BEBEK GÖZLEMİ ÜZERİNE NOTLAR

            Bebek gözlemi, 1960’ta Londra Psikanaliz Enstitüsü’ne birinci yıl öğrencilerinin eğitim programının bir bölümü olarak sunuldu. Burada sözünü edeceğim ayrıntılı gözlem materyalinin büyük kısmı bu öğrencilerin çalışmalarından alınmıştır. Aslında bebek gözlemi 1948’den beri Tavistock Kliniği’nin çocuk psikoterapistlerine yönelik eğitim programında yer almaktaydı. Daha sonra klinik öncesi ilk yıla bebeklerle ilgili bir pratik çalışma eklemek istendi.

            Ben bunun birçok açıdan önemli olduğunu düşünüyorum. Her şeyden önce, öğrencilerin çocuk hastalarının bebeklik deneyimini canlı olarak anlamalarına yardımcı olacaktır. Böylece, örneğin iki buçuk yaşında bir çocuğun tedavisine başladıklarında, o çocuğun yeni içinden çıktığı veya henüz tam olarak terk etmediği bebeklik halini kavrayabileceklerdir. Bu sayede öğrenci, hem çocuğun sözel olmayan davranışlarını ve oyunlarını, hem de hiç konuşmayan ve oynamayan bir çocuğun davranışını daha iyi anlayacaktır. Ayrıca anneyle görüşme sırasında öyküyü ve onun çocuğu hakkında ne hissettiğini anlayabilme açısından da öğrencilere yarar sağlayacaktır. Öğrenciler bir bebeği aşağı yukarı doğumundan itibaren, kendi ev ortamında, ailesi ile ilişki içerisinde izlemek, dolayısı ile bu ilişkilerin nasıl geliştiğini görmek gibi özel bir fırsata sahip olacaklardır. Ayrıca bu gözlemlerini, haftalık seminerlerde diğer öğrencilerin gözlemleriyle karşılaştırma olanakları olacaktır.

            Şimdi gözlemin yıllar içinde gelişen ve seminerlerde tartışılan yöntemine gelelim. Çocuk psikoterapisi öğrencileri, çocuğun ikinci yaşının sonuna kadar haftada bir kez bir aileyi ziyaret ederler. Her gözlem normal şartlarda bir saat sürer. Psikanaliz enstitüsündeki adayların gözlemleri genelde birinci yılın sonunda noktalanır. Beklenilenin aksine, gözlemciyi kabul edecek anneleri bulmakta (tanıdıklar vasıtasıyla veya başka yollardan) hiç zorluk çıkmamıştır. Annelerin çoğu açıkça veya üstü kapalı olarak; evlerine düzenli olarak bebekleri, bebeklerinin gelişimi ve kendi duyguları ile ilgili konuşabilecekleri birinin gelmesinden memnun olacaklarını belirtmişlerdir. Biz ebeveynlere, gözlemcinin kendi profesyonel gelişimi için bebeklerle doğrudan bir çalışma yapmayı istediğini kısa ve basit bir şekilde açıklamanın iyi olacağını düşündük. Gözlem sırasında not almanın uygunsuz ve rahatsız edici olduğu da kısa zaman içinde anlaşıldı. Çünkü bu hem dikkati dağıtıyor hem de öğrencinin annenin duygusal isteklerine cevap vermesini zorlaştırıyordu.

            Üzerinde düşünülmesi gereken asıl problem gözlemcinin olayın tamamındaki rolüydü. Bu problem iki yönlüdür. Hem gözlemcinin rolünün kavramsallaştırılmasını, hem de bilinçli ve bilinçdışı tutumlarını içerir. Önce rol sorunundan başlayalım. Bebek gözleminin başta bir araştırma yöntemi olmaktan çok, psikanaliz ve çocuk terapisi eğitimine bir yardımcı olması planlanmıştı. Bu durumda, gözlemcinin duygusal etkileşimi yaşaması için ailenin yeterince içinde biri gibi hissetmesi önemlidir. Ancak aynı zamanda kendisine yüklenen bazı rollerden (fikir vermek, onaylamak/onaylamamak gibi) kaçınmalıdır. Yine de gerekli olan durumlarda yardımcı olmalıdır (bebeği tutmak veya özel bir günde hediye getirmek gibi). Diğer bir deyişle,  ayrıcalıklı ve müteşekkir bir gözlemci olmalıdır.

            İkinci sorun tutumlarla ilgilidir ve daha zordur. Gözlemci bebekler konusunda, psikanalizde veya bilimsel gözlem yöntemlerinde ne kadar deneyimli olursa olsun; yeni bebekli bu ailenin evinde güçlü bir duygusal etki ile yüz yüze kalacaktır. Gözlem yapabilmesi için, orada olup bitenlerle bağını kopartması gerekir. Bu arada, psikanalizin en temel yönteminde olduğu gibi, gözlemlerini yapabileceği bir pozisyon bulmalıdır. Bu pozisyon ailede olup bitenlerle ilgili çarpıtmaları en aza indirgeyecek şekilde olmalıdır. Bazı şeylerin olmasına izin vermeli, bazılarına da direnç göstermelidir. Aileye kendi kişiliğini yeni bir birey gibi eklemeye çalışmaktansa, ebeveynlerin özellikle de annenin, onu aile düzeninin içine kendi bildiği şekilde yerleştirmesine izin vermelidir. Ancak yoğun infantil aktarım ve karşıt-aktarım duyguları içerebilecek rollere doğru çekilmeye direnmelidir.

            Örnek verecek olursak; ailenin büyük çocuğu gözlemciyi anne-bebek ikilisine karşı bir yandaş yapmaya çalışabilir. Anne gözlemciyle güçlü bir bağımlılık ilişkisi kurmak isteyebilir. Ya da gözlemci bebekten öyle etkilenir ki, fark etmeden yedek anne konumuna geçmiş olabilir. Kısacası, eğer gözlemci ailenin diğer üyeleri (büyükanne, büyükbaba, baba, akrabalar, arkadaşlar -sonuçta onlar da bir şekilde “gözlem” yapıyor-) gibi aile düzeninde yer alırsa gözlemlerinin objektifliği, ebeveyn olan ve kendi çocuklarının gözlemleriyle çalışmaya girmek isteyen öğrenciler kadar düşük olacaktır. Dahası ortamdaki bazı gerginlikler de onu rahatsız edecektir. Özellikle bebeğin bakımıyla ilgili yetersizlikler onu üzecek ve durumun gizemi onda merak uyandıracaktır. Gözlemci genelde aile üyelerinin yansıtmalarından kaynaklanan bu duygularının davranışlarını yönetmesine izin vermemelidir. Bu konunun büyük kısmı öğrencinin analizi sırasında çözülmelidir. Seminerler de en azından gözlemciye etki eden ve kendi içsel çatışmalarını güçlendiren yansıtmaları açığa çıkarabilir.

            Seminerin bu işlevini gösterebilmek amacıyla doğum sonrasında en sık karşılaştığımız ve zorlandığımız bir durum olan annenin depresif eğilimleri ile ilgili bir problemi tartışmak istiyorum. Artık bu eğilimlerin neredeyse evrensel olduğunu bilmemize rağmen doğrusu ben bunun gözlemciyi bu kadar etkileyeceğini tahmin edemezdim. Asıl şaşırtıcı olan, seminerdeki öğrencilerin yalnızca annenin bebeğe nasıl davrandığı ile ilgilenmeleriydi. Tutumları fazlasıyla eleştirel ve duygusaldı. Başta, anneden çok bebeğe ilgi göstermelerini söyleyerek durumu düzeltmeye çalıştım ancak bu işe yaramadı. Bu konuya, yani annedeki depresyon ve bunun bebeğe, ailenin diğer üyelerine ve gözlemciye etkilerine  daha fazla önem vermek gerektiğini anladım. Elbette bu yazının amacı yeni doğmuş bebeklerin annelerindeki depresyon hakkında sistematik bir bilgi sunmak değildir. Ancak gözlem raporlarına geçmeden önce, “depresif” sözcüğünü hangi anlamda kullandığımı iyice açıklamak istiyorum. Bu sözcüğü tanımlayıcı olarak değil metapsikolojik anlamında, yani annenin bebekle ilişkisinde kısmi-nesne ilişkisine ani bir gerilemenin izlendiği bazı yönlerini açıklamak için kullanıyorum. Annenin bebekten duygusal bir kopma yaşadığı açıkça görülebilir. Bebeği anlamada ve ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kalmaktadır ve “kısmi-nesne” anlamında memelerini, ellerini ve sesini kullanması bebeğine bağlıdır.

Depresif eğilimler doğal olarak gözlemciyi kopma anlamında huzursuz edebilir çünkü annenin ihtiyaçları gözlemciyi kendine çekerken, karşıt aktarım anksiyetesi de onu iten bir rol oynayacaktır. Hem annenin canlılığına katkıda bulunmayı isteyecek, hem de bebeğin rahatsız ve küskün halleriyle özdeşim kuracaktır. Annenin doğum sonrası depresif eğilimlerinin gözlemciyi amacının dışında uygunsuz rollere sürüklediği ve büyük duygusal stres altında bıraktığı durumlara örnek olarak iki tür materyal sunacağım. Birincisi iki aylık gözlem çalışmasının bir özeti, ikincisi ise daha ayrıntılı gözlem notları olacak. Bence her  iki örnekte de gözlemcinin duruma katlanabilmek için mücadele verdiği anlaşılıyor. Birinci örnekte annedeki manik eğilimin gözlemciyi nasıl bağımlı kişi rolüne soktuğunu göreceğiz.

            K adındaki erkek bebek, büro hizmetlisi olarak birlikte çalışan 25 yaşlarında genç bir çiftin ilk çocuğuydu. 2 yıllık bir evlilikten sonra dünyaya gelmiş, planlanmamış bir bebekti. Birkaç ay sonra anne, bir anne olarak kendine güveni arttığında gözlemciye, okul zamanında diğer kızlar evlenip çocuk yapmaktan bahsederken kendi kendine ‘Belki evlenirim ama asla bir bebeğim olmayacak: Ölmesine izin vereceğime eminim’ diye düşündüğünü itiraf etti. Bu anne normal, becerikli ve gözlenmekten rahatsızlık duymayacak bir kişi olduğu için bir sağlık görevlisi tarafından özellikle seçilmişti. Anne, kocasıyla olan bağımlı ve uyumlu ilişkisinin bir sonucu olarak ishale ve sırt ağrılarına rağmen doğuma kadar çalışmayı sürdürmüştü. Anne kendisinde bazı yırtıklar meydana getiren bu acele doğumla ilgili olarak bebeğin başı dışarı çıktıktan sonra “gülle gibi” fırladığını söyledi. Bebeğin gücünü ve bağımsızlığını vurgulamaya yönelik bu tutumunu daha sonra da sürdürdü.

            İlk gözlemde, bebek iki günlüktü. Anne ve bebeğin etrafı çiçeklerle, hediyelerle ve yepyeni eşyalarla sarılmıştı. Anne neşe içinde durmadan konuşuyor; bebeğiyle ne kadar gurur duyduğunu, erkek ve güçlü olmasına ne kadar sevindiğini ve son haftalarda kendisine oldukça yardım eden kocasına nasıl minnet duyduğunu anlatıyordu. Aynı zamanda bebeği, kendisinin çalışmasına ve kocasına yardım etmesine engel olmayacak şekilde bir düzene bağlamayı planlıyordu. Bebeğini güçlendireceğine inandığından, meme verme isteğini tekrarlıyordu ancak bunu becerebileceğinden emin değildi.

            Beş gün sonra her şey değişmişti. Anne ayaktaydı. Tedirgin ve yorgun görünüyordu. Gözlemcinin ziyaretinden memnun değildi ancak yine de aralıksız olarak konuşmaktan kendini alamıyordu. Bir bebeği beslemenin ve temiz tutmanın bu kadar çok zaman alacağını veya onu tatmin etmenin bu kadar zor olacağını hiç tahmin etmediğini söyledi. Meme ucu su toplamıştı, koltuk altları ağrıyordu ve meme vermeyi altı hafta daha sürdürmeye çalışacağından bahsediyordu.

            Beşiğinde uyuyan bebek ağlamaya başladığında anne onu yatıştırmayı başaramadı. Bebeğin kuvvetinden, beşiğin güzelliğinden ve kendisinin yorgunluğundan bahsederek gözlemciyle konuşmayı sürdürdü. Sonunda bebeğe dönerek ‘Seni şımartmamalı genç adam’ dedi. Gözlemciye, özellikle bebek istemedikleri halde eşinin ve kendisinin mutlu olduklarını ancak hiçbir zaman başkalarının bebeklerini sevmediğini ve onunla ne yapacağını bilmediğini belirterek ‘şimdi gerçekten başıma iş aldım…’ dedi.

            İlk haftalardaki diğer gözlemler de benzerdi. Anne; hem memeyi emmek hem de bırakmak konusunda olay çıkaran, meme ucunun koyu renkli kısmının tamamını ağzına almak isteyen ama bunu beceremeyen, altı değiştirilirken kıpırdanan ve mücadele eden, doğum öncesi kursunda üzerinde alıştırmalar yaptıkları maket bebeğe pek benzemeyen, kendi deyimiyle ‘vahşi, aç’ bebeğini tatmin etmek için uğraşıyordu. Bebeği beşiğinde yatıştırmaya çalışmaya ve üstünü masada değiştirmeye devam ediyordu. Banyo aldıktan sonra aç olduğu için sabırsızca ağlayan bebeğini giydirirken açıkça umursamaz bir tavırla konuşmayı sürdürüyordu. Diğer zamanlarda bebek huysuzluk yaptığında, kendi işlerini yapmak veya yalnızca sohbet etmek için bebeği gözlemcinin kucağına bırakıyordu. Altı hafta sonunda meme vermeyi bıraktı.

            Baba anneye ciddi oranda destek oluyordu. Bazen bebeği taklit ederek anneyi hafifçe eleştiriyor ya da anneye bebeğin ne hissettiğini gösteriyordu. Baba eşinin annelik rolüyle rekabet etmiyordu. Annenin bütün kararsızlıklarına rağmen onu, bebekleri konusunda uzman olarak koşulsuzca kabullenmişti ve mümkün olduğunca yardıma hazırdı. Babanın bu desteği annenin bebeğine olan yakınlığının ve toleransının gitgide artmasına yardım eden önemli bir etmendi. Ele aldığımız bu materyalde, olgunlaşmamış ve bağımlı bir annenin manik savunmalarının nasıl düştüğünü görmekteyiz. Böylelikle bebeğine bakmak konusundaki kaygısı ve kendine güvensizliği açığa çıkmıştır.

Gözlemcinin, bebek huysuzlandığında annenin durmaksızın konuşmasına ve annenin bebeğine karşı sıcaklık ve ilgisindeki eksikliklere dayanamaması, babanın desteğinin ailede olumlu etki yaratmasıyla rahatlaması bu bebeğe yapılan yetersiz anneliğin kendisinde yarattığı anksiyeteyi bize gösterir. Ayrıca seminerlerde, anne ve gözlemci arasındaki ilişki ilerledikçe olumlu gelişmelerin ortaya çıktığı (anne gözlemciye ergenlik döneminde hayatı boyunca anne olup olamayacağına dair kaygıları olduğunu anlatabilmiştir) görülmüştür.

İkinci örnekte, bir ilk gözlem anlatacağım. Amacım hem gözlemciyi çalışırken göstermek, hem daha önce söylediğim gibi annedeki depresyonun gözlemci üzerindeki etkisini açıklamak, hem de gözlem verilerinin zenginliğini göstermektir; ki bu noktaya daha sonra tekrar döneceğim.

İlk gözlemde on günlük olan Charles, meslek sahibi bir çiftin ikinci çocuğuydu. Şimdi bu bölümü rapordan aynen aktaracağım.

‘Anneyi arayıp kim olduğumu, kim vasıtasıyla kendisini bulduğumu anlattım. Ertesi gün onlara gidebileceğimi söyledi. Tanışıp birbirimizi sevip sevmediğimizi görecektik. Böylece gözlemler için de zamanları ayarlayabilirdik. Bu buluşmanın saatini ayarlarken annesi bebeği uyanık görmek isteyip istemediğimi, bunun fark edip etmeyeceğini sordu. Bebeği uyanık görmeyi tercih edeceğimi söylediğimde emzirme saatinde gelmemi önerdi ve ben de hemen kabul ettim. Bana uysun diye emzirme saatini yarım saat ileriye almaya bile razıydı. Ben bebeğin normal emzirme saatinde gelebileceğimi söyledim.

‘Anne 25 yaşlarında, gözlüklüydü. Kısa ve gür açık kahverengi saçlıydı. Kare ve erkeksi bir başı ve yüzü vardı. Sessiz görünüyor. Ciddi bir ses tonu vardı. Ancak gülümsemesi sıcak ve samimiydi. Çizgili bir bluz ve geniş siyah bir etek giymişti. Pejmürde bir görüntüsü vardı ancak itici değildi. Bana nasıl davranacağı konusunda kaygılı olduğu açıkça belli olmasına rağmen ağırbaşlı bir hali vardı.’

‘İlk önce evin arkasındaki bahçeye götürüldüm. Burada annenin annesi battaniyeye sarılmış olan Charles’ı kucağında tutmuş, oturuyordu. Anne mırıldanır gibi, emzirme vaktinin geldiğini söyledi ve emzirmeyi görmek isteyip istemediğimi sordu. Charles ve annesinin ardından salona doğru yürüdüm. Anne divana oturdu ve benim de karşısındaki koltuğa oturmamı işaret etti. Ancak daha sonra yer değiştirdik çünkü bahçeye (ve büyükanneye) açılan kapıdan divana cereyan oluyordu. Yer değiştirince, kapı anneye cereyan yapmadan açık kalabilecekti. Böylece anne bahçedeki anne tarafından da görülebilecekti halbuki benim oturduğum  divandan görülmüyordu.’

‘Charles’ı ilk gördüğümde büyük bir battaniyeye kat kat sarılmış olarak büyükannesinin kucağındaydı. Battaniyenin altında sırt üstü yatıyor, sol eli kulağında ve sağ eli yüzünün üstünde, yanakları ağzı ve burnuyla oynuyordu. Sağ başparmağı ağzındaydı. Yanaklarında bir sürü çizikler vardı. Elmacık kemiği ve sağ gözü, üzerine bastırılmış gibi hafifçe kızarmıştı. Annesi onu emzirmek için koltuğa oturduğunda Charles’ın çok küçük bir kısmını görebiliyordum. Adını ve kaç yaşında olduğunu sordum. Anne bana işimi sordu. Çocuklarla çalışmak istediğimi anlattım. Gelebileceğim zamanları konuştuk ve anne benim emzirme saatinde gelmemdense banyo saatinde gelmemi tercih edeceğini söyledi. Aslında bu bir yanlış anlamaydı. Uygun bir zaman üzerinde anlaştık ama bu konuda esnek davranacaktık Çünkü Charles’ın düzenindeki değişikliklere göre yeni ayarlamalar yapmak gerekebilirdi. Anne yemek masasının karton kutularla sarılmış ayaklarını göstererek henüz evi düzene koyamadıkları için özür diledi. Ben bunun, üzerinde yenen yemeğin tadını değiştirmeyeceğini söyledim. “Eh, evet neyse ki annem burada” dedi. Uzun süren bir sessizlikten sonra benim telefon numaramı alması gerektiğini söyledi.’

‘Anne emzirme süresini görmek için saatini kolundan çıkarmıştı. Meme ucunu Charles’ın ağzından alıp onu omzuna koyarken kucağındaki saati düşürdü. Saati ben yerden alıp ona verdim. Sırtını hafifçe sıvazladı ve bebek neredeyse bir anda gazını çıkardı. Bunun üzerine, gittikçe yükselen bir tonda ağlayıp bağırmaya başlayan Charles, annesinin konuşmasıyla da yatışmıyordu. Anne sağ memesini ona uzattığında meme ucunu bulmaya çalıştı ve bu sırada öpücüğe benzer sesler çıkarttı. Anne sonunda meme ucunu doğrudan ağzına verdi ve bebek emmeye başladı. Bu sefer biraz daha rahat görebiliyordum. Sakin ve yavaşça emiyordu. Emerken bütün vücuduna aynı hareketsizlik hakimdi.’

‘Emmeye başladığında sağ eliyle meme ucunun hemen üstünü okşadı. Elini ağzına götürmek istiyor gibiydi. İki kez meme ucunun üstüne eli düştü. Bu nedenle annesi elini iki kez uzaklaştırdı. Ama sonunda elini trampet üflermiş gibi ağzının etrafına koydu. Ayakları hareketsizdi. Yalnız bir kez tek ayağını koltuğa doğru gerdi. Anne sakin ve nazikçe “hadi, çalış” dedi.’

‘Bir süre sonra anne Charles’ı memeden aldı. Charles çok uykulu görünüyordu. Anne onu, yüzü kendine dönük olarak oturttu ve Spock’un omuz yönteminden önce bu şekilde gaz çıkarmayı önerdiğini söyledi. Ancak bu yöntem ne kendisi için işe yarıyordu ne de bunda başarılı olan bir başkasını duymuştu. Ona katıldığımı söyleyerek kendi oğlumu büyütürken gaz çıkarma konusunda yaşadıklarımızı anlattım. Oğlumun kaç yaşında olduğunu sordu ve Charles’ın abisi Jack’in 19 aylık olduğunu söyledi.’

‘Daha sonra anne Charles’ı omzuna koydu. Bebek uykulu ve tembel görünüyordu. Gaz çıkardığını hatırlayamıyorum.’

‘Sonra anne Charles’ı sağ memesine götürdü ve Charles bir süre daha da yavaş emdi. Anne daha sonra Charles’ı omzuna alıp üstünü değiştirmek için yukarıya çıktı. Ben de peşlerinden gittim. Bu sırada Charles’ın yüzü sakindi ama daha çok şişmiş ve ifadesiz gibi görünüyordu. Uykuda değil de baygın gibi görünüyordu ve hiç ses çıkarmıyordu.’

‘Annenin Charles’la birlikte uyuduğu küçük odaya girdik. Yatak yapılmamıştı ve yanında boş bir çikolata paketi vardı. Anne yatağın üzerindeki battaniyeyi düzeltip Charles’ı sırtüstü yatırdı. Bu sırada bebek uyanıp bağırmaya başladı. Anne temiz bez almak için odadan çıktı. Charles bir yandan ağlıyor diğer yandan da iki eliyle yüzünü itiyor, sürtünme hareketleri yapıyordu. Aynı şekilde ayaklarını da oynatıyor, sol ayağını sağın aşağısına doğru sürtüyordu.’

‘Annesi içeriden seslenince, bağırmalar yerini bir an için mutlu, hafif bir cıvıltıya bıraktı ama anne gelinceye kadar bağırmaya devam etti. Sonra anne geri geldi, bir yandan sempatikçe konuşarak bebeğin altını değiştirdi. Altı değiştirilirken annesinin sesini bastırmadan mutsuzca ağladı. Elleri devamlı yüzündeydi. Sol eliyle ileriye doğru çarpma hareketi yapıyordu. Bana körleri anımsattı.’

‘Anne bebeğin cinsel organlarını ve karnını bolca pudraladı. Anne kızartıları göstererek birçok bebekte de aynısından olduğunu söyledi. Altı değişince anne bebeği karyolada sol tarafının üstüne yatırdı. Battaniyeye sarılmıştı ancak elleri serbestti. Daha sonra anne uyumakta olan Jack’i kaldırmaya gitti çünkü yürüyüşe çıkacaklardı.’

‘Charles, sol başparmağı ağzında, sol elinin diğer parmakları yüzünün, özellikle de sağ gözünün üstünde (sol göz çarşafa dönük gibiydi), sağ eli de şakağıyla oynayarak yatıyordu. Hızlı, sesli ve zaman zaman da düzensiz biçimde nefes alıp veriyordu. Sol eliyle, meme emerken sağ eliyle trampet çalarmış gibi yaptığı hareketi tekrarladı. Yüzünde hemen hemen hiç hareket yoktu. Birden bire derin derin iç çekti ve tamamen rahatlamış göründü. Nefes alıp vermesi artık pek duyulmuyordu ve ellerini yüzünden biraz uzaklaştırdı. Birkaç dakika boyunca öne doğru gerilme hareketleri yaptı. Kollarını, sanki düşüyormuş da bir yere tutunmuş gibi gerdi. Bu hareket arada sırada, annenin yan odada Jack’le konuşması, çarpan bir kapı gibibir dışsal uyaran olduğunda yada bazen farkettiğim herhangi bir dışsal uyaran olmadan ortaya çıkıyor gibiydi.

‘Sonunda sessizce uykuya daldı. İki veya üç kez Jack’in odasından gelen gürültülerden uyanır gibi oldu, yüzünü buruşturup ağlamaya başladı ancak tekrar uykuya daldı. Annesi gelip ona beresini ve hırkasını giydirirken ona nazik davranıyor, bir yandan da onunla konuşuyordu; ki tekrar ağlamaya başladı. Yeniden uykuya daldı ve pusete konulacak minderin üzerinde aşağıya indirildi. Anne ve anneanne dışarıya çıkmak için hazırlanırken minderde yatmakta olan bebeğin ifadesinden çok etkilendim. Kuvvetli bir acı çekiyor gibiydi ve yüz kasları, bu ifadeyi gördüğüm ilk andan onlara veda edip ayrıldığım ana kadar geçen 2-3 dakika içinde hiç oynamamıştı.’

Bu kadar ayrıntılı bir çalışmayı, gözlemciyi çalışırken göstermek ve bu deneyimin onda yarattığı etkiyi anlatmak için burada kullandım. Ayrıca bu bebeği de tanıtmak istedim. Çünkü makalenin ilerleyen bölümlerinde yine bu bebekle ilgili konuşacağız.

 Eğer bu verileri temel olarak gözlemciyi etkilemesi açısından inceleyecek olursak, doğaldır ki bunun gözlemcinin aileyle ilk tanışması olduğunu dikkate almamız gerekir. Gözlemci annenin kendisine nasıl davranması gerektiği konusunda kaygılandığını belirtmiştir. Satır aralarından, gözlemcinin de gerilmiş olduğunu anlıyoruz. Annenin bebeği emzirirken bahçedeki anneanne tarafından görülmek için kendisiyle yer değiştirdiğini ancak kendisinin emzirme olayını göremediğini belirtmiştir. Gözlemcinin anneyi emzirme saatleriyle ilgili sözlerinde büyük olasılıkla yanlış anlaması ve emzirme sırasında izlemeye ‘homurdanır gibi’ davet ettiğini söylemesi, bizlere gözlemcinin hassasiyetini göstermektedir. Annenin evin durumundan, özellikle de yemek masasının halinden ötürü özür dilemesi üzerine, bunun yemeğin tadını değiştirmeyeceğini söylemiştir. Anne, kendi annesi orada bulunduğu için bunun problem olmadığını belirtmiştir. Bu noktada annenin depresyonuna, kendi annesine bağımlı olmasına ve gözlemcinin onu rahatlatmaya çalışmasına ilişkin ilk durum karşımıza çıkıyor. ‘Uzun süren bir sessizlikten sonra benim telefon numaramı alması gerektiğini söyledi.’ Ortada birbirinden görece olarak ayrı devam etmekte olan iki ilişki vardır: bebek-meme ve anne-gözlemci. Ayrıca, Charles diğer memeye uzanmak için defalarca uğraşırken annenin “hadi çalış” demesi üzerine gözlemcinin annenin depresyonuna sempati duyduğunu görüyoruz. Annenin bunu ‘nazikçe’, uysal bir şekilde yaptığını belirtmiştir.

Bebeğin derdiyle (yüzündeki çizikler) ve anne büyük ağabeyi uyandırmaya gittiğinde hissettiği yalnızlıkla kurulan özdeşim yazıdan anlaşılmaktadır. Anne odadan çıktığında bebeğin hem devamlı yüzünü ellemesi, hem de elleri ve ayaklarıyla sürtünme hareketleri yapıyor olması, yüzündeki çiziklerin nedenini ortaya koymuştur.

Gözlemci, bebeğin üstü değiştirildikten sonra uykuya dalmasını da oldukça canlı ve ayrıntılı anlatmıştır. Ayrılırken de bebek uyuyor olmasına rağmen yüzündeki “kuvvetli acı çekiyormuş gibi” ifade gözlemciyi çok etkilemiştir. Ancak etkileyici olan, gözlemcinin daha ilk bebek gözleminde ve bu kadar duygu yoğunluğu yaşanırken, böyle ayrıntılı kayıt tutabilmiş olmasıdır.

Böyle bir raporla ilgili sorun, seminerde bu gözlemin nasıl kullanıldığını sizlere ancak çok kısıtlı olarak aktarabilmemdir. Bunu tam anlamıyla aktarabilmek için gözlem materyalinin kendisi kadar, seminerdeki tartışmasını da ayrıntıyla anlatmak gerekir. Bunu yapabilsek bile anlatım yine eksik kalacaktır. Çünkü tartışmada yapılan yorumlar daha önceki gözlemler ve tartışmalarla ilişkili olacaktır. Bunlara da yavaş yavaş ortaya çıkan yeni davranışlar ve gözlemler eklenecektir ve davranış kalıpları belirmeye başlayacaktır. Burada, ikilinin izleyen gözlemlerinin önemli olduğunu vurgulamak isterim. Seminerler sayesinde gözlemci, bir gözlemde açıkça ortaya çıkmış bir örüntüyü fark edebilir. Fakat ancak sonraki gözlemlerde hep aynı ya da benzer durumda ortaya çıkıyorsa bunun anlamlı olduğunu söyler. Uzun süre boyunca böyle gözlenebilir ayrıntılara dikkat etmek gözlemciye sadece örüntüyü değil ondaki değişiklikleri de görme olanağı sağlar. Gözlemci, ikilinin karşılıklı uyumunda ve ilişkilerinin gelişme kapasitesindeki değişiklikleri görecektir. Örneğin birbirlerinden yararlanma ve gelişme konusundaki esneklikleri ve becerileri tatminkar bir anne-bebek ilişkisinin önünü açar. Seminerlerde ileriye bakmak kadar, geçmişi görmek de heyecan vericidir. Böyle davranış örüntülerine aynı bebekten  Charles’tan iki örnek vereceğim.

İlk gözlemde gözlemci bebeğin ikinci memeden süt emerken yaşadığı zorlukları, yavaş ve uzun süre meme emdiğini, annenin bebeğe yeterince iyi çalışmadığını ima ettiği halde emzirmeye devam ettiğini anlatmıştır. Daha sonraki gözlemlerde bunun, bebeğin iki memeyle farklı ilişki kurduğu bir örüntüden kaynaklandığını anlamaya başladık. Birinci memeyi etkin bir şekilde ara sıra yutkunarak, emiyordu. Halbuki diğer memeyi neredeyse ağzını hiç oynatmadan nazikçe emiyordu. Annesi bir kere, bebeğin genelde ilk memede öğününü yediğini ve ikinci memede kendi deyimiyle ‘zamanını geçirdiğini’ söyledi. Yine de bebeği alıp geri koymakta ısrar ediyordu çünkü eğer yeterince meme emmezse bebeğin gerektiği kadar uyuyamayacağını söylüyordu. İkinci memede Charles elleriyle okşama,trampet çalıyormuş gibi tutma ,annesinin bluzuna tutunma, vurma gibi hareketler de yapıyordu

Böylece birkaç hafta içinde Charles’ın iki memeyle de ilişki kurma örüntüsünü tanımıştık. Bu el hareketlerinin sebeplerini ise daha sonra edindiğimiz bilgilerle anlayabildik. Bunlardan ileride bahsedeceğim.

İkinci gözlemde banyo saati izlenirken başka bir örüntü ortaya çıktı. Charles, bezleri çıkarıldığı anda ağlamaya başlıyordu. Tulumu çıkarıldığında ise ağlama kuvvetleniyordu. Annesi onu tutup yıkadığında, sabunladığında ve ona usul usul konuştuğunda ağlama hafifliyor ancak çarşafa yatırıldığında yine artıyordu. Tulumu giydirilince ağlaması anında kesiliyor, rahatlıyor ve etrafa bakınmaya başlıyordu. Banyo sırasında ve yatırıldığında vücudunun görülmesi nedeniyle ağlama örüntüsü, ikinci ayın sonuna kadar her gözlemde tekrarlandı. Annesinin sesi ve dokunuşlarıyla biraz yatışıyor ancak sarmalandığı zaman, örneğin tulumu giydirildiğinde veya yatağında battaniyeye sarıldığında, tamamen susuyordu.

Gördüğümüz örüntüler bize bazı psişik işlemlerin devrede olduğunu gösterir. Bu anlamda annenin, Winnicot’un tanımıyla, ‘kucaklamak’ ile ilgili temel rolü ve Bion’un bahsettiği anlamda kapsayıcı  projeksiyonları içeren anne-çocuk iletişimi de gözlenebilir.

Anne ve çocuk arasında tercih edilmiş olan bazı iletişim modellerinin onların ilişkisinin merkezi olduğu çok açıktır. Bu tercihin anneye mi yoksa bebeğe mi ait olduğunu söylemek zordur. Bu konuda iki örnek vermek istiyorum.

Annelerden biri, adına Bayan A. Diyeceğim, emzirme sırasında huzursuz oluyordu. Bebeğin vücuduna bu kadar yakın olmasından gerginlik ve sıkıntı duyuyor, onu tuhaf bir şekilde tutuyordu. Bu bayan, yazımın başında bahsettiğim bayana çok benziyordu çünkü o da bebekle yakın fiziksel temasa girmeye dayanamıyordu.

Bayan A., en çok emzirme bittiğinde seviniyordu. Bebeği ya rahatça yere koyuyor ya da iki eliyle kaldırarak vücudundan uzakta tutuyordu. Ona bakıyor, dudaklarını oynatıyor ağzını açıp kapatıyor ve onunla konuşuyordu. Bebek de aynı ağız hareketlerini yapıp çeşitli sesler çıkararak ona cevap veriyordu. Bebek beş aylıkken bir gün annenin çarşıya gitmesi gerekiyordu ve bir sürü talimat vererek bebeği gözlemciyle bıraktı. Gözlemci bebekle birlikte oturdu. Bebek, sırtı gözlemciye dönük olduğu sürece sessizdi. Gözlemci bebekle konuşmaya başlarsa veya onu kendisini görebilecek şekilde döndürürse bebek ağlamaya başlıyordu. Bu birkaç kez oldu. Seminerdeki tartışmada, bu bebeğin annesiyle olan mutlu ilişkisinin görsel ve işitsel olduğu düşünüldü. Gözlemcinin görüntüsü ve sesi anneden farklıydı ve  bunu fark etmek bebeği ağlatıyordu. Bebeğin gözlemcinin kucağında sessizce otururken, odada annenin ayrılmadan önce durduğu yere kilitlenerek baktığını fark etti. Annesiyle ilişkilendirdiği o yere bakarken rahatlıyor gibiydi. Halbuki gözlemcinin sesi ve görüntüsü annenin orada olmadığının kanıtlarıydı ve bu da bebeğin ağlamasına sebep oluyordu.

Şimdi de dokunsal örüntünün ilişkiye hakim olduğu değişik bir örneğe bakalım. Gözlem James dört buçuk haftalıkken başladı. Annesi banyo yaptırmak için onu soyuyordu. Onu sırtüstü yatırdığında memeye uzanmaya çalıştı ve itiraz eder gibi bazı sesler çıkarttı. Annesi ona ‘Korkunç öyle değil mi?’ dedi. ‘Zavallı dostum boşver birazdan suyun içinde olacaksın’. Gözlemciye, suyu sevmeyen önceki çocuklarının aksine James’in suda olmaktan hoşlandığını söyledi. Bebek suya girdiğinde sesini çıkarmadan dizlerini karnına doğru çekti, halinden memnun görünüyordu. Daha sonraki gözlemlerde banyo sırasında oynadı, suları sıçrattı, tekmeler attı ve dört buçuk haftalıkken yapılan bu ilk gözlemdeki gibi sudan çıkmak istemedi. Sonra annesi ona meme verecekken bir anda meme ucuna yapıştı ve gayretle emmeye başladı. Gözleri açıktı ve sağ eliyle bir memeye bir annesinin elbisesine dokunuyordu. Annesinin vücuduna böyle dokunması, bebeğin anneye her yaklaştığında gözlenen bir örüntüydü. On üç haftalıkken, anne banyoyu hazırlamak için bebeği gözlemcinin kucağına verdi ve ona ‘ Hadi teyzenin kucağına git. Onun seni çalışması lazım’ dedi. James gözlemcinin kucağında oturdu. Ona bakıyor ancak dokunmuyordu. Anne geri döndüğünde bebek ona baktı ve kendisini alıncaya kadar gözleriyle annesini takip etti. Annesi onu kucağına aldığında ağzıyla ve eliyle  annesinin memesini yokladı. Daha sonra da eliyle annenin kolunu tuttu. Banyodan sonra meme emerken memeyi sıkıca tuttu, annesi elini uzaklaştırdı. Sonra elini annesinin elinin üstüne koydu ve emzirme süresince ritmik olarak hareket ettirdi. Yirmi iki haftalıkken memeye büyük hareketlerle vuruyordu. ‘Yirmi dört haftalıkken’ (öğrencinin notlarından alıntı yapıyorum) ‘James hevesle memeyi tuttu. Annesi bunun artık fazla sürmeyeceğini söyledi, sütü bitiyordu. James sol eliyle önce annenin memesiyle, sonra da eliyle oynadı. Emzirme bitene kadar hareketleri canlıydı. Onu izlerken bu hareketlerin bilinçli olarak anneyi okşamak için yapıldığını düşündüm. James eliyle ne yaptığının farkında gibi görünüyordu. Annesi James’e diğer memesini verdi ve bebek onu hevesle aldı. Bu sırada annesinin memesine ve boynuna çarptı, ağzına dokundu halbuki ben bunları sadece birinci meme sırasında yaptığını görmüştüm. Yirmi yedi haftalıkken sütten kesilip biberona geçti. Bu sırada yemeği reddettiği, yemek sırasında uykuya dalıp durduğu ancak  gece uykularının bozulduğu sıkıntılı bir hafta geçirdi. Annesi onun küçük bir bebek gibi davrandığını söyledi. Bir sonraki haftada biberona dokunmaya, daha sonra ona uzanmaya ve tıpkı memeye olduğu gibi onu da severek ellemeye başladı. Sonunda bir eli şişenin üstünde, diğer eliyle annesine dokunup onu okşayarak biberondan içmeye alıştı.’

Elbette ki ben örüntüleri ve eğilimleri burada genel olarak anlattım. İniş-çıkışlarla ilgili birçok ince ayrıntıyı atladım çünkü onları tek tek saymaya zamanımız yetmez. Seminer materyali bize gösterdi ki bu bebeğin anne ve memeyle yakın ve hassas bir ilişkisi vardı. Bebek sevgisini ve öfkesini anneye dokunarak gösteriyordu. Annenin çok konuşmasına rağmen bebeğin sessiz kaldığını, dokunmaya ve kinestetik özelliklere dayanan ilişki ve iletişim tarzını tercih ettiğini düşündük.

Bitirmeden önce bebek gözleminin bazı aşamalarından söz etmek ve bilimsel düşünme ve veri toplama üzerine bilgi vermek istiyorum. Seminerlerde baştan itibaren ‘gözlem’in ne kadar zor olduğu açıkça görülmektedir: Yani yorum katmadan bilgi toplamak. Bu bilgiyi söze dökmemiz gerektiğinde ise her kelimenin birçok anlam içerdiğini görüyoruz. Öğrenci; meme ucu bebeğin ağzından ‘kaydı’ mı demelidir yoksa ‘düştü’, ‘çekildi’, ‘kurtuldu’, ‘kaçtı’ vs. demek mi daha doğru olur? Aslında kişi belli bir kelimeyi seçecektir çünkü gözlemek ve düşünmek neredeyse ayrılmaz bir ikilidir. Bunu bilmek önemlidir. Çünkü bize dikkat etmeyi ve doğrulamanın ardışık  gözlemlere dayandırılmasını gerektiğini belirtir.

Öğrencilerin kesin bir yargıya varmadan önce izlemeyi ve hissetmeyi öğrenmeleri gerekir. Toleranslı, anlayışlı olmayı ve annelerin bebekleriyle ilgilenirken kendi kendilerine ürettikleri çözümleri takdir etmeyi de öğrenmelidirler. Bu şekilde öğrenciler yavaş yavaş doğru ve yanlış bakımla ilgili sabit fikirlerinden kurtulacaklar, bebek bakımının genel olarak kabul edilmiş ilkeleri hakkında daha esnek olacaklardır. Her bebeğin kendi hızında gelişeceğini, annesiyle kendi yöntemleriyle ilişki kuracağını ve her anne-bebek ikilisinin kendine özgü olduğunu görecektir.

Herhalde seminerlerin en heyecan verici kısmı, zamanla gözlemlerin içinden o çocuğun nesne ilişkileriyle ilgili deneyimlerine dair davranışlarını bulup çıkartmaktır. Herhangi bir eşyanın  sahip olduğu anlam, grubu oldukça şaşırtabilir. Daha sonra, onunla ilgili eski notlara bakılır, ilerideki gözlemlere dair yapılmış yordama ve hipotezler gözden geçirilir. Örneğin Charles on günlükken yapılan ilk gözlemde onun ikinci, sağ memeyi okşadığı, ağzının etrafında trampet çalar gibi bir şekil yaptığı, yavaş ve sakince meme emdiği söylenmişti. Daha sonra yatakta yalnız bırakıldığında sağ eliyle gözünün etrafını ve şakağını ellemişti, sol baş parmağı bu sırada ağzındaydı. Sonra yavaş yavaş sol eli trampet çalma şeklini aldı ve birden uykuya daldı.

Genel olarak nesnelerle ve vücuduyla temas için ellerini kullandığı açıktı ama bu durum dokuz ve onuncu haftalardaki gözlemlere kadar bize ilginç gelmemişti. Gözlemci şöyle söylemiştir: ‘9 haftalıkken düzendeki bir değişiklikten dolayı rahatsız geçen bir emzirmeden sonra Charles elleriyle garip bir şekilde oynadı. Önce bir eliyle diğerini sıkıyor ve yoluyor gibiydi. Parmaklarını sıkıca döndürüyordu. Sonra ellerden biriyle ağzının önünde küçük bir daire çizdi. Bu sırada yüzünde hoşnutsuz, bozuk bir ifade vardı. Bundan sonra bir değişme oldu. Oldukça sakinleşti ve elleriyle daha neşeli bir şekilde oynamaya başladı. Onları birbirine sürtüyor, birleştiriyor, parmaklarını birbirinin arasına sokuyordu. Sağ memeye yaklaştırıldığında her zamanki gibi emdi. İki eli de memenin iki yanında ve meme ucundan uzaktaydı. Anne genelde meme emerken memeye ya sertçe vurarak ya da parmağını sokarak dokunduğunu söyledi.

’10 haftalıkken annenin eli bebeğin göğsünün üstündeydi. Bebek annenin elleriyle oynamaya başladı. Kendi elini onunkinin etrafına doladı, başparmağını onun bileğinde ve elinde nazikçe gezdirdi. Ayrıca annesinin yüzüne baktı ve onun konuşmasına sevimli sesler çıkararak karşılık verdi. Bundan önce sol memeyi (birinci meme) her zamanki gibi ve kuvvetle emmişti. Sağ eli annesinin göğsünün üzerinde duruyordu. Daha sonra durakladı ve tekrar emmeye başladı. Durduğu sırada sağ eliyle memeyi dikkat çekecek şekilde kavradı ve sıkıca tuttu. Daha sonra sağ memeyi her zamankinden biraz daha düzensiz emdi. İki eli de iki taraftan meme ucuna yakındı, parmaklarını nazikçe memenin üstünde gezdiriyor, arada iki elini bir araya getiriyordu.

‘Bu andan sonra belirli bir örüntü gözlenebiliyordu. Sağ (ikinci) memedeyken sakin hareketlerle ona dokunuyor ve okşuyordu. Ama sol memedeyken  elleri ya annenin göğsünün üzerinde, zaman zaman parmaklarıyla göğsü kavrıyor ya da hareketsiz bir halde göğsün iki yanında duruyordu.

 ‘Ellerin birbiriyle olan ilişkisinden çok etkilenmiştik. Başta parmaklarını döndürüyor, sertçe sıkıyordu. Daha sonra neşeyle onları birbirine sürtmeye ve birbirinin içine geçirmeye başlıyordu. Bir sonraki gözlemde Charles, birinci memeyi emerken annesinin eliyle son söylediğim şekilde oynuyordu. Arada bir sağ eliyle memeyi kavradığında veya bıraktığında kuvvetle emiyor ya da duruyordu. Seminerlerde ellerin hareketlerinde ağız gibi davrandığına dair güçlü bir görüş vardı. Annenin eli de meme anlamını taşıyordu. Böylece iki elin zaman zaman birbiriyle ağız-meme gibi bir ilişkileri olduğunu söyleyebilirdik.

‘İkinci memeye yaklaştırıldığında Charles iki eliyle meme ucunun etrafını nazikçe okşayarak emiyor ve sonunda ellerini birleştiriyordu. Buna karşılık, ilk memede kuvvetlice emmenin yerini meme ucundan uzakta duran elin memeyi kavraması alıyordu.’

Bu yazıda daha önce belirttiğim gibi iki memeyle olan ilişkideki bu bölünme ve buna eşlik eden el aktivitelerindeki örüntü sonuçta neredeyse kesin bir şekilde ortaya konmuş oldu. Bunu ne şekilde açıklamaya çalışırsak çalışalım, böyle anlık olayların anlamı inkar edilemez. Charles iki memeyle de açıkça farklı bir şekilde ilişki kurmaktadır. Eli ağız gibi olmaya çalışır. Ellerini ikinci memeye yaklaştırırken ,birinciden uzak tutmaktadır. Annesinin eline kendi eliyle yaptığı hareketler, ağzıyla memeye yaptığı hareketler gibidir. Zaman zaman  tıpkı ağzının eline memeymiş gibi davranması gibi, elleri de birbirlerine  ağız-meme muamelesi yaparlar. Acaba bu meme ile kurulan ilişkinin kısmi-nesne anlamında daha karmaşık ilişkilerin yapı taşı olduğunun kanıtı mıdır? Parmakları sokmak, özdeşim kurma sürecinin yansıtma aşamasını gösteriyor olabilir mi? Elleri uzak tutmak ve memeyi kavramak ve zaman zaman da kuvvetle emmek, memeyi idareli kullanmak adına ilkel bir girişim olabilir mi? Çıkarılabilecek sayısız sorular vardır. Bu da öğrencilere bilinçdışının psikanalizle halen keşfedilmesi gereken ne kadar çok bölümü olduğunu gösterir.

Gördüğüm kadarıyla öğrenciler, bebeklerin zihinsel işlevlerini hangi kuramsal çerçeveyle açıklamayı seçerlerse seçsinler, erken dönemdeki bölünme işlemlerini ve vücut bölümlerinin nesnelerle kurulan özdeşimini gözlemlerinde bizzat görünce büyülenirler. Bence bebek gözlemi deneyimi, ileride yetişkin ve çocuklarla yaşanan klinik deneyimlerle birleşince kişiyi hastaların davranışlarının bütünüyle gözlenmesinin önemine inandıracaktır. Bu, analitik durumdaki bilgilerin bir parçası olarak görülmelidir. Ayrıca erken gelişimin analitik olarak yeniden oluşturulmasının mümkün olduğuna ilişkin inancı da güçlendirilecektir.

Esther Bick