ERGEN VE BAĞLANMA
Giriş
Birçok gelişim kuramının en temel ortak görüşü, sosyal ilişkilerin, çocukluk döneminde gelişen psikopatolojiye etki ettiği ya da olası psikopatolojiden etkileneceğidir. Buna ek olarak, nesne ilişkileri ve benlik psikolojisi kuramcıları, yaşamın ilk yıllarında çocuğun çevresi ile kurduğu yakın ve yoğun ilişkilerin gelecekteki ruh sağlığı ya da hastalıkları için belirleyici olduğunu savunmuşlardır. Ancak, John Bowlby’nin bebekler ve anneleri arasındaki bağlanmayı araştırmaya başlamasından sonra bu alanda gerçek anlamda elle tutulur veriler elde edilmeye başlanmıştır. Bowlby’ye göre, bebek ve bakım veren arasındaki ilişkinin kalitesi psikososyal gelişimin en önemli belirleyicisidir. Dolayısı ile ilk bağlanma ilişkisinin sonraki yıllardaki psikolojik uyumu etkilediğini savunmaktadır. Bağlanma kuramı, bu sürecin nasıl oluştuğunu, nasıl geliştiğini ve zaman içinde nasıl değişime uğrayabileceğini açıklamaya çalışır. Bu yazıda bağlanma kuramının önemli noktaları ve ergenlik dönemindeki psikopatolojiyi açıklayış biçimi tartışılacaktır.
Tarihçe
Bu kuramın babası sayılan John Bowlby (1907 – 1990), çocuk gelişimi, psikanaliz ve psikiyatri alanlarındaki ilgisi ve Lorenz, Harlow ve Hinde’nin katkıları ile ilk çalışmalarına başlamıştır. Mary D Salter Ainsworth, Bowlby’nin kuramına davranışsal boyut kazandırarak, kuramın istatistiksel olarak ölçülebilir hale gelmesi ve dolayısı ile bilimsel geçerlilik kazanmasını sağlamıştır. Ainsworth’un bağlanmanın zaman içindeki gelişimine olan merakı sayesinde bağlanma özelliklerinin yıllar içerisinde korunduğu gösterilmiştir. Bowlby, psikanalitik bir kavram olan içsel dünya ile kalıcılık ve süreklilik kavramlarını birleştirerek, bilginin işlenme sürecini de içeren bir kavram olan, “içsel işleyiş modeli”ni tanımlamıştır. Bu bakış açısı, bağlanma örüntülerinin yaşam boyu gelişimine olan ilgiyi giderek artmıştır. Bu kısa tarihsel gözden geçirmeden bile anlaşılabileceği üzere, bağlanma kuramı zaman içinde farklı alanlarda geliştirilmiştir. “Bağlanma örüntülerinin kalıcılığı nedir?” ya da “Bağlanma örüntüleri hangi düzlemde çalışılmalıdır; davranışsal mı yoksa zihinsel mi?” gibi sorularla geliştirilen klinik araştırmalar, son 40 yılda gelinen noktada tek bir bağlanma kuramından bahsetmeyi zorlaştırmaktadır.
Bağlanmanın Gelişimi
Temel bağlanma yaşamın ilk dokuz ayında gerçekleşir ve bu bakım verenin yokluğuna karşı öngörülebilen davranışlar şeklinde kendini gösterir. Bu dürtüsel bir işlevdir ve güvenliği ve hayatta kalmayı sağlayan bir özelliğe sahiptir. Bağlanma nesnesinin arzu edilen konumu ile gerçek konumu arasında bir çelişki doğduğunda bağlanma sistemi aktif hale gelir. Aktif hale gelmiş sistemde bebek belli davranışlar ile bağlanma nesnesine ulaşmaya ve tekrar ilişki kurmaya çalışır. Örneğin, ağlar, mızmızlanır. Buna temel-birincil strateji denir. Bebek bakım veren ile güvenli şekilde bağlandığında çevresini merak etmeye, keşfetmeye başlayabilir. Bu da bağlanma nesnesini güvenli üs olarak kullanması ile gerçekleşir. Bağlanmanın kalitesinin bebek ile bakım veren arasındaki etkileşimin özelliklerine bağlı olması bağlanma kuramının temel özelliğidir. Bakım verenin, çocuğun emosyonel sinyallerine verdiği tepki sayesinde bebek kendi duygularını organize etmeye ve anlamaya başlar. Eğer bir bebek belli bir strese karşı sağlıklı tepki veren bir bakım veren ile karşılaşırsa sonuçta kendi stresi ile baş etmek için uygun yollar ve destekler aramayı öğrenecektir. Bu da onun güvenli bağlanma geliştirmesini sağlayacaktır. Eğer stres sinyallerine karşı bakım verenden duyarsız ya da düzensiz yanıtlar alırsa, o zaman, çocuk kendi stresini uygun olmayan baş etme yöntemleri ile, yani ikincil stratejiler ile, uzaklaştırmaya çalışacak, bunun sonucu olarak da güvensiz bağlanma geliştirecektir. Temel olarak kabul edilen ilke, bağlanmanın özelliklerinin anne ve bebeğin erken dönemdeki etkileşimi tarafından belirlendiğidir. Bebeğin emosyonel sinyallerine bakım veren(ler)in verdiği yanıtın bebeğin kendi emosyonel deneyimlerini organize etme ve düzenleme yeteneğini geliştirmede çok değerli olduğu düşünülmektedir. Bu anlamda, bağlanma teorisi, affekt regülasyonu kuramına ışık tutmaktadır. Bağlanmanın gelişmesi alınan bakımın kalitesi ile doğrudan ilişkili değildir. Çünkü duyarsız ya da istismar eden bakım verenlere karşı da çok yoğun bir bağlanma gelişebilmektedir.
Yabancı
Durum
Bazı davranış stratejileri bağlanmanın kalitesine göre değişiklik gösteren güvenli duruma ulaşılmak için kullanılır. Ainsworth bunu tanımlamak ve sınıflamak için “yabancı durumu”nu kullanmıştır. Bu sınıflamada çocuk, belli bir düzende, iki kez bakım verenden ayrılır ve tekrar birleşir. Bununla beraber bir yabancı ile bakım verenin olduğu ve olmadığı iki farklı durumda karşılaşır. Bu durumlara verilen davranışsal tepkilerin çocuğun bağlanma nesnesinden beklentilerini ve dolayısı ile bağlanma stratejilerini tanımladığı düşünülmektedir. Ainsworth bağlanma nesnesi ile ilişkinin sürdürülmesi için 3 farklı strateji olduğunu tanımlamıştır.
Klasik
Bağlanma Çeşitleri
“Güvenli” bağlanan bebekler (Tip B) hassasiyet ve süreklilik gösteren annelere sahiptirler. Bu bebekler, ayrılma sonrası tekrar bir araya gelmeyi takiben, anneleri ile etkileşim arayışına girer ve kolayca sakinleşirler, annelerini güvenli bir üs olarak kullanarak çevreyi merak edip araştırmaya başlayabilirler. Buna karşın “anksiyöz – ambivalan” bağlanan bebekler (Tip C) anneleri ile tekrar bir araya geldiğinde öfkeleri uzun sürer ve yatıştırılmaları zor olur. Anneleri genellikle sürekliliği olmayan ve müdahalecidirler. “Anksiyöz – kaçıngan” bağlanan bebekler (Tip A) anneleri odaya geri döndüğünde sanki ayrılmaktan ötürü etkilenmemiş gibi kayıtsız davranırlar ve annelerini güvenli üs olarak kullanamazlar. Bu gruptaki annelerin reddedici tutum takındıkları gözlenir. Sroufe’a göre bu bebekler annelerinin uygun bakım verememesinden ötürü yaşayacakları olumsuz duygulardan kaçınmak için anneleri tekrar ortaya çıktığında onu görmezden gelirler.
Yeni
Bağlanma Çeşitleri
Son zamanlarda yapılan araştırmalar bebeklerin davranışlarının, Ainswoth’un bu klasik sınıflamaları ile yeterince açıklanamadığını ortaya koymuştur. “Dezorganize” bağlanan bebekler (Tip D) ambivalan ve stereo-tipik davranışları nedeni ile önceleri “sınıflandırılamayan” tip olarak tanımlanmıştır. Örneğin, önce annelerini ararlar daha sonra da anneden kaçınırlar. D grubu annelerinin tipik olarak uygunsuz bakım veren ve ürküten tutumları nedeni ile bebeklerin güven konusunda sorun yaşadıkları düşünülür. Dolayısı ile güçlü bir kendilik gelişiminde de sorun yaşarlar. Son olarak, “kaçıngan/ambivalan” bağlanan bebekler (Tip A/C) hem kaçıngan hem de ambivalan bağlanma davranışı özellikleri gösterirler. Bağlanma kişileri genellikle duyarsızlık ve süreksizlik gösterirler. Bu durum genellikle istismar ve ihmal durumları ile ilişkilendirilir.
Bağlanma Kuramına Yöneltilen Eleştiriler
Yabancı
Duruma İlişkin Eleştiriler
Bu alanda yapılan çalışmalar “yabancı durumu”nda ortaya çıkarılan davranış görüntülerinin zaman içinde değişmediğini ortaya koymuştur. Örneğin uzunlamasına yapılan çalışmalarda 12 aylık bağlanma örüntülerinin 6. yaşta da benzer bir şekilde devam ettiği saptanmıştır. Bu yöntem standart bir ölçüm olarak kabul edilse de bazı sınırlılıkları vardır.
1. Bu durumun birçok çocuk için aynı anlama gelen ayrılma ve tekrar bir araya gelmeyi içerdiği düşünülse de, bazı kültürlerde (özellikle uzak doğu kültürlerinde), bebekler annelerinden bu şekilde uzun süre ayrı kalmazlar.
2. Aile içindeki stres faktörleri (hastalık, kriz vb.) bağlanma güvenliğini etkilemektedir. Bu da, bu sürecin güvenilirliliğini, kalıcılığını ve tanı amaçlı kullanımını sorgulamamıza yol açmaktadır.
3. Bu yöntem oldukça küçük çocuklara yönelik uygulama ile sınırlıdır. Çünkü çocuğun yaşı büyüdükçe davranışları oldukça karmaşık hale gelir. Bu karmaşıklık, psikolojik gelişim ile yakından ilişkilidir. Buna bağlı olarak mental tasarımlar düzeyi de gelişir.
İçsel
İşleyiş Modeline Yönelik Eleştiriler
1. Bir başka eleştiri alanı da içsel işleyiş modeli kavramının zorlukları ile ilgilidir. Bowlby, içsel işleyiş modellerinin kişinin deneyimleri ile direkt ilgili olduğunu ve deneyimleri yansıttığını söyler. Ancak farklı görüşler, içsel işleyiş modelinin kişinin temel bakım vereni ile ilişkisini direkt olarak yansıttığı görüşünü çok basite indirgenmiş bir tanımlama olarak görürler. Burada içsel tasarımların ve fantazilerin ve bunlara bağlı gelişen davranışların küçümsendiği ve dikkate alınmadığı vurgulanır. Örnek olarak, aşağı yukarı aynı tip bakım vermenin farklı bebekler tarafından farklı algılanabileceği bir gerçektir. Bebeğin mizacındaki farklılıklar kaçınılmaz olarak bağlanmanın gelişimini de etkileyecektir. Belli ki bağlanma kuramının iddia ettiğinin aksine, bebeğin kendisi de bu bağlanmanın gelişiminde fazlası ile aktif rol oynamaktadır.
2. İçsel işleyiş modellerinin bağlanmayı temsil ettiğine inanılır. Bazı kuramcılar içsel işleyiş modelinin duruma spesifik olan stratejileri ürettiğini düşünür. Ancak insanların kendilerini yöneten içsel işleyiş modelleri konusunda herhangi bir bilinçli fikirleri olmadığı için, bu alternatif pozisyonlar konusu bir miktar çelişkilidir. Bu durumların farklılıkları belki de içsel işleyiş modellerinin erken deneyimlerle ilişkili olarak daha esnek olması ile açıklanabilir.
3. İçsel işleyiş modelleri çoğu zaman fazla kapsayıcı olmaları, test ve teyit edilemez oldukları için eleştirilmiştir. Main, içsel işleyiş modelini meta-bilişsel açısından ele almış ve insanoğlunun kendisi ve karşısındakinin bilişsel süreçlerini yanılma payı ile birlikte anlayabilme kapasitesinin gelişmesini sağlayan bir düzenek olduğunu savunmuştur.
Kuramın
Geneline İlişkin Eleştiriler
1. İlk eleştiri, bağlanma kuramının yaşamın ilk yıllarındaki ilişkilere fazlası ile vurgu yaptığı ama karşılıklı etkileşimin sürdürülmesini sağlayan diğer faktörlerin çok fazla vurgulanmadığı yönündedir. Yani bağlanma ancak bakım verenin durumunda bir değişiklik olmadığı sürece değişmeden devam eder. Bakım verenin durumunda dramatik bir değişme olduğunda (örneğin, anne kaybı gibi) o zaman bağlanmanın kalıcılığı bozulacaktır. Bu da bazı davranışların değişmeyeceği ya da değişimin zor olduğu fikrine karşı koyulmuş bir hipotezdir ve bu görüş insanın bir çok ekolojik etkiye bağlı olarak değişim gösterebileceğini savunur.
2. Yine bir diğer eleştiri konusu da ikinci bağlanma nesnelerinin önemidir. Bowlby, her ne kadar bağlanma kuramını açıklarken, ağırlıklı olarak birincil bağlanmaya vurgu yapmış olsa da, daha sonra ikincil bağlanma nesnelerinin de önemi anlaşılmıştır. Daha sonra yapılan çalışmalarda, bebeklerin farklı nesnelerle farklı bağlanmalar geliştirebildiği ve bazı davranış örüntülerinin o ilişkiye özel olduğu gösterilmiştir. Bu da bize erken dönemdeki farklı bağlanma özelliklerinin daha sonraki psikolojik adaptasyonu etkilediğini düşündürmektedir. Burada akla gelen soru: “acaba erken dönemde gelişen birincil ve ikincil bağlanma özellikleri daha sonra farklı şekilde mi devam etmektedir?” yoksa “yaş ilerledikçe bir entegrasyona uğrayıp kişiye ait bir baskın bağlanma davranışı olarak mı ortaya çıkmaktadır?”. Bu soruya, son zamanlarda yapılan çalışmalar ışığında çift kodlama hipotezi ile yanıt verilmektedir. Bu hipoteze göre, eğer bağlanmaya bağlı bilgiler çelişkili ve düzensizse, kişide çoklu modeller gelişebilmektedir. Bunun sonucu olarak da kişi kendi iç dünyasında tek bir içsel işleyiş modeli geliştirebilme konusunda sorun yaşar.
3. Bir diğer eleştiri konusu da, bağlanma tiplerinin kategorizasyonundaki sorunlardır. Yine son zamanlarda yapılan çalışmalarda birçok örnekte birden fazla bağlanma örüntüsünün gözlemlendiği ortaya çıkmıştır. Örneğin, bu bazen 4 farklı bağlanma tipine bağlı davranışlar sergilemeye kadar varabilir ki bunu tek bir bağlanma tipi olarak tanımlamak oldukça güçtür.
Yaşam Boyu Bağlanma
Gelişimsel
Psikopatolojiyi Anlamada Bağlanmanın Rolü
Gelişimsel psikopatoloji ve bağlanma arasındaki ilişkiyi gösteren iki temel yol bulunmaktadır. İlki, yaşamın ilk yılları içinde ortaya çıkan bazı atipik bağlanma özelliklerinin kendisi, bir bozukluk veya psikopatoloji belirtisi olarak ele alınabilir. Bu durumda, çocuğun yetiştiği ortamdaki diğer risk faktörleri ile birlikte erken dönem ilişkilerinin mevcut davranış sorunlarına yol açtığı ve tedavi edilmesi gerektiği düşünülür. Diğer yol ise, bağlanmanın ileriki yıllarda ortaya çıkan ruhsal ve davranışsal sorunlar için artan bir risk oluşturması ya da diğer risk faktörlerinin etkisini arttırması şeklinde açıklanabilir.
Yaşamın ilk iki yılında temel bakım vereni ile güvenli bağlanma geliştiren bebekler ile yapılan birçok klinik araştırma sonucuna göre, bu bebeklerin diğer erişkinlerle ve bebeklerle daha kolay sosyal ilişki kurabildikleri, ebeveynleri ile daha uyumlu oldukları ve coşkusal düzenlemelerinin efektif olduğu bulunmuştur. Aksine, iki yaş öncesi güvensiz bağlanma geliştiren bebeklerin, düşük sosyalleşme, zayıf akran ilişkisi, öfke yakınmaları ve okul öncesi ve sonrası zayıf davranış kontrolü gösterdikleri saptanmıştır. Ancak, bağlanma kuramı ile ilgili olan ortak yanlış anlayış, güvenli bağlanmanın normal, güvensiz bağlanmanın da tam tersi patolojik olarak kabul edilmesidir. Her ne kadar güvensiz bağlanma daha sonraki uyum ve davranım sorunları ile ilişkilendirilmeye çalışılmaktaysa da, bunun kesinlikle böyle olacağını söylemek doğru değildir. Ancak güvensiz bağlanmanın psikopatoloji gelişimi için bir risk ve kırılganlık oluşturduğu söylenebilir. Örneğin, Greenberg’in (2003) psikopatoloji gelişimini açıklamaya çalıştığı modelde 4 temel risk faktörü tanımlanır. Bunlar; (1) çocuğun karakteri, yani mizacı ve kendini ait özellikleri, (2) bağlanma öyküsü, (3) ebeveynlerin anne babalık stili ve (4) aile ekolojisidir. Bu modele göre farklı bozukluklar bu 4 faktörün farklı şekillerdeki olumsuz birleşimleri sonucu oluşur. Ancak hala bu 4 faktörden de bağımsız değişkenler olduğu konusunda düşünceler de vardır. Bu alanda şu ana kadar yapılan çalışmalar sonucunda güvensiz bağlanmanın, psikopatolojiye birçok farklı yoldan katkı yapan, önemli, ancak özgül olmayan bir risk faktörü olduğu söylenebilmektedir. Uzun izlem çalışmalarının yetersizliği nedeni ile farklı psikopatolojilerin oluşumunda rol oynadığı kesinleşen belli tip güvensiz bağlanmalardan söz etmek imkansızdır. Gelinen nokta, ileri çalışmalar için oldukça elverişlidir ve ümit vaat etmektedir.
Bebeklik Sonrası Dönemlerde Bağlanmanın
Değerlendirilmesi
Bebeklik sonrası davranışsal stratejilerin içsel işleyiş modeline göre düzenlendiği düşünülmektedir. Bağlanma nesnesinin davranışlarına yönelik beklentiler ve tutumlara ilişkin olarak birtakım tasarımsal modeller vardır ve bu da kişinin sosyal dünyasını ve tepkilerini tahmin etmesini sağlar. Dil gelişimi ve bilişsel gelişimin sonucu oluşan içsel tasarımlar bize içsel işleyiş modellerini değerlendirmemiz için yeni olanaklar sağlar. Yakın zamanda yapılan bağlanma çalışmalarında, bağlanma kalitesinin ölçülmesi için mental tasarımların kullanılmasına ilişkin denemeler yapılmıştır. Tasarımsal ölçümlerin yapıldığı şu ana kadar en önemli çalışma Berkeley Erişkin Bağlanma Görüşmesi (EBG)’dir. Erişkin bağlanma görüşmesi, genelde çocukluk dönemine ait bakım veren ile olan ilişkinin içeriğinden çok kalitesinin tanımlanması ve rapor edilmesine bağlı olarak bağlanma stillerini ortaya çıkarır. Bu görüşme yarı yapılandırılmış bir görüşmedir ve bağlanma ilişkilerinin kalitesi sorgulanır. Burada bazı özel anılara başvurulur ve böylece genellemelerden kaçınılır. Bu sayede epizodik (anısal) ve semantik (anlamsal) anıların birbirinden ayrılması ve açığa çıkması da sağlanmış olur. Bu görüşmede, kişi kendi genellemeleri ile ilgili birçok noktada çelişkiye düşebilir ya da söylediklerini destekleyici bir anı getiremeyebilir. Bu görüşme bir bağlanma öyküsü ölçümü değildir ve bir şekilde anlatılanların gerçekliğini destekleyen bir çalışma şu ana kadar yapılmamıştır. Bu ölçüm genelde yabancı durumuna maruz bırakılan bebeklerin anneleri ile yapılan görüşmelerden geliştirilmiştir. Bağlanma örüntülerinin sürekliliği mantığından yola çıkarak Main, bu annelerle yaptığı görüşmelerde A, B ve C tipi bağlanma gösteren bebeklerin annelerinin kendi bebeklik dönemlerine ilişkin sorulara farklı ifadeler kullandıklarını fark etmiştir. Bu amaçla bir takım kodlama sistemleri kullanılmış ve bu sayede farklı kategorilerin anlatım tutarlılıkları ve otobiyografik netlik aynı zamanda bağlanma nesnesi ile ilgili mental tasarımların kalitesi ölçülmüştür. Örneğin, güvenli bağlanan bireyler genelde çocukları ile ilgili bağlantılı anılar dile getirirken bazı acı olayları kendilerini duygusal olarak uzaklaştırmadan tanımlayabilirler. Erken dönem bağlanma özellikleri anksiyöz-kaçıngan tip (EBG’de Değersizleştirici – Uzaklaştırıcı Tip olarak tanımlanır) olan kişi geçmiş anılarını hatırlamakta çok zorlanır ya da genelde çok idealize edilen deneyimlerinden bahseder. Bu tip erişkinler, görüşmede değersizleştiren ve uzaklaştıran bir tutum içindedir. Erken dönem bağlanması anksiyöz-ambivalan tip olan (EBG’de Yapışık – Duyarlı Tip olarak tanımlanır) erişkin ise bağlanma ilişkisinde genelde geçmişe saplanmışlardır ve genelde anıları birbiri ile bağlantısızdır. Bu tipler arasındaki farklılıklar genelde şöyle açıklanır; güvenli bağlanan insanlar anlamsal ve anısal bilgiyi entegre edip bunları düzenli bir şekilde tasarımlar halinde dile getirebilmektedirler. Bu konudaki sorunlar genelde bu iki farklı bellek tipinin herhangi birine yönelik dikkatin artmış olmasına bağlıdır. Bu görüşmenin sonuçlarını değerlendirmek ve ölçümlerini yapmak için çok ciddi bir eğitim gerekmektedir. Erişkin bağlanma görüşmesi birçok alanda kısıtlılığı olmasına rağmen şu anda erişkin bağlanma örüntülerini ölçen uygun bir ölçektir.
Bağlanma
örüntülerinin değişime tamamen dirençli olmadığı fikrinden yola çıkarak içsel
işleyiş modellerinin, sosyal, biyolojik ve bilişsel gelişim ile değişebildiği
ya da modifiye olduğuna ilişkin fikirler de üretilmiştir. Buna bağlı olarak
bağlanma örüntülerinin entegre olduğu ve daha karmaşık ilişki tasarımlarının
geliştiği dönemin ergenlik dönemi olduğuna inanılır. Bu hipoteze yönelik
verilerin teyit edilmesinde, bu konudaki ölçeklerin azlığı nedeni ile sorun
yaşanmaktadır. Bu nedenle de çocuk ve ergenlik dönemine ait ölçekler ve
ölçümlerde dolaylı yöntemlere başvurulmuştur. Örneğin oyun motifleri ve öykü
teknikleri kullanılır. Ergenlik dönemi için daha ümit vadedenler ise yarı
projektif ölçümlerdir. Ancak bunların psikometrik özelliklerinin
güvenilirliliği henüz çalışma aşamasındadır. Bu tür bir yaklaşım, hem direkt
olarak davranışların gözlenmesi hem de yarı yapılandırılmış görüşme teknikleri
içerir.
Ergenlik Döneminde Bağlanma
Emel, 17 yaşında lise son sınıf öğrencisi kız ergen
Yakınması: Mutsuzluk, içe kapanma, vücuduna zarar
verme, ölmek isteme, erkek arkadaşı tarafından fiziksel istismara uğrama.
Öz ve soygeçmiş: Her zaman içine kapalı ve hassas bir
çocuk
Anne;
doğumdan sonra çalışmış, sayısız bakıcı ve kreş değiştirmiş
Baba; sürekli dışarıda, alkol kullanım sorunu olan sorumsuz biri
Emre 15 yaşında, lise 1. sınıf öğrencisi erkek ergen
Yakınması; Kendisine göre yok, okul ve arkadaş
sorunları, evde söz dinlememe, madde kullanımı, kurallara uymama
Öz ve soygeçmiş: Her zaman sorunlu ve geçimsiz bir
çocuk
Anne; ilk
doğumdan bir yıl sonra istemeden hamile kalmış, doğumdan sonra çalışmış, bakıcı
ve 2 yaşında kreşe gönderilmiş
Baba; Haftada 3 günü yaşadıkları şehirde, 4 gün şehir dışında çalışıyor.
Belli bağlanma örüntülerinin ergenlik dönemindeki klinik görünümlerini daha iyi tartışabilmek ve anlaşılır kılmak için bu iki olgu örneğinden yararlanılacaktır. Emel ve Emre adında bu iki ergen aynı dönemlerde ergen ruh sağlığı kliniğine başvururlar ve aynı klinisyen tarafından değerlendirilirler. Klinisyenin Emel ve Emre için tuttuğu dosya notlarına yeri geldiğinde tekrar dönülecektir.
Puberte, Güvenlik ve Üreme
Klinisyenin
notlarından;
Emel;
Karşı cinsle patolojik düzeyde yakınlaşma, sınırların
kaybolması, fiziksel istismar, erkek arkadaşını memnun etmek için cinsellik
yaşama, güvenli üs Ø.
Emre;
Sayısız kız arkadaş, aynı anda 3 – 4 kız arkadaşla birlikte olma, ilişkilerde ayrılma ve barışma yok, kendi için cinsellik yaşama, güvenli üs Ø.
Ergenlik dönemindeki bedensel olgunlaşma puberte ile başlar ve bu sayede ergen en azından biyolojik olarak anne baba olabilme düzeyine ulaşır. Puberte, insan gelişiminde biyolojik değişimin hızlı yaşandığı son dönemdir. Hormonal düzeylerin artışına bağlı olarak mental fonksiyonlar belirgin düzeyde değişir. Cinsel gelişim ve cinsel ilginin artmasına bağlı olarak bağlanma kapsamında sadece güvenlik değil aynı zamanda üreme de ele alınmaya başlanır. Ergenlikteki baskın bağlanma örüntüleri artık cinselleştirilmiştir. Erişkin dünyasına doğru gelişen ve olgunlaşan yapı, ergenin kendisine ve diğerlerine yönelik dikkatli ancak meraklı ilgisinin artmasına yol açar, bu da güvenli üs fenomeninin yinelenmesini gündeme getirir. Buradaki istek, cinsel temasın ancak güvenli ve yakın bir ilişkide gerçekleşmesidir. Bununla beraber ergen geçmişinden güvensiz bağlanma öyküsü getiriyor ise, o zaman alternatif sonuçlar ortaya çıkabilir. Davranışların köken aldığı ikinci temel motivasyon olan cinsel ilginin ortaya çıkması ile bağlanmaya ilişkin güvenliğin sağlanmasına yönelik stratejiler tekrar düzenlenir.
Bebeklikte olduğu gibi ergenlikte de “seninle ilişkideki ben kimim?” sorusu, aydınlatılması gereken temel nokta haline gelmiştir. Burada güvenli üs diyalektiği tekrar incelemeye alınır: çünkü artık sadece güvenlik gereksinimi değil aynı zamanda cinsel gereksinimler de bu sürece dahil edilmektedir. Birçok ergen için, bu dönem bebeklik döneminden bu yana yaşanmamış olan yakın fiziksel temasın tekrar yaşandığı dönemdir. Güvenli bir ergen için hedefteki ilişki, genelde ergenin kendisini cinsel anlamda güvendiği, karşı tarafın onu kabul ettiği ve aynı zamanda kendi cinsel tercihlerini ve duygularını rahatlıkla söyleyebildiği bir ilişki şeklidir. Bu oldukça karmaşık bir hedeftir çünkü aileleri, akranları, sosyal ortamı da içerir. Ambivalan bağlanma organizasyonu olan bir ergen için cinsel duygular oldukça kafa karıştırıcı olabilir. Bunlar korku, terk edilme ve hostil özellikli bağlanma duygularını içerir. Çünkü burada içsel işleyiş modelleri genelde öngörülemeyen yakın ilişkiler üzerine kurulmuştur. Çekicilik, baştan çıkarma ve tehdit, var olan özelliklerdir. Alternatif olarak kendini duygularından ve cinsel isteklerinden uzak tutan kaçıngan bir ergen ise, sadece sevgisiz bir cinsel deneyim, sadece karşısındaki memnun etmeye yönelik ya da rasgele cinsel deneyim gibi savunmacı bir davranış içine girebilir. Bağlanma açısından bakıldığında, ergenlik dönemindeki cinsellik aynı zamanda partner seçimi konusunu da gündeme getirir. Bu noktada konu iki genç insanın kendi içsel işleyiş modellerinin etkisi altında bir araya gelmesidir. Buna bağlı olarak reddedilme ya da kabul edilme, mevcut deneyim dağarcığı ile uygunluğu ya da uygunsuzluğuna göre anlam bulacaktır. Sonuç olarak, başarılı bir birliktelik genelde karşı tarafa yönelik daha esnek olmayı ve anlayışı gerektirir. Daha az esnek, katı örgütlenmelerde ise ilişkiler tehlikeli boyutta fiziksel ve ruhsal alışverişi içerir. İlişkide güvensizlik arttıkça, öngörülemezlik ve şiddet de artar.
Bilişsel Gelişim
Klinisyenin
notlarından;
Emel;
Soyutlama
ve farklı açılardan bakamama, meta-gözlem yapamama, geçmişten getirdiği
değerleri sorgulayamama
Emre;
Soyutlama ve farklı açılardan bakamama, meta-gözlem yapamama, geçmişten getirdiği değerleri sorgulayamama
Ergenlik döneminde gelişimin ikinci önemli noktası, bu dönemde gerçekleşen bilişsel gelişim yani formal operasyonel (soyut) düşünceye geçiştir. Bu değişim düşüncede hipotetik düşünmeyi ve olasılıkları düşünebilme gücünü arttırır. Ayrıca sadece gerçekler değil aynı zamanda hipotezler ve olasılıklar da düşünülebilir hale gelir. Soyut düşünceye geçiş daha önceki bilişsel gelişim dönemlerine göre çok büyük farklılıklar getirir. Çünkü artık o dönemlerdeki gibi anne babanın söylediği her şey sorgusuz sualsiz kabul edilmez. Beyaz ya da siyah gibi ayırımlardan daha geniş esnekliğe geçiş, ergen için kendi düşünceleri, duyguları ve anılarına ulaşma, onlarla ilişki kurma olanağı sağlar. Artık ergen kendi ve başkaları ile ilgili duygularını daha iyi yansıtabilir ve böylece herhangi bir ortamda kendine göre daha uygun bir pozisyon alabilir. Tüm bu değişiklikler ile beraber ilişkilerdeki modeller artık daha gerçekçi şekilde işler. Bu sayede, Main’nin de dediği gibi, artık ergen kendi ilişkileri ve hayatı ile ilgili daha fazla otonomi kazanır ve buna da “meta-monitör işlevi” denir. İşte bu gelişim süreci sayesinde bilgilerin tekrar entegrasyonu, modellerin revizyonu ve bu modellerle başa çıkacak daha efektif stratejilerin gelişmesine olanak sağlanır. Bunun sonucu olarak davranışların organizasyonu daha kompleks bir hal alır. Ergendeki bu olgunlaşma sonuçta kendisini daha iyi tanımak, ailesini ve dünyayı daha iyi anlamak, bazı çatışmalara düşmek anlamına gelir ve yeni alternatifleri ve davranışları deneyimlemeyi içerir. Bu artmış yansıtıcı kapasitesi sayesinde ergen bu dönemde “Sosyal dünyadaki ben kimim?” sorusunu sorabilmektedir.
Otonomi
Klinisyenin
notlarından;
Emel;
Otoriteye
karşı kayıtsız boyun eğici, cezalandırılacağı ve istenmeyeceğine dair yoğun fanteziler,
ayrılma ve bireyselleşmede sorun, kimlik gelişiminde sorun
Emre;
Otoriteye karşı her zaman isyankar, ceza almaktan ya da mahrum bırakılmaktan korkmama, ayrılma ve bireyselleşmede sorun, kimlik gelişiminde sorun
Ergenlik dönemindeki bağlanma diğer yaş gruplarından çok farklılık gösterir çünkü burada emosyonel bir otonomiye artan bir destek düzeyi eşlik eder. Ergen bu desteği, kendisinde olup biten onca değişikliğe rağmen stabil kalabilme duygusunu korumak amacıyla çevreyi ve sosyal ortamları keşfetmek için güvenli üs olarak kullanır. Bu dönemde baskın olan süreç, anne babadan ayrılma ve bireyselleşme, aynı zamanda aile dışında yeni ilişkiler geliştirmedir. Erken çocukluk dönemindeki bağlanmanın kalitesi, ergenin diğer akranları ve erişkinlerle sosyal ilişkiler kurma ve geliştirme konusunda önemli bir rol oynar. Bu anlamda ergenlik dönemi bağlanmanın sağlamlaştığı ve pekiştiği bir dönemdir. Yapılan bazı çalışmalarda bulunan sonuçlara göre bebeklik bağlanma özellikleri ile ergenin sosyal grup işlevselliği öngörülebilmektedir. Bağlanma ilişkisinin kalitesi sonraki psikolojik uyum ve akran ilişkileri kalitesinde önemli bir koruyucu faktör ya da risk faktörü olarak karşımıza çıkar.
Her ne kadar ergenin kimlik gücü genelde geçmişten getirdiği bağlanma özellikleri ile şekillense de belli sosyal gruplar, düşünceler ve ideolojiler bu oluşumu destekler. Ergen, oyun dünyası ile iş dünyası arasında çok önemli bir psikososyal noktada durur. Bu yeni edinilmiş yansıtma kapasitesi sayesinde ergen bir çok kimliği deneyebilir ve bu sayede kendisine uyup uymadığına bakabilir. Aynı zamanda bu kimliğin arkasına sığınarak erişkin dünyasının buna tepkilerini gözlemleyebilir. Bağlanma kuramı açısından bakıldığında bu dönem, araştırmacı oyunculuğun ve içten gelen zıt duyguların çalışılabildiği bir dönemdir. Ergen bu dönemde erişkinlerden ve toplumdan karşılıklı anlayış ve güvenilirlik beklemektedir. Bu noktada Bowlby, anne baba ve çocuk arasındaki bağlanmanın ergenlik öncesinden erişkinliğe dek kendine güvenin gelişmesindeki önemini vurgulamıştır.
Ergenlik Döneminde Bağlanma ve
Psikopatoloji
Ergenlik döneminde bir yandan bağlanmanın güvenliği ve psikososyal işlevsellik üzerine etkisi araştırılırken diğer yandan klinik düzeyde etkilerine de bakılmıştır. Özellikle de gelişimsel psikopatoloji açısından ergenlik döneminde biyopsikososyal değişimler dramatik boyuttadır ve buna bağlı olarak da belli patolojiler gelişir. Örneğin; yeme bozuklukları, davranım bozukluğu, intihar özellikle bu dönemde artar.
Ergenlik döneminde güvensiz bağlanmanın özellikleri ve çeşitlerinin tekrar ele alınması, buna bağlı olarak da müdahale çeşitlerinin belirlenmesi en önemli sorundur. Bebeklik ve erişkinlik döneminde bağlanmanın değerlendirilmesi için var olan ölçüm yöntemleri, bize, özellikle ergenlik döneminde oluşturulacak yeni ölçümler için yol gösterici niteliktedir. Uzun izlem çalışmaları bu anlamda oldukça değerlidir. Bu sadece bağlanma örüntülerinin psikopatoloji ile ilişkisini değerlendirmek için değil aynı zamanda ileriki yıllarda öngörülebilirliğinin geçerliliğini de ölçmek için gereklidir. Örneğin, Minesota yüksek risk çalışmasında (Sroufe, 1983), bebek ve anneleri doğumdan ergenliğe kadar izlenmişlerdir. Bu çalışma sayesinde uygun olmayan annelik deneyiminin okul yıllarında uygunsuz ve saldırgan davranışlar doğurduğu gösterilmiştir. Son zamanlarda ergenler ile yapılan çalışmalarda da, psikopatoloji ile bağlanma örüntüsü arasında paralellikler bulunmuş ve bu da erken bebeklik dönemine özgü yapılan çalışmalarla benzerlik göstermiştir. Örneğin, ergenlik dönemindeki yaşanan depresyon ile ergenin annesi ile güvensiz bağlanması arasında ilişki bulunmuştur. Dahası intihar riski olan ergenlerde de yine güvensiz bağlanma ilişkilendirilmiştir.
Gelişim Kuramları ve Bağlanmanın İlişkisi
Kontrol Kuramı (Kobak ve ark. 1993)
Klinisyenin
notlarından;
Emel;
Hekimle kurduğu ilişki şekli; İdealize etme, aşırı
bağlanma, sorunlarını abartma, yoğun yardım isteği.
Ayrılığa verilen tepki; Ayrılığı inkar etme, katlanamayacağını
düşünme, ayrılık sırasında ve sonrasında eyleme vurma (bağlanma sistemleri
hiperaktive)
Emre;
Hekimle kurduğu ilişki şekli; Lakayt, önemsemeyen ve aşağılayan
bir tavır, sorunlarını inkar etme, küçümseme, yardım istememe
Ayrılığa verilen tepki; Umursamama, ayrılık öncesi ve sonrası, ayrılıkla ilgili hiçbir tepki vermeme (bağlanma sistemleri de-aktive)
Kontrol kuramı bağlanmaya bir davranışsal sistem olarak eğilir ve bağlanma stratejilerinin devamlılığını ön plana çıkarır. Bu yaklaşımda davranışların regülatif (düzenleme) özelliklerine dikkat çekilir.
Ergenlik döneminde yapılan, güvensiz bağlanma özellikleri ile psikopatoloji ve kişiler arası ilişki sorunları arasındaki ilişkiyi inceleyen çalışmalar bu noktada bir çok veri sunmuştur. Kobalt’ın kontrol kuramı adını verdiği düşünce biçimi ile ergenlik dönemindeki karmaşık davranışların nasıl düzenlendiğini açıklamaya çalışır. Buna göre, güvenli bağlanma birincil davranışsal stratejilerin gelişmesine yol açar. Burada hazır bulunan ve karşılık verebilen bir bakım veren deneyimi mevcuttur. İkincil veya durumsal davranışsal stratejiler ise bakım verenin hazır bulunmadığı durumlarda birincil sistemin yerine geçer. Eğer bağlanma nesnesi ergen tarafından reddedici olarak algılanıyor ise ergen bağlanma sistemlerini de-aktive ederek dikkatini bağlanma ipuçlarından uzaklaştırır. Böylece stresini minimalize etmiş olur. Bu aynı zamanda çocukluk döneminde yaşadığı benzer reddedilme duygularından kaçınma yoludur. Bu hipoteze göre, stratejilerini de-aktive edenler, daha çok stres ipuçlarına duyarsız, kırılganlıklarını minimalize eden ve başkalarının ihtiyaçlarını görmezden gelen yani kaçıngan özellikler gösteren ergenlerdir. Eğer bakım veren sürekliliği olan biri olarak algılanmazsa o zaman ergen bağlanma sistemlerini hiperaktive eder ve böylece pozitif ipuçlarına maksimum tepki göstermeye çalışır ve bakım verenin öngörülebilirliğini arttırmaya çalışır ve bu da anksiyöz davranış özellikleri olarak karşımıza çıkar. Hiperaktive edilen sistemler daha çok bağlanma ile ilişkili bilgilere ve stres sinyallerinin abartılmasına odaklanmıştır.
İkincil stratejilerin söz konusu olduğu durumlarda
kaçıngan bağlanma özellikleri gösteren ergenlerin sorunlarını daha az dile
getirdikleri, öte yandan, anksiyöz bağlanma özellikleri gösteren ergenlerin ise
sorunlarını abartılı şekilde ifade ettikleri düşüncesi yaygındır. Bu düşünceyi
destekleyen bir klinik çalışma, Tavistock
Kliniği’nde, Lucy Scott Brown ve John Wright tarafından yapılmış ve 2003
yılında Psychology and Psychotherapy
Dergisinde “Ergenlerde Bağlanma Stratejileri ve Psikopatolojinin İlişkisi” başlığı
altında yayınlanmıştır. Bu çalışmada, kliniğe başvuran ergenlerin ve sağlıklı
kontrol grubunun bağlanma özellikleri ve bu ergenlerin bağlanma özellikleri ile klinik semptomatolojileri arasındaki ilişki karşılaştırılmıştır. Kliniğe başvuran ergenlerin sadece %13.3’ü güvenli
bağlanma özellikleri gösterirken, sağlıklı kontrol grubunda bu oran %73.3
bulunmuştur. Gençler için Ruhsal Sorunlar Tarama Anketine (YSR) verilen
yanıtlara göre, yakınmaların bağlanma tipleri ile karşılaştırılması sonucunda
ise anksiyete/depresyon, içselleştirme ve düşünce bozukluklarında ambivalan tip
bağlanma özellikleri gösteren ergenler, güvenli ve kaçıngan tip bağlanma
özellikleri gösteren ergenlere oranla anlamlı derecede yüksek skorlar alırken,
kaçıngan ve güvenli tip bağlanma özellikleri gösteren ergenler arasında fark
bulunmamıştır. Buradan çıkarılacak sonuç, ergenlerde stresi ve duygusal
sorunları ölçen self report ölçeklerin kullanımı ve bunların sonuçları ile
ilgili önemli sorunlar olduğudur.
Dinamik
Gelişimsel Model (Crittenden, 1997)
Klinisyenin
notlarından;
Emel;
Anılar
her zaman çok canlı ve duygu yüklü, sanki geçmişe saplanmış (anısal ve algısal
bellek ön planda)
Emre;
Geçmişle
ilgili hiçbir anı yok, ideal bir aile fotoğrafı, kendisi ile ilgili omnipotan
tasarımlar (işlemsel ve anlamsal bellek ön planda)
Crittenden modeli, genelde bağlanma stratejilerinin
gelişimini bellek sisteminin gelişimi ile ilişkilendirir ve burada bağlanma ile
ilişkili bilgilerin kodlanması ve bu bilgilere ulaşma ergenlik döneminde
davranış örüntülerini belirler. Bellek sisteminde bilginin organizasyonunda
olası yanlışlar, çarpıtmalar ya da hatalar artmaktadır. Burada 4 bellek
sisteminden bahsedilir, bunlar; (1) İşlemsel (Prosedurel), (2) Algısal (İmaged), (3) Anlamsal (Semantik),
(4) Anısal (Epizodik) bellek.
Her sistem gelişimsel olarak farklı dönemleri içerir
ve belli spesifik durumlarda davranışları düzenler. Erişkinler, özellikle bağlanma
nesneleri, bu bilginin nasıl organize edileceğinde etkindirler. İşlemsel bellek
davranış yönüne meyillidir ve genelde affektin tekrarlanmasına dayanır. Bunun
tersine anlamsal bellek ise genelleşmiş kurallara (statement) yöneliktir ve
mantıksal prensiplere dayanır ve genellikle başkalarının söylediklerinden
etkilenir, örneğin “iyi çocuk söyleneni
yapar” gibi. Anısal sistem ise genelde otobiyografik deneyimler yönündedir, bu
bellek sistemi affektif açıdan yüklüdür ve bu deneyimler aynı zamanda erişkinlerde
bunu doğrular ya da önemli olduğunu vurgular.
Bu süreç çocuk ve ergenlerin belli bellek sistemlerine
doğru eğilim geliştirmelerine olanak sağlar ve bu bilginin bağımsız olarak test
edilebileceği ve doğruluğunun sınanabileceği bir döneme ulaşıncaya kadar bellek
sisteminde bir takım çarpıtmalara neden olur. Crittenden’e göre çocuklar ve
gençler bazı bilgileri çarpıtabilir ya da tekrar yapılandırabilir ve bu
özellikle tehdit ve öngörülemez durumlarla karşılaşıldığında olur. Bu çarpıtma
uyumsal bir süreçtir ve tehlikeli durumlardan korunmaya yaradığı gibi, aynı
zamanda, tehlikeli olmayan ancak tehdit edici algılanan durumlarda ise uygun olmayan davranışların artmasına yol açar . Yine
Crittenden’e göre erken dönemde
algılanan yorumsal yanlışlar bulunur ve bu yanlış öğrenilen süreçlerin ileride,
özellikle ergenlik döneminde, belirlenmesi ve düzeltilmesi önem kazanır.. Bu
nedenle kendisi ergenlik döneminin kritik bir dönem olduğunu düşünür. Çünkü bu
dönemde bellekten gelen bilgiler bilişsel gelişimin sayesinde tekrar ele alınır
ve bir entegrasyon sağlanır.
Crittenden’ın modelinde farklı bellek tiplerinin
güvensiz bağlanma organizasyonunda önemli roller oynadığı vurgulanmaktadır. Bu
model, Bowlby’nin “hangi durumlarda bazı hatıralar ve deneyimler bilinç
düzeyinden kaybolsa da bizim düşüncelerimize, duygularımıza ve davranışlarımıza
ciddi düzeyde etki etmeye devam etmektedir ?” sorusu üzerine geliştirilmiştir.
Bowlby bu noktada 3 farklı kategori tanımlar,
1.
ebeveynin çocuklarının bilmesini istemediği durumlar,
2.
çocukların düşünmeye bile katlanamadıkları ebeveyn tutumları,
3.
çocukların yaptıkları için katlanılmaz suçluluk ve utanç duydukları davranış ve
düşünceler.
Crittenden’a göre bu kategoriler bellek organizasyonu ve gelişiminde önemli roller oynar ve birinci kategoride yaşanan deneyimlerin çoğu inkar edilir, unutulur, atılır ve böylece genç, sadece ona annesi babası tarafından söylenen semantik (anlamsal) bilgiye güvenir. Böylece otobiyografik bilgi bellekten uzaklaştırılır. Bilginin bu şekilde bölünerek zihinden uzaklaştırılması Crittenden’a göre kaçıngan bağlanma organizasyonu için tipiktir ve böylece zihnin belli bir kısmına ulaşılamaz. Bu süreç daha sonra kaçıngan stratejilerin tanımlanması için de sıkça kullanılmıştır.
Bazı psikopatolojilerin spesifik olarak bu bağlanma özelliğine bağlı olarak gelişebileceğini öngörebiliriz. Örneğin yıkıcı davranışlar birçok çalışmada değersizleştiren tip kaçıngan bağlanma özelliklerinin bir uzantısı olarak görülürken, baskıcı bakım vermede aynı zamanda idealize eden tip kaçıngan bağlanma özellikleri ile yakından ilişkilendirilmiştir. Bu nokta, Kobak’ın kontrol kuramındaki davranış stratejileri ile ilişkilendirilebilir ve erken çocukluk döneminde yok olan ya da cezalandırıcı şekilde bakım gören bir ergenin, daha sonra coşkusal tepkilerini baskılayarak bilişsel kapasitesini daha çok dogmatik bilgiye dayanarak kullandığı seklinde açıklanabilir. Örneğin “aşk çok saçmadır” ya da “senin ne yaşadığın beni ilgilendirmiyor” ya da “ağlamak mızmız bebek işidir” gibi.
Burada yıkıcı davranış sonuçta güvensiz bir duruma
maruz kalan bir ergenin affektif regülasyonunu sağlamak amacı ile başvurduğu
bir yol olarak görülür. Ergen anlamsal bilgiye başvurarak kırılganlık üzerine
genelleşmiş bilişsel yapıları oturtmaya çalışır. Bunun tersi durumda da baskıcı
bakım vermede yine benzer şekilde affektin ortaya konmasında bir baskılama olur
ve burada da anlamsal bilgiye bir dönüş görülür. Ancak farklı olan şey,
buradaki dogmatizm genelde iyi olma, yardımsever olma şeklindedir. Buna uygun
da yalancı bir kendilik gelişimi ve bununla uyumlu davranışsal stratejiler
gözlenir. Burada her zaman gülen her zaman yardımcı olmaya çalışan bir ergenden
bahsedilebilir. Böyle ergenlerin ebeveynleri ile erken dönem yaşantıları
genelde eğer onlara bakmazlarsa atılacakları tehdidi ile ilişkili olabilir.
Örneğin, kronik bir hastalığı olan bir anne ya da baba kendi ölüm korkuları ile
o kadar yoğundur ki, çocuğunun ona bakmasını ve mevcut bağlanma sistemlerini
kullanmasını ister. Bu gibi durumda olumlu bir yalancı kendilik gelişimi,
çocuğun kendi bağlanma ihtiyaçlarını de-aktive etmesi için kullanılır. Çünkü
burada sıkıntı ve stresin yatıştırılması için hasta olan anne ya da babaya
dönmek o anne ya da babanın kendi bağlanma ihtiyaçlarını arttıracak ve dolayısı
ile kendi bakım ihtiyaçlarını daha da ön plana çıkaracaktır.
Zihin Kuramı (Fonagy, 1995)
Sosyal anlamayı sağlayan bilişsel gelişim üzerine eğilen bir başka çalışmacı grubu, Peter Fonagy ve arkadaşları da, zihin modelini geliştirerek içsel işleyiş modelleri ve borderline patolojisinin gelişimini anlamaya çalışmışlardır. Mentalizasyon diye tanımladıkları kapasitenin klinik ve ampirik çalışmalar ile kanıtlanmış şekline göre, kişinin eğer uygun olmayan bağlanma öyküleri varsa, geliştirdiği savunmacı süreçler nedeniyle kendisini ve karşısındakileri anlama kabiliyetini geliştiremeyecektir. Bu da gerçekliğin entegrasyonu için aslında farklı bellek sistemleri ile güçlendirilmiş ilişki bazlı bilişsel fonksiyonların gerekli olduğunun bir göstergesidir. Mentalize etme kapasitesindeki sorunlar özellikle borderline patolojisi ile uyumludur ve bunlar orta ve geç ergenlikte ortaya çıkmaya başlar. Bunun klinik uygulamadaki yerine bakıldığında, ergenler eğer terapi ve terapötik bir güvenli üs ortamı sağlayabilirlerse yansıtmalı fonksiyon sayesinde kendi borderline semptomlarını ele alabilme ve düzeltebilme olanağı yakalayabilirler. Bu, aynı zamanda ciddi bağlanma sorunu yaşayan çocuklarda aktarım ve karşıt aktarımın psikoterapötik çalışmada neden çok önemli unsurlar olduğunu da ispatlamaktadır.
Ayrıca Fonagy yansıtıcı kendilik (yansıtıcı işlev) olarak tanımladığı bir süreç ile içsel işleyiş modellerinin kavramını açıklamaya çalışmıştır. Yansıtıcı kendilik ölçeği geliştirerek insanların kendileri ve başkaları hakkında mental düzeydeki tasarımlarını ve kendilerinin buna yönelik yansıtmalarını açıklamaya ve anlamaya çalışmıştır. Bu alanda önemli bir gelişim olarak sayılan bu yansıtıcı kendilik kavramı Fonagy’nin içsel işleyiş modeli ile zihin kuramı arasında bir bağ kurmasını sağlamıştır. Zihin kuramı, kişinin kendisinin ve diğerinin zihinsel süreçlerini tahmin edebilme kapasitesi geliştirmesini anlatır. Bu gelişimler bize bebeklik sonrası bağlanma özelliklerinin ve içsel işleyiş modellerinin açıklanabilmesi ve süreçlerinin açığa çıkarılabilmesi için umut vermektedir. Bu gelişmeler ayrıca bebeklik sonrası bağlanma özelliklerinin kalıcılığının incelenmesini de sağlamıştır. Bir çok çalışma bağlanma özelliğinin kuşaklar arası kalıcılığı olduğunu göstermiştir. Çocuklarda yabancı durumu ile ölçülen bağlanma tipi ile onların anne babalarında erişkin bağlanma görüşmesi ile belirlenen bağlanma tipleri arasında yakın ilişkiler bulunmuştur. Bu bulgular bize kişinin çocukluk dönemindeki duygusal deneyimlerinin, kendi annelik ve babalıklarını etkilediğini göstermiştir. Ancak bazı durumlarda kuşaklar arası geçişin olmadığı da gösterilmiştir. Tabii bu olasılığın varlığı, bağlanma örüntülerinin zaman içinde değişebileceğinin de bir kanıtıdır. Bazı çalışmalarda, kişilerin, farklı bebeklik dönemindeki yaşanmış farklı bağlanma örüntülerine ya da deneyimlerine rağmen erişkinlik döneminde daha otonomik farklı bağlanma örüntüleri geliştirebildiği gösterilmiş ve bu sürece kazanılmış güvenlik (earned security) adı verilmiştir.
Ergenlik dönemi, güvensiz modellerin revizyonu için bir şans olabileceği gibi tam tersi de geçerlidir. Bazı yazarlar da bu sistemlerin değişmeye karşı dirençli olabileceğini, çünkü bunların algısal ve bilişsel olarak çarpıtılmış bilgilerle donanmış olduğunu belirtmektedirler. Bilginin savunma amaçlı olarak uzak tutulduğu bu güvensiz bağlanma modellerinde, ergen, etkileşimlerde esnek ve savunmasız davranmaya zorlandığında yeni modellerin gelişimi güçleşir. Bunun sonucu olarak da mevcut modeller daha kalıcı ve gerçeğe adaptasyonu daha zor hale gelebilir. Benzer şekilde Crittenden de güvensiz bağlanma özellikleri gösteren ergenlerin entegrasyon ve organizasyonunda sorun yaşayabileceklerini, çünkü gelen bilginin güvenilir olarak kabul edilmeyeceği, kullanılan modeldeki çarpıklıkların saptanamayacağı ve bu yüzden de entegrasyonun gerçekleşemeyeceğini söyler. İçsel işleyiş modeli sürekli olarak doyum aradığı için, eğer bir model çarptırılmışsa ya da uygun değilse, buna bağlı olarak uygun olmayan beklentiler ve yorumlar yapılacaktır. Olumsuz yanıtlar bekleyen ve öngören bir ergen için her zaman ilgi bu yöne kayar ve bu tür yanıtların ipuçları aranır, bu nedenle de farklı olasılıklar daha az göz önüne alınır. İçsel işleyiş modellerinin farklı etkileşimler sonucunda artık kanıksandığı ve assimile edildiği düşünülür. Bu, zaman içinde bu bilgilerin ya da sistemlerin neden revizyona gitmekte zorlandığını ve bu eğilimin yerleştiğini gösterir.
Depresif
bir annenin (bakım verenin) çocuğunda mentalizasyonun olası gelişimi;
3y:
“annem sürekli yatıyor çünkü ben kötü, sıkıcı ve sevilmeyecek bir çocuğum”
5y:
“annem şu anda kendini kötü hissediyor, ama bu benimle ilgili olmayabilir”
7y:
“annem kötü hissediyor, çünkü annesini kaybetti, sonra babam evi terk etti,
annemin hiç arkadaşı yok”
11y:
“annem eğer kendini kötü hissediyorsa neden kalkıp kendi için bir şeyler
yapmıyor, tamam anladık iyi hissetmiyor ama eğer beni sevse her şeye rağmen
veli toplantısına gelirdi”
Sonraki yıllar: “annemin depresyonu, sevgi kaybından, babamla geçimsizliğinden, kendi iç çatışmalarından, benimle ilgili hayal kırıklığından, vs, vs, vs ………olabilir”
Yeme Bozukluğu ve Ergenlikte Bağlanma:
Bowlby’nin söylediği gibi, eğer çocuk kendisini sevilmeyen ya da istenmeyen olarak kabul ederse, çocuğa böyle bir mesaj giderse, buna bağlı duygular kendisini kontrol dışı ve uygunsuz olarak gösterecektir. Ergenlerde ve erişkinlerdeki yeme bozukluğu ile ilgili yapılan çalışmaların birçoğunda, geçmiş dönem anne babalık deneyimlerinin, ebeveynlik ya da bakım deneyimlerinin uygunsuz olduğu saptanmıştır. Bu bulgular genelde aşırı kontrolcü, mükemmeliyetçi, emosyonel olarak hazır olmayan ve genellikle bağımsızlık yönünde desteklemeyen bir ebeveyn resmi çizmektedir. Böyle bir durumda ergen, kaçıngan bir bağlanma stratejisi geliştirebilir ve dikkatini kendi iç stresinden uzaklaştırabilir. Bu da kendi durumundan kurtulmayı sağlayabilir. Yeme davranışını kontrol etmeye çalışma, sonuç olarak bu sıkıntıyı ve stresi bedene yöneltmektir. Böylece de içsel kaygılardan uzaklaşma sağlanır.
Cole-Detke ve Kobak’ın (1996) yaptığı bir çalışmada, yeme bozukluğu olan üniversiteli kızlarda 4 grup incelenmiştir. Bir tanesi yeme bozukluğu, diğeri depresyon, diğeri hem depresyon hem yeme bozukluğu olan, sonuncusu da hiç bir sorunu olmayan gruptur. Sadece yeme sorunu olan grupta kaçıngan bağlanma özellikleri saptanmış, bunun tersi olarak depresyon ve yeme bozukluğu beraber olan grupta ise ambivalan bağlanma stratejileri ön planda görülmüştür. Bu ve benzeri çalışmaların klinik uygulamaya katkılarının anlaşılması için ileri izlem çalışmalarının yapılması gerekmektedir. Bu gençlerin sembolize etme yeteneklerini geliştiremedikleri ve bu nedenle de psikolojik durumlarını daha somut şekilde bedenleri ile ifade etmeye çalıştıkları düşünülür. Sembolize etme yeteneği geliştirenlerde ise baskın olan yaklaşım dışsallaştırmadır.
Davranım Bozukluğu ve Ergenlikte
Bağlanma:
Bowlby davranım bozukluğunu tanımlarken ayrılmaların ve özellikle anne babanın tekrarlayıcı terk etme tehditlerinin çocuğu nasıl yoğun anksiyete, kızgınlık ve öfke içinde bıraktığını tanımlar. Davranım bozukluğu ile ilgili yapılan çalışmalarda, pasif ve ihmal edici ebeveyn tutumu, katı ve cezalandırıcı disiplin yöntemleri sıkça karşımıza çıkmaktadır. Bağlanma ve davranım bozukluğunun ilişkisine bakılan son çalışmalarda antisosyal davranım sorunlarının avoidant ve çözümlenmemiş bağlanma süreçleri ile ilişkisi gösterilmiştir (Allen ve ark 1996; Rosentein ve Horowitz 1996). Allen ve ark.’nın çalışmasında göze çarpan önemli bir bulgu, antisosyal davranım sorunları olan ergenlerin çoğunun bağlanma gereksinimlerini küçümsedikleri ve önemsemedikleridir. Winnicott (1991), davranım sorunlarının içinde bir umut saklandığından bahseder. Bunu söylerken ergenin sosyal ortamına, yani topluma dönerek ailesinden bulamadığı stabiliteyi aradığını anlatmaya çalışmaktadır. Bu görüş bağlanma teorisi açısından şöyle tanımlanır; içsel işleyiş modellerinin genelleştirilmesi ergenlik döneminde gencin sosyal kurumlarla ve erişkinlerle kurduğu ilişkiyi belirler. Burada öğretmenler, okul, polis ya da işveren, genelde anne babayı temsil etmektedir. Bu anlamda, kaçıngan ve çözümlenmemiş bağlanma örüntülerine sahip ergenler de, benzer şekilde sosyal kurumlarla kurdukları ilişkilerde geçmişten getirdikleri davranım sorunları ve suçlu davranış görüntülerini tekrarlarlar. Bunun anlamı, bu kurumların bu gençlere yönelik tutumlarında, gençlerin altta yatan gereksinimlerini ve dinamiklerini göz önüne almaları gerekliliğidir. Burada sorunu çözümsüz kılan bir çok kurumun altta yatan bilinç dışı bu dinamiği anlamaktaki zorluğudur.
Bağlanma Kuramının Klinik Çalışmalardaki Yer
Koruyucu Ruh Sağlığı Çalışmaları
Erken gelişim ve içsel işleyiş modellerinin sağlamlılığı sadece ergenlerin tedavisinde değil aynı zamanda koruyucu çalışmalarda da önem kazanır. Burada anne bebek bağlanmasındaki bağlanma kalitesinin önemi bir kez daha ortaya çıkar. Bunu en erken dönemde gerçekleştirdiği ve bu nedenle bir kez gerçekleştikten sonra da kendisini teyit eder şekilde geliştiği bilindiği için, mümkün olan en erken dönemde müdahale edilmesi, anne bebek ilişkisine, buradaki bağlanma kalitesine önem verilmesi ve desteklenmesi gerekmektedir. Böylece risk altındaki bebeklerin tanımlanması, sadece risk faktörlerinin ortaya çıkarılması değil, aynı zamanda anne ya da bakım veren ile bebek arasındaki davranışların gözlenmesi yolu ile de ortaya konmaktadır. Bu nedenle bazı yazarlar koruyucu hizmetlerin genellikle daha somut davranışsal elementler içermesini (örneğin, fiziksel temasın cesaretlendirilmesi gibi) ya da anne babanın kendi içsel işleyiş modellerinin sorgulanması, yani bakım verenin kendi çocukluk deneyimlerini anlatmasını istemek ve bunun şu anki anne babalık becerilerini ne şekilde etkilemiş olabileceğini tartışmak şekilde düzenlenmesini önermektedir. Anne babaları, özellikle bebekleriyle ilk birkaç aylık ilişkilerinde, daha destekleyici, duyarlı ve yanıtlayıcı olmaya teşvik etmek, güvenli bağlanmanın gelişmesine yardımcı olabilir. Bu da, gelecekteki sorunlarda potansiyel bir koruyucu faktör olarak düşünülebilir.
Anne Baba Eğitimi
Ergenlik dönemi anne babalar için de birçok açıdan oldukça sorunlu bir dönemdir. Bebeklik ya da okul dönemi çocukları için anne baba okulları programları geliştirilirken, bu tip okullar ergen anne babalar için daha az düşünülmektedir. Anne babaların kendi ergenlik dönemleriyle ilgili deneyimlerinden yola çıkarak içsel işleyiş modellerine bakmaları ve onlar için nelerin faydalı olduğunu bulmaya çalışmaları, birçok anne babanın bu dönemde çocukları ile uzlaşmasına yardımcı olabilir. Bu nedenle, tedavide anne babaların bu dönemi daha iyi anlamaları, bu dönemde kendi kritik rollerini fark etmeleri ve sorunlarla baş etmede bazı olası stratejileri öğrenmeleri hedeflenmelidir. Bu sayede belki birçok anne baba kendi ergenleri için güvenli bir üs olabilmeyi başarabilirler. Böylece, ergen kendisi ile ilgili yeni yollar deneyebilir, merak edebilir ve daha sağlıklı bağlanma modelleri geliştirebilir.
Ergenin Ruhsal Değerlendirmesinde Bağlanma Kuramının
Yeri:
Ergenin bağlanma örüntülerini anlayabilmek için ergenin kendi ailesini ve akran ilişkilerini nasıl algıladığı ile işe başlanmalıdır. İkincil bağlanma nesneleri de bu değerlendirmede mutlaka göz önüne alınmalı ve ergenin bağlanma ağı içinde incelenmelidir. Ergenin erken dönem bağlanma deneyimleri hakkında bilgi sahibi olmaya çalışırken aynı zamanda şu andaki ilişkilerindeki fonksiyonuna da dikkat etmek gerekmektedir. Yaşamın ilk yıllarında gelişen bağlanma örüntüleri, mevcut sorunun kaynağı olabileceği gibi, süreç içerisinde bu bağlanma örüntülerine olan etkiler ve potansiyel revizyonlar da bir etki yaratmış olabilir. Bu değerlendirmede ergenin kullandığı temel ikinci bağlanma stratejilerinin ne olduğu, bu bağlanma stratejileri ile klinik semptomun ilişkisi, kişiler arası sorunlar ve bilginin iletişimindeki yeri de araştırılmalıdır. Bu sayede temel ikincil bağlanma stratejisinin tanımlanması ile mevcut klinik durumun nasıl geliştiği, bilginin nasıl yapılandırıldığı ya da saptırıldığı ve sonuç olarak daha erken dönemlerdeki çevrenin nasıl tehdit edici ve güvensiz algılandığı kaçınılmaz olarak ortaya çıkar. Var olan stratejiler belki süresi dolmuş ve revizyon gerektiren stratejilerdir ve bu da bize girişim alanlarını gösterir. İkincil stratejilerinin değerlendirilmesine ilişkin ergenlere özel bağlanma stratejilerini inceleyen ölçekler oldukça azdır. Self report ölçeklerin yorumlanmasında da özel bir özen gösterilmelidir. Çünkü düşük yanıtlar yalancı bir iyilik halinin göstergesi olabilir. Sorunların düşük düzeyde iletilmesi, belki de bir aktivasyon stratejisinin kullanımına bağlı olabilir. Bunun sonucu olarak da önerilen yardım alınmamış olur, çünkü sorunlar ve gereksinimler minimalize edilmiştir. Bu tip ergenleri tedaviye bağlamak oldukça zordur ve yine bu tip ergenler aslında daha çok sorun yaşarlar. Çünkü bu reddedici tutumları nedeni ile düşük sosyal desteğe ve daha kırılgan bir yapıya sahip olabilirler. Ergen psikopatolojisinin değerlendirilmesinde bağlanma kalitesinin anlaşılması ve nasıl geliştiğinin öğrenilmesi çok önemli bir noktadır. Ancak bazı ek risk faktörlerine de dikkate edilmesi ve ilişkide ele alınması gerekir. Bu nedenle değerlendirme alanları bir miktar geliştirilerek biyolojik ve nörolojik kırılganlıklar ve zayıflıklar, aile sorunları yani agresyon ya da çatışmasının yüksek düzeyde olup olmadığı, tek ebeveynlik, annede depresyon ve düşük sosyokültürel düzey de araştırılmalı ve değerlendirilmelidir. Bu alanların ele alınması ve risk değerlendirilmesinin yapılması, hem anne babayı hem aileyi değerlendirmeye katmayı da gerektirir. Bu şekilde bir yaklaşım sadece kişiler arası, özellikle de bağlanma nesneleri ile, ilişkilerin değerlendirilmesini için işe yaramaz, aynı zamanda kuşaklar arası bağlanma örüntülerinin değerlendirilmesi için de değerlidir.
Ergene Psikoterapötik Yardım
Ergenlik dönemi müdahale için uygun bir ortam sağlar çünkü gelişimsel değişim bize bağlanmaya bağlı bilginin tekrar entegrasyonu ve sağlamlaşması için etkili olabilecek müdahalelerin yapılmasına zemin hazırlar. Özellikle bilişsel gelişimin getirdiği meta-monitöring özelliği sayesinde revizyon ve entegrasyon potansiyelini sunar. Oldukça açıktır ki, terapi bu güvensiz bağlanma modellerinin revizyonu için güçlü bir tetikleyici rol oynayabilir. Bu noktada terapötik ilişki, bağlanma ilişkisinin bir aynası olur ve sağladığı güvenli üs sayesinde hasta kendi içsel işleyiş modellerini araştır ve ilişki kurmak için yeni yollar bulmaya çalışır. Burada, arzulanan içgörü, aktarımın çalışılması yoluyla sağlanabilir. Çünkü aktarımın çalışılması sayesinde ergenin beklentileri ve terapistin gerçekçi cevabı analiz edilmeye, araştırılmaya açık hale gelir. Duyarlılığı ve sürekliliği olan bir etkileşim, hastaya olumlu bir bağlanma deneyimi sunar ve bu da sadece beklentilerin dışında gerçekleşen bir süreç olmakla kalmaz, aynı zamanda gerçeği değerlendirme için de bir olanak sağlar. Bilginin işlenme sürecindeki yatkınlığın ortaya çıkarılması, güvensiz bağlanma örüntüsünün böylelikle öğrenilmesi, uygun tedavi yaklaşımı içinde önemlidir. Re-entegrasyon belki de ergenin mevcut stratejileri ile yüzleşmesiyle başlayabilir ve bu stratejinin neden ve nasıl geliştiği ve mevcut klinik semptoma katkıları ve yine kişiler arası ilişki sorunlarına etkisi araştırılabilir. Tüm bellek sistemlerinden gelen bağlanma ile ilişkili bilgilerin re-entegrasyonu için gerekli terapötik süreç, ikincil stratejiler tarafından belirlenir. Örneğin, hiperaktivasyon stratejisi bulunan bir ergen, semantik belleğindeki bilgilere ulaşmaktan fayda görebilir ve bu noktada sağaltım, ergenin bağlanma nesnelerine olan bağımlılığının ve başkalarını uygunsuz idealize etmeye yönelik eğiliminin azaltılmasına yönelebilir. Aynı zamanda girişim problem odaklı şekilde yapılabilir ve burada da amaç bağlanma gereksinimlerine alternatif çözümler bulmaktır. Buna örnek olarak, duygusal regülasyon çalışmaları, içsel baş etme kaynaklarının geliştirilmesi ve başkalarına olan ihtiyaçlarının ya da beklentilerinin farkına varılması sayılabilir. Bunun tersi olarak da, de-aktivasyon örüntüleri gösteren ergenlerde belki anısal belleklerine ait bilgilerin ve anıların entegre edilmeye çalışılması gerekebilir. Bu da ergenin sıkıntı veren duygulardan nasıl koparak uzaklaşmaya çalıştığını göstermek için yararlı olabilir. Bu anlamda araştırmacı bir yaklaşım bu süreci tetikleyebilir.
Klinisyenin
Emel ve Emre’ye psikoterapötik yardım için planladıkları;
Emel;
Anlamsal belleğe ait bilgilere ulaşmak, bağlanma nesnelerine olan bağımlılığa yönelik içgörü kazandırma, içsel kaynakların geliştirilmesi, duygusal regülasyon sağlama, içsel işleyiş modelinin revizyonu
Emre;
Anısal belleğe aile bilgilere ulaşmak, sıkıntı veren duygulardan uzaklaşmaya yarayan stratejilere yönelik içgörü kazandırma, duygusal regülasyon, içsel işleyiş modelinin revizyonu
Sonuç
Bu yazıda bağlanma kuramının temel kavramları ve bağlanma örüntüleri ile özellikle ergenlik dönemindeki psikopatolojinin ilişkisi üzerinde durulmuştur. Bağlanma kuramı, hem gelişimsel hem sistematik bir bakışı içerir. Bu sayede, çocuk ve ergenin ruh sağlığının gelişimini anlamada ve psikopatolojinin tedavisinde oldukça esnek ve geniş bir yaklaşım olanağı sağlar, zengin alternatifler sunar. Güvensiz bağlanmanın psikopatolojiye eşit olmadığı, daha çok gelişimsel süreçte ortaya çıkarıcı bir faktör olduğu tüm araştırmacılar tarafından kabul gören bir gerçektir. Diğer risk faktörlerinin de katkısı ile psikopatolojinin ortaya çıkışı oldukça karmaşık ve açıklanması güç bir süreçtir. Öte yandan bağlanma örüntülerinin değişmez olmadığının anlaşılması, bir yandan travmatik yaşam olaylarının olası olumsuz etkilerini, öte yandan özellikle ergenlerde psikoterapötik yaklaşımların önemini bir kez daha ortaya koymaktadır. Ergenlere terapötik yardım oldukça geniş bir psikolojik yaklaşım yelpazesi içinde yapılabilmektedir. Örneğin bilişsel davranışçı terapi ve bilişsel analitik terapi bunlara iki örnektir. Bu iki örnekte de kendiliğin ve diğerlerinin algılanmasındaki çarpıklılıklar ortaya çıkarılır ve değiştirilmeye çalışılır. Ergenin kendisini ifade etme girişimi sayesinde bu içsel işleyiş modellerinin uygun revizyonu için girişimler sağlanabilir. Bu sayede savunma amaçlı stratejiler yavaşça gevşer ve yerini daha gerçeğe uyumlu davranışlar alabilir. Daha uygun bir adaptasyona ulaşılması için aile düzeyindeki yaklaşım da uygun bir seçim olabilir. Bu sayede iletişim örüntüleri ve mevcut içsel işleyiş modelinin gelişimini sağlayan süreçler daha sağlıklı şekilde ortaya konabilir. Böylece değişim ve revizyon olasılığı da arttırılabilir. Burada alternatif iletişim ve ilişki yolları araştırılır ve bu, yeni bağlanma modellerinin çalışılmasının geliştirilmesine olanak sağlar. Sonuç olarak, bağlanma kuramı ergen psikopatolojisinin gelişimine zengin formülasyonlar önerirken, hem gelişimsel hem sistematik bir bakışı içerir ve bu sayede oldukça esnek ve geniş bir terapötik yaklaşım olanağı sunar.