mizahın kullanımı ile anne babanın kendi ergenliklerini ve bu dönemin güçlüklerini hatırlamaları önemlidir.

 

3. Akran grubu ile ilişkisi

Arkadaşı olmayan ergen sorunlu bir ergendir. Akran grubu dinamikleri ergenin gelişiminde önemli bir rol oynar. Erişkinlerin giremediği bu arenada ergen kendi akran grubuyla birçok şeyi deneyebilir ve gelişimsel hedeflerine ulaşabilir. Ergen, akran grubunun davranışlarından ve yaklaşımlarından ciddi şekilde etkilenir ve bu etkileşim ergenin, ebeveynlerinden (anne babasından) duygusal anlamda ayrılmasına ve kendisine ait bir kendilik algısı ve kimliği oluşturmasına yardımcı olur. Bu nedenle ergen davranışlarını değerlendirmesinde ergenin akran grubu ilişkilerinin ve aktivitelerinin işlevselliğinin değerlendirilmesi bize çok önemli bilgiler verecektir.

 

Arkadaşlık erken çocuklukta başlayıp gelişen bir ilişkidir. İlkokul yıllarında arkadaş edinemeyen bir gencin ergenlikte birden arkadaş topluluğuna karışması olanaklı değildir. Arkadaşlık yüzme gibi ne kadar erken başlarsa o denli kolay gelişen bir yetenektir. En sağlıklı bir ailenin bile çocuğa veremeyeceği tek şey arkadaşlıktır.

 

Ergenlik döneminin ilk dönemlerinden başlamak üzere anne babadan duygusal bir uzaklaşma ve giderek akran gruplarıyla daha çok zaman geçirme eğilimi belirir. Orta ergenlikte akran ilişkileri güçlenmiş, ebeveynlere bağımlılık azalmış, grup arkadaşları anne babanın yerini almıştır. Toplumsallaşma ve bu gruplardaki yoğun akran etkileşimi sonucu, var olan kültürel değerler sorgulanır, yeni değerler geliştirilir ve çoğu kez bir “alt-kültür “oluşturulur. Davranışlar üzerinde “grup baskısının” etkisi büyüktür ve kişiye bir kimlik (ait olma duygusu) sağlar. Giyimleri, davranış ve düşünceleriyle yetişkinlerden farklılaşmaya çabalarlar, kendi aralarında yeni özdeşimler kurulur. Akran grupları bir yandan güvenlik ve ait olma duygusu verirken, öte yandan hem kendi aralarında, hem de diğer grup veya yetişkinlerle yarışma ortamı yaratır. Acı verici olayların ve duyguların grupta paylaşımı streslere karşı önemli bir “başa çıkma aracı” olur.

 

Ergenlik döneminde arkadaşlıklar farklı bir anlam taşır ve ergenler gerek çocuklardan gerek erişkinlerden daha kolay arkadaş edinirler. Yaşamın hiçbir döneminde ergenlik dönemindeki kadar yakın arkadaşlıklar kurulmaz ve ergenler birbirlerinin gizli duygularını diğer dönemlerde görülmeyecek biçimde paylaşırlar. Erken ergenlik döneminde arkadaşlıklar artan bir süreklilikle sürerken, ergenlik ortasında ve sonunda (erişkin dönemine geçişte) ilginin farklılaşmaya başlaması nedeniyle uzun ömürlü değildir.

 

Dönemin başında gruplar aynı cinstendir. Ergenlik çağında bir kıza nasıl yaklaşacağını, nasıl konuşup arkadaşlık kuracağını bilememek erkeklerde en yaygın sorundur. Kızlar da erkeklere ilgi duyarlar, ama geleneğin ve toplumun etkisiyle ilgilerini açığa vuramazlar. Ergenin olumlu ya da olumsuz kişilik kazanmasında en önemli etmenlerden biri, kurduğu arkadaşlıkların ve içinde bulunduğu arkadaş gruplarının nitelikleridir. Arkadaşlık örüntüsü açısından, kız ergenlerin erkeklere oranla ilişkileri daha derin, bağımlı ve uzun süreli olabilir. Erkek ergenlerin ise daha çok sayıda arkadaşları olduğu, ancak bu arkadaşlıkların daha yüzeysel olduğu belirtilmiştir. Bazı kültürlerde erkek ergenlerin birbirlerine sevgilerini belirtmeleri uygunsuz karşılanırken, kız ergenlerin bu tür davranışları olağan kabul edilmektedir.

 

Ergenlik döneminin başında arkadaş grupları bir-iki kişiden oluşurken ve daha çok sırdaş-arkadaş niteliği taşırken, dönem ortalarında arkadaş sayısında artma olmaktadır. Sayının artması yanında grubun yapısal niteliğinde de değişiklikler görülmeye başlanmaktadır. Kız-erkek arkadaşlığı, ergenlik döneminin başlamasıyla birlikte çocukluk arkadaşlığından farklı bir boyuta ulaşmaktadır. Daha sonra, genelde hep birlikte hareket eden­ ve her iki cinsin oluşturduğu büyük gruplar haline dönüşür. Ergenlik sonuna doğru artan çift olma (özel arkadaşlık) sonucu birbirine gevşek bağlanmış çiftler grubu halini alır.

           

Ergenlikte edinilen arkadaşlıklar, yalnız bu dönemde değil, erişkinlikte de önemini korur. Ergenlik döneminde kurulan olumlu arkadaşlıklar bireye, arkadaş edinme ve arkadaşlığı sürdürme alışkanlığını kazandırmaktadır.  Çocukluk yıllarında toplumsal grup içinde bir konum edinmenin önemi, ergenlik döneminde daha da belirginleşir. Ergen, hatalarını, başarılarını ve sorunlarını paylaşacağı; görüşlerini alacağı ve benzer işlev göreceği akran grubunda anksiyetesini gidermekte ve öz-saygısını geliştirmektedir.

 

Ergenin sıkı arkadaşlık kurmadan topluma açılması düşünülemez. Bu bakımdan arkadaşlık ilişkileri toplumsal ilişkilere öncülük eder. Arkadaşlarca aranmak, beğenilmek ve benimsenmek, benlik saygısının önemli bir koşuludur. Arkadaşlık kurabilmek ve sürdürebilmek başlı başına bir başarı, ruh sağlığının bir ölçüsüdür. Bu dönemde, ergenlerin ruh sağlığı çalışanlarına başvurma nedenlerinin başında arkadaşsızlık yakınması gelir. Kız erkek arkadaşlığına girebilmek için önce kendi cinsinden yaşıtlarıyla arkadaşlık kurabilmek gerekir. Bu bakımdan arkadaşsızlıktan yakınan ya da hiç arkadaş aramayan bir ergenin önemli sorunları olduğunu duraksamadan söyleyebiliriz.

 

Akran grubu “…. birlikte duygulanan ve davranan, yaklaşık aynı yaş ve okul düzeyinde olan çocukları kapsar” şeklinde tanımlanır. Ergen için güven ve toplumsal kabul, gruptakilerle “aynı olmadan” kaynaklandığından, akran grubu standartlarına kesin uyma söz konusudur. Dönemin ilerlemesiyle ergenin kendine güven kazanması sonucu, akranlarından ayrımlı olmayı göze alıp, kendi kişisel yetenek ve ilgilerini sergilediği görülmektedir. Ancak akran grubunun, ergenin kişilik gelişimindeki katkısı büyüktür. Aile etkilerinin çok daha erken yaşlarda başlaması ve daha güçlü olması nedeniyle, kişiliğin oluşmasında, ailenin akran gruplarından daha etkili olduğu saptanmıştır. Ancak, özellikle sevgisiz ve aile ilişkileri düzensiz olan ergenlerin kişiliğinin biçimlenmesinde, akran grubu rol oynamaktadır. Çocukluk yıllarının bazı çatışmaları, erinliğin başlaması ile yeniden yaşanmaktadır. Yaklaşık 16 yaşlarında kişiliğin belirginleştiği ileri sürülmüştür. Ergenin öz kimliğini oluşturmasında ailesinden ayrılması ve bireyselleşmesi etkilidir.

 

Ergenin ailesinden ayrılmasını, akran grubunun davranışlarından ve tutumlarından etkilenmesi ve kendisinin de akranları gibi davranması ve düşünmesi kolaylaştırmaktadır. Bilindiği gibi, özdeşim ve özerklik, ergenin toplumsal ve ruhsal olgunluğa ulaşmasında rol oynayan iki temel etmendir. Akran grubu, ergenin özerklik kazanmasında ve ev dışında özdeşim yapacağı yeni insanlar bulmasında yardımcı olmaktadır. Özerkliğini kazanmak, ergene tutarlı ve nitelikleri iyice belirlenmiş bir kimlik yapılandırmasını sağlamaktadır. Akranları ile iletişim kurma, onlarla birlikte olma, duygu ve düşüncelerini paylaşma ile ergenin benlik saygısı arasında yakın ilişki olduğu vurgulanmıştır. Akran grupları, olumlu toplumsal ve töresel değerleri benimseyenleri ödüllendirirken, anti-sosyal ya da uygunsuz davranış gösterenleri gruptan iterek cezalandırmaktadır. Akran grubunda yetenek ve alışkanlıkların denenmesi sonucu, ergenlik dönemi başında gerçeklere pek uymayan ideal-ben, dönem ilerledikçe daha gerçekçi olmaktadır.

             

Ergenin yakın arkadaşlıklar kurmadan topluma açılması düşünülemez. Kötü arkadaşlara uymadığı, dersinden başka bir şey düşünmediği için oğlundan, kızından hoşnut olan aileler vardır. Bu pek de sevinilecek bir şey değildir. Bu çağda gencin derslerini gevşetmek pahasına spora ve arkadaşlığa yönelmesi ruh sağlığı açısından olumludur.

 

Ebeveynler sıklıkla ergenlerin arkadaş seçimlerinin kendilerine endişe kaynağı olduğunu belirtirler. Ergenler için, arkadaşlıkta ekonomik durum, prestij, kişisel çekicilik, milli yada dini soygeçmiş göreceli olarak daha önemsizdir. Erişkinlerde ise bunlar önem taşır (örn. genellikle iyi aile çocukları ya da çalışkan arkadaşlar önerilir). Ergenlikteki arkadaşlıklar yalnızca ergenlikte değil, kişinin erişkinliğinde de önemlidir. Birey, arkadaş edinme ve arkadaşlığı sürdürme alışkanlığını kazanır. Ergenlikte arkadaşlıklar kolayca kurulur ve kolayca bozulur. Kısa süreli arkadaşlıkların bile, ergenin sonraki yaşamındaki tutum ve davranışlarındaki önemi büyüktür.

 

4. Okul ile ilişkisi

Okul ortamı ergene yapılandırılmış bir çevre içinde otorite ve otorite sınırları hakkında daha fazla şey öğrenmesini sağlar. Aynı zamanda gelecekteki eğitim hedefleri ile ilgili fırsatları değerlendirmek ve plan yapma olanağı da verir. Okul devamı, aldığı notlar ve bunların özellikleri bize ergenin okul içindeki sorunları ile ilgili genel fikir verebilir. Birçok ergen okuldan şikayet ediyor olsa da asıl önemli olanın oradaki performanslarının ne olduğudur. Eylemler kelimelerden daha fazla şey söyler. Okul öğretmenlerinden alınacak geri bildirim de yine okul performansı ve işlevliliği konusunda bize oldukça ayrıntılı bilgiler verebilir.

 

Ergenler için okul, hem öğrenim ve arkadaşlık yeri, hem de öğretmenlerle yeni ve değişik ilişkiler kurulan sosyal bir ortamdır. Ortaokuldan başlayarak, ergenlerle öğretmenler arasında etkin bir iletişim doğar. Ergenlerin tutum ve davranışları, bağımsızlık girişimleri, öğretmen-öğrenci ilişkisine değişik bir nitelik kazandırır.

 

Hızlı biyolojik gelişim ve değişim içinde olduğu ön ergenlik döneminde ergenin zihni bu özelliklerine takılır. Yeterince bilgi ve deneyim sahibi olmadığı bu konularda duyduğu gerginlik ve anksiyete zihinsel yetisine olumsuz etkilerde bulunur. Orta 1, orta 2 yıllarına rastlayan bu olumsuz etki nedeniyle daha önceden herhangi bir çalışma ve ders sorunu olmayan çocukta, ders çalışmada isteksizlik, ders başarısında düşme görülebilir. Hatta, ders çalışmak için kitabının yada defterinin başına oturan ergen çeşitli düşüncelere daldığından zihnini toparlayıp kendisini dersine, ödevlerine veremez.

 

Bu duruma benzer bir diğer özellik, ancak başka nedenle, lise 1, lise 2 yıllarında, yani 15 yaş civarında yeniden yaşanır. Bu kez etkili olan özellikler, karşı cinse duyduğu ilgi, karşı cinsiyetten akranları tarafından kendisine yönelen olumlu ve olumsuz tutumlardır. Ayrıca, 15 yaş civarında; toplum ilişkilerine ilişkin özellikler, toplum değer yargıları (dini, ahlak kuralları, gelenekler, görenekler), metafizik düşünce uğraşları, “ben” neyim, kimim, ne olmalıyım gibi arayışlar içine giren ergen doğal olarak zihnini derslerine daha az verebilir ve daha programsız ve düzensiz olur.

 

Okul ortamı ergenin hem etkilendiği, hem de başkalarını etkileyebildiği bir ilişki eğitimi ortamıdır. Artık ergen, insan tanımaya ve insan seçmeye başlamıştır. İlkokul öğretmenine söz söyletmeyen çocuk, ortaokula geldiğinde öğretmenlerini kıyasıya çekiştirir, anne babasının başını şişirir. Hayran olduğu öğretmeni ise anne babaya örnek gösterir, ondan başka öğretmen tanımaz. Ergen için, değer verilen öğretmenlerce beğenilmek ve desteklenmek babanın övgüsünden çok daha önemlidir. Çünkü bu kendi başarısıdır. Kimi zaman da ergen, çok yetenekli olduğu halde öğretmeni sevmediği için belli bir dersten soğuyabilir, geçecek not almakla yetinebilir. Ergenler sert bir öğretmene de hayranlık duyabilirler, yeter ki öğretmen tutarlı davransın, onur kırıcı sözler söylemesin ve hak yemesin.

 

Öğretmenden korkmayla genellikle çok katı ve kuralcı ebeveyn arasında bir ilişki vardır. Ergen evde yaşadığı baskıdan ötürü okulda sıklıkla sinirli olabilir. Bazı öğrenciler sınavdan o denli korkarlar ki bir şey yiyemezler, hatta sınav süresince yeterince düşünemezler. Bu tür durumlarda ebeveynlerin baskısı ve bireyin çalışma alışkanlıkları rol oynar.

 

Okul başarısında düşmenin nedenleri:

(1) Hızlı biyolojik gelişim ve değişim içinde olduğu erken ergenlik döneminde (12-14 yaş) ergenin zihni bu özelliklerine takılır. Bedenindeki değişiklikler, cinsel dürtüler arkadaş ilişkileri vb sürekli zihnini kurcalar. Yeterince bilgi ve deneyim sahibi olmadığı bu konularda duyduğu “gerginlik ve anksiyete” zihinsel yetisine olumsuz etkilerde bulunur. Orta 1, orta 2 yıllarına rastlayan bu olumsuz etki nedeniyle daha önceden herhangi bir çalışma ve ders sorunu olmayan çocukta, ders çalışmada isteksizlik, ders başarısında düşme görülebilir. Hatta, ders çalışmak için kitabının yada defterinin başına oturan ergen çeşitli düşüncelere daldığından zihnini toparlayıp kendisini dersine, ödevlerine veremez.

(2) Dikkatin dağınık olması ve okulda şimdi yapılanların, onun gelecekteki yaşamına olacak etkilerini tam kavrayamaması da çok önemlidir. Bu nedenle ön ergenlikte okulu terk oranı yüksektir.

(3) Öfke denetimsizliği: Birçok konuda olduğu gibi ders çalışma konusunda da kendisini disipline edebilecek yaştayken anne babanın kendisine küçük bir çocuk gibi karışması onlara bu tutumlarından ötürü öfke duymasına neden olur. Yaşadığı öfke ile yapması gereken şeyleri inadına yapmayıp, adeta onlardan öfkesini çıkartır. Oysa başarısız olmasına neden olan bu davranışla kendisine zarar vermiş olur (öfkesini kendisine yönlendirme)

(4) Sosyal kısıtlılık: Ergenler için okul, hem öğrenim ve arkadaşlık yeri, hem de öğretmenlerle yeni ve değişik ilişkiler kurulan toplumsal bir ortamdır. Okul ortamı ergenin hem etkilendiği, hem de başkalarını etkileyebildiği bir toplumsal ilişki ortamıdır. Bazı yönleriyle okul ortamı, ergenin ailesi tarafından benimsenmiş kurallardan kurtulma olanağını bulduğu yerdir. Ergen okulda ailesi dışında özdeşim kurabileceği başka insanları tanıma olanağı bulmaktadır. Okul ortamında ergenin gereksinmelerinin ve ilgilerinin karşılanması, başarılarının ödüllendirilmesi; veya bunun tersine aşırı cesaretin kırılması ya da engellenmesi, olgun bir kişilik geliştirmesinde etkili olmaktadır.

(5) Okulun etkileri: Grup çalışmalarına katılmada yüreklendirilmesi (öğretmenler ve arkadaşlarca), ergenin bireysel bağımsızlığını ve kendini ifade etme becerisini kazanmasını sağlamaktadır. Okulun bazı sınırlayıcı, engelleyici nitelikleri de vardır. Okulda en sıklıkla yaşanan engellenmelerden biri, başarılı bir öğrencinin yeteneklerinin tümünü gösterememesinden; başarısız bir öğrencinin ise akranlarının düzeyine ulaşamamasından kaynaklanır.

(6) Ayrıca ders başarısındaki düşüş, tek başına bile ergeni yeterince kaygılandıran bir etmendir. Ailenin ergene çalışması yönündeki sürekli uyarıları da bu anksiyeteyi arttırıcı bir rol oynamaktadır.

(7) Yine de bu düşüşte, döneme özgü yaşadıkları dışında, en önemli etken arkadaş sorunları ve gerginlikleri gibi görünmektedir.       

 

SONUÇ

 

Ergenlik çağının karmaşık ruhsal özellikleri bir arada incelenince ortaya dengesiz ve sağlıksız bir görünüm çıkmaktadır. Sinirlilik, birden tepki gösterme, öfke patlamaları, atak ve düşüncesiz davranışlar, çabuk sevinip çabuk üzüntüye kapılma, içe kapanma ile coşkusallık arasında gidip gelmeler, güvensizlik ve kararsızlık. Bu özellikler bir erişkin kişide toplandığı zaman o kişiye duraksamadan ruh sağlığı bozuk ve uyumsuz bir kişi tanısı konabilir. Ancak ergenlik çağının ruh sağlıklılık ölçütleri erişkinlik döneminin ölçütlerinden farklıdır. Bu özelliğin göz ardı edilmesi, klinisyenin ergeni anlamasında zorluk yaşamasına yol açacaktır.

 

Tek bir değişken, bir davranışı ya da duyguyu açıklamak için ya da genellemek için hiçbir zaman yeterli değildir. Öte yandan, hiçbir değişken, bir davranışı ya da duyguyu açıklamak için genellenemez. Bir ergenin “normal” olup olmadığının değerlendirilmesinde mutlaka kendi iç dünyasında, evde, akran grubunda ve okuldaki işlevselliğine bakılması gerekir ve aynı zamanda davranışlarının ve duygularının gelişim dönemine uygun olup olmadığı da değerlendirilmelidir. Örneğin madde kullanmayı deneyen bir ergenin ailesi bir kliniğe başvurabilir ve danışmanlık almak isteyebilir. Eğer bu ergenin evde işlevselliği iyiyse okulda başarısı ve performansı iyiyse, aynı zamanda akran gruplarıyla yaşına uygun deneyimler yaşıyorsa, arkadaşları varsa, kendilik algısı ile ilgi çarpıklıklar yoksa aile, ergenin bu madde kullanımı deneyimi konusunda kaygılanmaması ve bunun basit bir davranış deneyimi olduğu belirtilerek rahatlatılabilir. Daha sonra danışmanlık, ailenin ve ergenin madde kullanımı konusunda bilgilendirilmesi ve bu konuda eğitilmesi ile devam edebilir. Aksine, bir ergen ailede ciddi sorunlar yaşıyorsa, okul devamı ve başarısında ciddi sorunlar varsa ve arkadaş grubunda da ciddi anti sosyal davranışlar içerisinde ise, bu ergenin madde kullanımı bize daha ciddi sorunlar konusunda bir ipucu verebilir, daha dikkatli ve daha yoğun bir tedavi ve yardım planı yapılmasını gerektirebilir.