ERKEN DÖNEM NESNE İLİŞKİLERİNDE DERİNİN ALGILANMASI

            Bu yazıda; yeni doğanda beden derisinin ilk işlevi ve henüz beden kısımlarından ayrımlaşmamış olan kişiliğin parçalarını bir arada tutma işlevini yürüten ilk nesne olma özelliği ele alınacaktır. Bu durum en iyi şekilde, psikanalizde, direnç sorunları ve aktarım düzeyindeki ayrılmalarda karşımıza bütün açıklığı ile çıkar.

            Kişiliğin en ilkel halinde; bölümler arasında hiçbir bağlantı olmadığı, bölümlerin pasif olarak bir arada bulundukları ve burada derinin sınırlayıcı özelliğinin birleştirici bir rol üstlendiği düşünülür. Ancak, kendiliğin parçalarını bir arada tutmak için gerekli olan içsel kapsayıcılık (containing) işlevini yerine getirebilmek için öncelikle bu işlevi tam olarak yerine getirebilen bir dış nesnenin içselleştirilebilmesi gerekmektedir. Sonrasında, nesnenin bu işlevi ile yapılan özdeşim sonucunda bütünleşmemiş dönem sona erer ve içsel ve dışsal alan kavramlarının gelişimi hız kazanır. Ancak bundan sonra, Melanie Klein’ın tanımladığı, kendilik ve nesnenin bölme ve idealizasyon işlemlerinin gerçekleşmesine olanak veren ortam hazırlanmış olur. Kapsayıcı işlevler içselleştirilene dek, kendiliğin içindeki “içsel alan” kavramı gelişemez. Böylece, içe-atım dolayısı ile içsel alanda bir nesne oluşturmak mümkün olamaz. Bunun yokluğunda, yansıtmalı özdeşim işlevi zorunlu olarak devam eder ve buna bağlı gelişen kimlik karmaşaları giderek şiddetlenir.

            Kendilik ve nesnenin ilk bölme ve idealizasyonu evresi, daha önce gerçekleşen benlik ve nesnenin kendilerine özgü derileriyle kapsanması işlemine dayanır.

            Bu ilk evrede yaşanan bocalamalar, bebek gözleminden alınan gözlem notlarıyla gösterilecektir. Burada gösterilmek istenen, mutlak çaresizlik olarak pasif bir biçimde yaşantılanan “bütünleşmemişlik – unintegration” durumu ile gelişimin hizmetinde aktif olarak bölme süreci ile gerçekleşen “bütünlüğün bozulması-disintegration” durumunun arasındaki farktır. Kısaca, bizler klinikte çoğu zaman daha sınırlı ve özgün kötülük görme ve depresif anksiyetelerden çok, bütünleşmemiş düzeyde katastrofik anksiyetelere yol açan durumlarla, karşı karşıya kalıyoruz.

Kavrayıcı bir nesneye olan gereksinim, bütünleşmemiş infantil düzeyde, dikkati bir noktada toplamaya, dolayısı ile en azından bir anlık bile olsa kişiliğin tüm parçalarını bir arada hissetmeye yarayan -bir ışık, bir ses, bir koku- ve diğer duyusal nesneleri çılgınca aramaya neden olur. Bunun için en uygun nesne ağza alınan meme ucu ile birlikte annenin kucaklaması, konuşması ve bebek için tanıdık olan kokusudur.

            Gözlem materyali, bu kavrayıcı nesnenin somut olarak nasıl deri gibi algılandığını gösterecektir. Nesnenin uygun olmayan yaklaşımı yada nesneye yönelik fantastik saldırılar derinin ilk işlevinin kesintiye uğramasına yol açabilir bu da içe-atımı engeller. İlk deri   işlevinin bozulması “ikinci-deri” oluşumu ile sonuçlanabilir. Böylece derinin kapsayıcı işlevini gerçekleştirebilmek amacıyla nesneye bağımlı olmanın yerini, bazı zihinsel işlevlerin veya doğal yeteneklerin uygunsuz kullanılması sonucunda bir sahte-bağımsızlık alacaktır. İzleyeceğiniz materyal “ikinci deri” oluşumuna örnektir.  Bu bulguların yer aldığı önekleri vermemdeki amaç gelecek makalelerde bu süreçleri tartışmaya açmak isteğimdendir.

Bebek Gözlemi: Alice Bebek

Olgunlaşmamış genç bir annenin ve bebeğinin bir yıl süren gözleminin ilk 12 haftasında ‘derinin kapsayıcı işlevi’ yavaş yavaş gelişmişti. Annenin bebekle yakınlaşmaya ilişkin toleransı arttıkça, bebeğin dayanma gücünü zorlayan hareketleri azalmıştı. Bunun devamında, bebeğin “bütünleşememiş” durumlarında azalma gözleniyordu. Bu durumlara örnek olarak titreme, hapşırma ve dezorganize hareketler verilebilir. Bir süre sonra bitmemiş durumdaki yeni bir eve taşındılar. Bu olay, annenin annelik kapasitesini büyük ölçüde zorladı ve bebeğinden uzaklaşmasına neden oldu. Televizyon izlerken veya geceleri karanlıkta bebeğini kucaklamadan emzirmeye başladı. Bu da bebekte bir dizi somatik sıkıntıya ve bütünleşememe durumlarında artmaya neden oldu. Bu sırada babanın da hastalanması işleri iyice zora soktu ve annenin tekrar işe dönmesi gerekti. Bu, bebeği sahte-bağımsızlığa zorlamaya başladı. Anne, bebeği mama tabağından yemeğe zorladı, gün içinde zıplama aletine binmeye alıştırmaya çalıştı ve bu arada bebeğin geceleri ağlamasına karşılık vermeyi kesinlikle reddetti. Artık anne ilk dönemlerde yaptığı gibi bebeği saldırgan davranmaya tahrik ve teşvik eder olmuştu. Altı buçuk ayın sonunda çocuk aşırı hareketli ve saldırgan küçük bir kız olmuştu ve annesi ona, insanların yüzünü yumruklama alışkanlığından dolayı ‘boksör’ diyordu. Burada, kas tipli bir kendi kendini kapsama çabasını yani uygun bir kapsayıcı deri yerine ‘ikinci deri’ oluşumunu görüyoruz.

Şizofrenik kızın analizi: Mary

3,5 yaşından bu yana birkaç yıldır süren analizin sonucunda Mary’nin yeni doğan dönemine ait sorunlarına bağlı ruhsal durumunu tekrar yapılandırabilmeyi başardık. Geçmişi ile ilgili gerçekler şöyleydi; zor bir doğum, memeyi erken alma ancak yeterince güçlü emmeme, 3. haftada biberon desteği ancak 11 aya kadar anne sütü alma, 4. ayda bebeklik ekzeması ve kanatıncaya kadar kaşıma, anneye aşırı yapışma, beslenmeyi beklemede ciddi tahammülsüzlük, her alanda gecikmiş ve atipik gelişim.

Analizde, başlangıçtan itibaren ayrılmaya ciddi tahammülsüzlük, ilk analiz tatili dönüşü çenesiyle sistemik şekilde her şeyi parçalayarak ve yırtarak kendini gösterdi. İlk temasla birlikte ortaya çıkan  bütünleşmemiş düzeydeki bağımlılık bir yandan postür ve harekette gözlenebilirken diğer yandan seans boyunca gelişme gösteren düşünce ve iletişiminde de hissedilebiliyordu. Görüşmenin başında yoğun olarak yaşanıyor ortalarına doğru yatışıyor ancak sonuna doğru tekrar ortaya çıkıyordu. İçeriye kambur, kaskatı eklemli ve grotesk şekilde bir “patates çuvalını” andıran – kendini daha sonraları böyle tanımladı – şekilde girdi ve “günaydın Mrs Bick” anlamına gelen “SSBICK”  diye haykırdı. Bu patates çuvalı (kendisi), sürekli olarak çuvalda (derisinde) açılan delikler yüzünden içindeki patatesleri (kendiliğinin parçalarını) her an dağıtacakmış/dökecekmiş gibi tehlike altında olduğu izlenimini veriyordu (yansıtmalı özdeşim). Zamanla genel bağımlılık düzeyi azaldı ve dolayısı ile kambur postüründen daha dik bir duruşa geçebildi. Bu gelişim, kavrayıcı bir nesne ile özdeşim yapmaktan çok kendi kas gücünden ve dokusundan kaynak alan ikinci derinin gelişimi ile oldu.

Erişkin Nevrotik bir hastanın analizi

Bu hastada kendiliğin iki farklı algılanma şekli ile çalışıldı. Her ikisi de geçmişteki bozuk beslenme yaşantılarına dayalı olabilirdi ve genellikle aktarım ilişkisinde ve ayrılmanın  yaşandığı durumlarda ortaya çıkıyordu, hasta tarafını “elma çuvalı” ve “hipopotamus” durumları olarak tanımlanmaktaydı. “Elma çuvalı” düzeyinde hasta fazlasıyla hassas, sürekli ilgi ve beğeni bekleyen, kolay incinebilen ve örneğin sedirden kalkar kalmaz bayılacağı gibi yoğun katastrofik beklentileri olan bir durumdaydı. “Hipopotamus” düzeyinde ise hasta kendi bildiği yolda agresif, zalim, sert ve merhametsiz oluyordu. Her iki düzey de yansıtmalı özdeşimin etkisi altında gelişen “ikinci deri” oluşumu ile ilişkiliydi. “Hipopotamus” derisi, kendisinin içinde varolduğu nesnenin çuval benzeri derisi iken, öte yandan çuval içindeki ince derili, kolay incinen elmalar ise bu duyarsız nesnenin içindeki kendiliğin parçalarını temsil diyordu.

Bir çocuğun analizi; Jill

5 yaşında, beslenme dönemi anoreksik olarak tanımlanabilecek bir çocuğun analizinin erken döneminde, kavrayıcı-deri sorunları, ilk analitik tatilde çocuğun annesinden sürekli olarak elbiselerini düzenli katlamasını ve ayakkabılarını çok sıkı bağlamasını istemesi şeklinde ortaya çıktı. Daha sonraki materyaller, çocuğun yoğun anksiyetesini ve kendisini oyuncaklardan ve bebeklerden ayırt etme ihtiyacını gösterdi. “Oyuncaklar benim gibi değil, parçalanıyorlar ve bir daha düzelmiyorlar. Onların derisi yok. Bizim derimiz var!”

Özet

İlk-deri oluşumunda sorunları olan tüm hastaların, anne babaları tarafından her zaman gözlemlenmeyen, ağır beslenme dönemi sorunları analitik yeniden yapılandırmaya gereksinim duyar. Bu yanlış deri oluşumu daha sonraki bütünleşme ve organizasyon aşamalarında aşırı kırılganlığa yol açar. Bu kendisini regresyondan farklı olarak, kısmi yada tam bütünleşememe, bedenin bütünleşememesi, postür, hareket ve aklın özellikle iletişim ile ilgili bölümlerinde bütünleşememe olarak gösterir. Birinci derinin yerini alan “ikinci deri” fenomeni kendisini ya kısmi yada tam olarak kas tipi bir çepher yada söze dökülmüş bir kas gücü olarak gösterir.

İkinci derinin analitik olarak incelenebilmesi için geçici bir bütünleşmeme döneminin ortaya çıkması gerekir. Sadece analiz ortamı ortaya çıkan bu temel maternal bağımlılık düzeyinin çalışılması yoluyla kırılganlığının azaltılması mümkün olur. Unutulmamalıdır ki, analitik çalışmanın kavrayıcı etkisi analitik ortama bağlıdır ve bu nedenle tekniğin kurallarına uyulması esastır.

 

Esther Bick, Londra